30 Aralık 2013 Pazartesi

Çınar Ağacının Sevinci

Çınar ağacı sonbaharın gelmesiyle karamsarlaşır çünkü yaprakları sararıp birer birer yere düşer. İki kedi arkadaşı onu teselli etmek isterler, ama ne yapacaklarını bilemezler. Çınar’ın mutsuzluğu gün geçtikçe artmaktadır. Gece, odasının penceresinden ağlayan ağacı seyreden Elif’in aklına harika bir fikir gelir. Renkli kâğıtları yaprak halinde keser. Bu kâğıttan yapraklar ilkbahar gelene kadar ağaca eşlik edecektir. Elif, kestiği kırmızı kâğıt yaprakları Çınar ağacına asar. Çınar çok sevinir! 

Küçük yıldız ve bir arkadaşı da çınar ağacı için bir şey yapmak ister. Ağacın dallarına yeşil kurdeleler bağlarlar. Başlangıçta onları telaşla izleyen Ay da Elif’in yaptıklarını beğenmiştir. Ay, kuşlardan Çınar’ın dallarına küçük mumlar götürmelerini ister. Kırmızı yapraklar, yeşil kurdelelerle ve küçük mumlarla Çınar çok güzeldir. “Neredeyse bir yılbaşı ağacı kadar fiyakalıdır” ve artık çok mutludur.

Ay, Elif’e teşekkür etmek için ona bir salıncak hediye eder. Salıncak hemen kurulur ve Elif sallanmaya başlar. Sonra yükselir yükselir ve Ay’ın üzerine konar. Yumuşacık olan Ay’ın üzerinde Elif hemen uykuya dalar. Sabah olduğunda Elif rüya görüp görmediğini merak eder. Kahvaltı ederken camdan dışarıya bakar ve ağaç dostunu görür. Ağaç yaprakları olmamasına karşın çok mutlu görünmektedir. Ne dersiniz, belki de Elif rüya görmemiştir!

İtalya’nın ev sevilen, en çok okunan çocuk kitabı yazarlarından ve kişisel olarak benim de hayranı olduğum Nicoletta Costa’nın yazıp resimlediği Çınar Ağacının Sevinci, Formül Yayınları’ndan çıkıyor. Arka kapakta kitap yedi yaş ve üzeri çocuklar için önerilmiş, ancak 3-5 yaş grubu çocuklar da rahatlıkla bu harika kitabı okuyabilirler.


Tülin Sadıkoğlu

27 Aralık 2013 Cuma

Hepsi Sana Miras

Çocukları klasik kitaplar ya da usta yazarlarla tanıştırmak için yapıtların uyarlanması, yeniden yazılması, derlenmesi itirazlara rağmen tüm dünyada kabul görüyor. Buna çocuğun yapıtı orijinal hali ile de okuyabileceği, böyle bir seçkinin çocukları yapıtı yaklaştırmak yerine farklı/eksik tanıtabileceği gerekçeleri ile itiraz edenlerin de haklılık payı yok değil. 
"Hepsi Sana Miras" dizisi "Peki ya bugünün büyük yazarları, tüm zamanların en büyük hikâyelerini sana yeniden anlatsa" sloganı ile hazırlanıyor. Dizi, formatı itibarı ile diğer klasik uyarlama ve sadeleştirmelerinden biraz ayrılıyor. Çocuklarla büyükler için yazılmış klasik eserlerin arasındaki mesafeyi en aza indirmek için ciddi bir proje olarak ele alındığı, üzerinde çokça çalışıldığı belli olan bu dizinin temel özelliği ise yapıtın günümüzdeki önemli yazarlarca çocuklara masal anlatır gibi tekrar anlatılması. Bu dizide, çocukların normal boyutları ile taşımakta zorlanabileceği kitaplar damıtılarak sonsöz dâhil on bölüm halinde çocuklara ulaştırılıyor. Kitapların sonunda yer alan Hikâyenin Aslı bölümünde ise özgün yapıtla ilgili (ne zaman ve nasıl yazıldığı gibi) bilgiler yer alıyor.
Bu diziden şu ana kadar dört kitap Türkçeye çevrildi: Yiyun Li'nin anlattığı Gılgamış destanı, Jonathan Coe'nun yorumu ile Jonathan Swift klasiği Gulliver, Stefano Benni'den Cyrano De Bergerac  ve Alessandro Manzoni'nin uzun yıllar üzerinde çalıştığı romanı Nişanlılar'ın Umberto Eco yorumu. 
Gılgamış, Gulliver ve Cyrano De Bergerac 'a kıyasla pek bilinmeyen Nişanlılar hem bu yönü hem de Eco tarafından anlatılması ile diğerlerinden daha çok dikkat çekiyor. Alessandro Manzoni'nin kitabı Nişanlılar’ı döneminin en büyük romanlarından biri olarak değerlendiren Eco, çocuklara yeniden anlattığı bu hikâyenin sıradan hikâyelere benzemediğini söylüyor.
Hepsi Sana Miras dizisinin her şeyin çok hızla ilerlediği, vaktin nakit olarak değerlendirildiği bu çağda fazla teferruat ile uğraşmadan konunun özünü anlamak açısından çağın talebi ile örtüştüğünü söylemek mümkün. Bu diziden çıkan kitaplar, özgün yapıtın tohumu olarak da görülebilir.
Ebru Akkaş


26 Aralık 2013 Perşembe

Sihirli Öpücük

Masalları çok seven küçük kız babasıyla birlikte yaşamaktadır. Annesini kaybetmiştir. Herkes annesinin tıpkı masallardaki gibi gökyüzünde bir melek olarak dolaştığını söyler.

Eskiden ona masal okuyan babası, artık, bunların gerçek olmadığını, kızının büyüdüğünü ve masal dünyasından çıkıp gerçek hayata dönmesi gerektiğini söyler. Bu küçük kızı kızdırır. Ancak bir şey daha vardır ki canını epey sıkmaktadır. Babası son zamanlarda adı Ayşen olan, daha önce tanımadığı birini eve getirmeye başlar... 

Ayşen bir gün çantasından bir ayna çıkartıp uzun uzun bakınca küçük kız onu tanır gibi olur. O, Pamuk Prensesi öldürmeye çalışan kötü kalpli cadıdır galiba… Kahvaltıda bunu babasına anlatır, ama babası onların gerçek insanlar olduklarını, hiçbirinin masal kahramanı olmadığını söyler. Küçük kıza göre babası yanılmaktadır. Ayşen çok kuvvetli bir cadıdır ve babasını da büyülemiştir.

Bunlar yetmezmiş gibi kötü kalpli cadı evlerine yerleşir. Neyse ki cadıların neler yapabileceklerini okuduğu masallardan bilen küçük kız babasını ve kendisini onun kötülüklerinden koruyabilir. Belki onu bir gün süpürgesiyle uçarken yakalayabileceğini düşünür, ama Ayşen süpürge yerine arabasına biner. Onu da yuvadan arabasıyla alır. Bu da iyi olur çünkü artık eskisi gibi babasının onu alması için işini bitirmesini beklemesi gerekmemektedir.

Ayşen ona sürekli bir şeyler yemek isteyip istemediğini sorar. Bir gün de elinde meyve dolu bir tabakla yanına gelir ve ona elma soymak ister. Bunu duyar duymaz aklına cadı kraliçenin Pamuk Prenses’e zehirli elma verdiği gelir ve elmalara dokunmadan odasına kaçar. Olan biteni babasına anlatır, ama babası onu dinlemek istemez. Küçük kız da karnı aç bir halde odasına gider. Odasındayken Ayşen gelir, küçük kız uyuyor numarası yapar. Ayşen, başucuna içinde en sevdiği kurabiyeler olan bir tabak bırakır. Sonra da yatağının kenarına oturup tıpkı annesi gibi onun saçlarını okşar. Bu küçük kızın hoşuna gider, ama her şeye rağmen o kötü kalpli cadıdır. Kurabiyeleri de yememeye kararlıdır, fakat güzel kokulara daha fazla dayanamaz ve hepsini yer. Sabah uyandığında zehirlenmediğini, hâlâ yaşadığını görür. Kim bilir, belki de bazı cadılar küçük kızları seviyordur! Bunun böyle olduğunu öykü ilerledikçe göreceğiz.

Zeynep Bassa’nın, okul öncesi yaş grubu için yazıp resimlediği Sihirli Öpücük, Kök Yayıncılık’tan yayımlanıyor. Bu kitap, Pamuk Prenses’teki kötü üvey anne algısını epey değiştiriyor. Doğrusu, iyi de ediyor!


Tülin Sadıkoğlu


23 Aralık 2013 Pazartesi

Yeryüzünden Binbir Efsane



Filiz Özdem’in kitabı Yeryüzünden Binbir Efsane bizleri farklı bir dünyaya götürüyor. Yazar, her uygarlığın kendine özgü efsaneleri olabildiği gibi bir efsanenin farklı farklı anlatıldığını dile getirdiği önsözünde efsanelerin diğer bir özelliğini de vurguluyor: İnsanın sürekli okuma isteği duyduğu bu efsaneleri insanın kendi cümlelerini ekleyip çoğaltmanın tadını…

Filiz Özdem, anlatmayı seçtiği efsaneleri bir diğeri ile nasıl ilişkilendirdiğini de belirtiyor. Bağlantılı anlatılan söylenceler bir İstanbul efsanesi ile başlıyor. Sonra yolculuk Ganj nehrinden Rusya steplerine doğru devam ediyor. Kitabı okurken Anadolu efsanelerinin tadını almaya başladığınızda kendinizi birden Avustralya’da buluveriyorsunuz. Bu atlamalar anlatıcının geçişleri ile insanı rahatsız etmiyor. Hatta bir dünya turuna çıkmış hissi veriyor.

Anadolu ve Antik Yunan efsanelerinin ağırlıklı olduğu kitapta Kızılderili, Çingene, Aztek, Eskimo ve Hawai efsaneleri gibi az rastlanan efsaneler de dikkat çekiyor. Ayrıca kutsal kitaplarda yer alan Nuh Tufanı, Hazreti Yusuf ve Eshab-ı Kehf de bu kitapta yer alıyor.

YKY Doğan Kardeş dizisinden çıkan Yeryüzünden Binbir Efsane’deki resimlerse Arzu Koçak’a ait. Filiz Özdem’in yine aynı diziden çıkan Kitap Kurtları İçin Hayvanlar Âlemi ve Kuşlar Bize Neler Söyler? gibi çocuk kitapları var. Yeryüzünden Binbir Efsane, çocukların olduğu kadar büyüklerin de ilgisini çekebilecek bir kitap.

Ebru Akkaş

20 Aralık 2013 Cuma

Ara Güler - İyi Bir Fotoğrafçı Dikiş Makinesiyle de Resim Çeker

 “Oğlum sen hep böyle fotoğraf mı çekersin?
“Evet amca. Hep böyle fotoğraf çekerim.”

1928 yılının sıcak bir yaz gününde İstanbul’da doğar Ara Güler. Annesi Verjin Hanım, babası Dacat Bey’dir. Yaşamı bir başarı öyküsü olarak görülebilecek babası Dacat Bey’in Galatasaray’da bir eczanesi ve ecza deposu vardır. Çalışkanlığı ve karakteriyle iyi bir çevre edinmiştir. Dönemin önemli sanatçıları hem müşterileri hem arkadaşlarıdır. Ara Güler de varlıklı bir aileye sahip olmanın avantajlarıyla büyür. İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde olsa da iyi bir çocukluk geçirir. İyi bir eğitim almasını isteyen ve doktor ya da eczacı olmasını hayal eden babası onu iyi okullara yollar. Ancak Ara Güler’in aklında başka şeyler vardır. Önce sinemaya, sonra tiyatroya ilgi duyar. Oyunlar yazar. Kanımca çoğu yazar adayının kapıldığı hislere Ara Güler de kapılır ve bir süre sonra büyük yazarların oyunlarıyla karşılaştırdığında kendi yazdıklarını beğenmediği için hepsini yırtıp atar. Gerçi onun ilgisini çeken aslında “sahne düzeni, dekor, aktörlerin rol yaparken yüz ifadeleri, bakışları, konuşmaları, el, kol hareketleridir. Bütün bir kompozisyonu, karşısında duran fotoğrafı anlamaya çalışır.” 

Ara Güler ilk fotoğraf makinesine 22 yaşındayken sahip olur. Epeyce fotoğraf çektikten sonra gazetecilik mesleğine yönelir. Bundan sonra Ara Güler hem Türkiye’de hem yurt dışında “başarı merdivenlerini birer birer” çıkmaya başlar.

Foto muhabiri olan, foto muhabiri ve gazeteci olarak savaşlara giden, Nuh’un Gemisi’nin peşine düşen, Kurukafa Avcıları’nın yani yamyamların ülkesini ziyaret eden, dünyaca ünlü sanatçıları fotoğraflayan, “kendi deyişiyle dünyanın bir tarafından girip öbür tarafından çıkmış” Ara Güler’in günümüzde bir vakfı ve bir müzesi var. Ancak, aradan geçen 60 yılı aşkın yıla karşın fotoğraf makinesi hâlâ elinde: “Ben dünyaya dikdörtgen bir pencereden bakmaya alışmıştım bir kere ve bu hep böyle devam edecek.”

Tiyatro oyunları, dizi ve film senaryolarının sıra çocuk kitapları da bulunan Muharrem Buhara bu kez çok önemli bir fotoğraf ustası ve “görsel tarihçi” olan Ara Güler’in hayatını yazdı. Can Çocuk Yayınları’ndan Ara Güler – İyi Bir Fotoğrafçı Dikiş Makinesiyle de Resim Çeker başlığıyla yayımlanan kitaptaki resimler ülkemizin genç, yetenekli ve üretken illüstratörü Sedat Girgin’e ait.

Biyografiler çocuk edebiyatında, bana kalırsa, kurmaca yapıtlar kadar önemli. Daha çok biyografi yazılması dileğiyle…

Tülin Sadıkoğlu  



Not: Değerli Ara Güler’in fotoğrafları ve kendisiyle ilgili ayrıntılı bilgi almak isteyenler web sitesini ziyaret edebilirler: www.araguler.com.tr

18 Aralık 2013 Çarşamba

Hani Her Şey Oyundu

Son birkaç yıldır, daha önce pek de önem vermediğim, üçüncü sayfa haberlerini ibretle takip ediyorum. Kanımı donduran bu haberleri okurken aslında şiddetin mağduru olarak görünen kadın ve çocukların da aynı şiddeti alenen uyguluyor olması rahatsızlığımı daha da artırıyor.
Şiddet öğrenilebilen bir davranışsa toplumsal yaraların bir an önce kapanması için şiddetten nasıl korunması gerektiği de çocuklara öğretilebilir. Bunun elbette sihirli bir formülü ve tek bir yöntemi yok. Çocukların, sorunları sadece şiddetle değil farklı yöntemlerle çözebileceğini göstermek için herkes işin bir ucundan tutabilir. Tıpkı Çocuk Yazını Grubu’nun hayata geçirdiği “Hani Her Şey Oyundu” projesi gibi…

 Hani Her Şey Oyundu, Çocuk Yazını Grubu’nca, çocuklara şiddetten başka çözüm yollarını olduğunu da hatırlatmak üzere hazırlanan bir derleme kitabı. Öyküden şiire, anıdan denemeye, masaldan oyuna ve hatta çizgi romana uzanan içeriği ile bu kitap ortak bir emek ürünü. Fikri,  Aytül Akal’a ait olan bu proje, Çocuk Yazını Grubu üyelerinin oluşturdukları Derleme ve Yayın Kurulu ekipleri tarafından yürütüldü. Derlemede yer alacak uygun ölçütteki yapıtlar, Ayla Çınaroğlu, Bekir Yurdakul, Çiğdem Gündeş, Ercüment S. Özçakır, Mehmet Atilla, Nur İçözü’nden oluşan Derleme Kurulu tarafından neredeyse bir yıllık bir çalışma sonucunda belirlendi. Daha sonra Bekir Yurdakul, Mavisel Yener, Mehmet Atilla’dan oluşan Yayın Kurulu tarafından yayına hazırlandı ve kitabın tüm grafik tasarımı Ercüment S. Özçakır tarafından yapıldı.
Kitap, meşakkatli bir hazırlık döneminden geçip yayımlanmaya hazır hale geldikten sonra basılıp okullara dağıtılması için 81 ilin valiliklerine gönderildi. Umutla beklenen ilk yanıt Sakarya Valiliği’nden gelince Hani Her Şey Oyundu, 2006 yılında basılıp okullara dağıtılmaya başlandı.
Çocukları şiddetten korumayı hedefleyen Hani Her Şey Oyundu, 3 ile 7. sınıfta okuyan çocuklara hitap ediyor. Oldukça hacimli olan bu kitap, her bir çocuğa değil de her bir sınıfın kitaplığında yer almak üzere valiliklerce basılıp ücretsiz dağıtılıyor. Proje ekibinin görevi kitaplar basılıp dağıtıldıktan sonra da devam ediyor. Ekip, ildeki öğretmenlerle paylaşım toplantıları yapıp kitabın daha etkin nasıl kullanılabileceği konusunda fikir alışverişi yapıyor.
Hani Her Şey Oyundu, bir oturuşta okunup bitirilecek bir kitap değil. Sınıf uygulama kitabı da diyeceğimiz kitap çocuklara olduğu kadar sınıf öğretmenlerine de öz eleştiri yolunu açan bir derleme.

Ebru Akkaş


16 Aralık 2013 Pazartesi

Rengini Arayan Pudra

İnsanlar dünyayı, doğayı, canlı ve cansız varlıkları anlayabilmek, anlamlandırabilmek için her şeyi sınıflandırmaya, ayırmaya çalışmışlar. Bilim ilerledikçe bu sınıflandırmalar arasındaki çizgiler belirsizleşmeye, hatta birleşmeye başlamış. Ancak yüzyıllar öncesinden kalan bu sınıflandırma alışkanlığından insanlar hâlâ kurtulamamışlar ki günümüzde bilimin geldiği nokta, internetle küçülen dünyaya rağmen “farklı olmayı” kabul edemeyen pek çok insan çıkabiliyor. Halbuki insanlık tarihi bize farklı olmanın, farklı görünmenin aslında normal olduğunu çoktan kanıtladı.

İllüstratör ve yazar Betül Sayın’ın yazıp resimlediği yeni kitabı Rengini Arayan Pudra, Günışığı Kitaplığı’nın “İlk Kitaplar” dizisinden çıktı. Üç-sekiz yaş arası çocuklar için önerilen, ancak her yaştan okurun okuyabileceği “Rengini Arayan Pudra”, arkadaşlarından farklı olan yarasa Pudra’nın hikâyesini anlatıyor.

Pudra’nın en sevdiği saatler güneşin batıp gökyüzünün alacakaranlığa büründüğü saatlerdir. Pudra, gün boyu tepetaklak uyuyan arkadaşları Karais, Kurum, Kömür, Zeytin, Duman’ı uyandırır ve hep birlikte yaşadıkları mağaradan çıkarlar, koruluğa giderler ve bütün gece neşeyle pervane avlayıp karınlarını doyururlar. Ancak sabaha karşı hava aydınlanırken küçük gölde yansımasını gören Pudra’nın neşesi birdenbire kaçar. Siyah olan diğer yarasa arkadaşlarının aksine o bembeyazdır. Onlar gibi olmadığı için hayıflanır Pudra. Çoğu zaman bu farklılığı umursamaz, ama sudaki yansıması ona farklı olduğunu hatırlatmıştır. Yuvalarına döndüklerinde kuytu bir köşeye çekilen Pudra arkadaşlarına benzemenin yollarını düşünmeye başlar. Neler yapmaz ki: Bir bacadan çıkan kapkara dumanın içine girer, simsiyah karga tüylerini üzerine bağlar… Ama hiçbiri işe yaramaz. Sonra kendi gibi beyaz arkadaşlar aramaya karar verir. Papatyaların, bir ipte asılı duran beyaz çamaşırların, tavşanların yanına gider…

Gün boyu beyaz arkadaşlar arayan Pudra gece olduğunda diğer hayvanların uykuya dalmasıyla kendini yalnız hisseder. Arkadaşlarını özler. Yuvasına dönmek ister, ama o gece hava bulutludur. Gökyüzünde ne ay ne de yıldızlar vardır. Karanlığa gömülen korunun içinde eve nasıl döneceğini bilemez Pudra. Tam o sırada… Ne oldu dersiniz? Kitabı okuyunca göreceksiniz!

Arkadaşları Pudra’nın kendileri gibi siyah değil de beyaz olmasına aldırış etmezler, ancak Pudra yine de onlar gibi olmak ister. Bazen toplumun, etrafımızdaki insanların baskısı olmasa bile kişinin kendi farklılığını kabul etmesi gerekebilir. Üstelik öykünün sonunda Pudra’nın da göreceği gibi farklı olmak “hiç de kötü bir şey değildir”, hatta çoğu zaman “harika”dır!

Tülin Sadıkoğlu

13 Aralık 2013 Cuma

Uçuk Kaçık Mıstık

Uçuk Kaçık Mıstık, nehir kıyısında küçük bir kulübede yaşıyor. Yıldızların altında uyumayı, ağaçlara sarılmayı sevdiği yani genel kabul görmüş sınırların dışına çıktığı için bu isimle çağrılıyor. 

Kış mevsimin açılış kapanışını flütü ile yapan Uçuk Kaçık Mıstık ayrıca donmuş nehirde buzdan kaleler yapmayı da seviyor. Köy halkı onu garip bulduğu için Mıstık'tan uzak durmayı tercih ediyor. Hatta flüt çalarken çocukları peşine takılıp gitmesin diye anneler çocuklarını nasıl oyalayacaklarını şaşırıyor.

Hal böyleyken Mıstık'ın Gülcihan'dan başka bir arkadaşı yok. Gülcihan, ufak tefek ve sessiz birisi. Mıstık'ın cebinde saklamayı çok seviyor Gülcihan.

Nehrin donduğunu ve bu haberin Mıstık'ı çok sevindiğini düşünen Gülcihan heyecan içinde onun yanına koşar. Mıstık uykusundan henüz uyanmadığı için Gülcihan'ı tersler. Hüsrana uğrayan Gülcihan  ise onu bırakıp gider. Mıstık kendine geldiğinde hatasını anlar ama tüm aramalarına rağmen Gülcihan'ı bir türlü bulamaz. Biricik arkadaşı kayıplara karışmıştır.

Redhouse Kidz tarafından yayımlanan kitap, Marisa Nunez ve Mariona Cabassa'nın ortak çalışması. Esin Güngör'ün Türkçeleştirdiği kitap 6 yaş üstü çocuklar için uygun.

Ebru Akkaş

11 Aralık 2013 Çarşamba

Doğum gününde sevgili Bilgin Adalı'yı özlemle anıyoruz...

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz şair, yazar, akademisyen, çevirmen, reklam yazarı, belgesel yönetmeni, ama en çok çocukların Bilgin Dede’si Bilgin Adalı'nın bugün doğum günü.

Çocuk ve gençlik edebiyatı alanında çalışmaya başladığım ilk günlerde tanıdım Bilgin Adalı’yı. Can Çocuk Yayınları’nın genel yayın yönetmeni Samiye Öz, mevcut dizilerin yanı sıra daha da cazip, renkli kitaplar yayımlamak arzusundaydı. “Renkli” ilk kitaplardan biri de Bilgin Adalı’nın “Zaman Bisikleti” oldu.

Çoğu zaman kitaplarıyla ilgili, ara ara da yolu İstiklal Caddesi’ne düştüğünde yayınevine uğrardı. “Sevgilim”, “hayatım”, “güzelim” diyerek girerdi kapıdan. Samiye Hanım’la, sonra benimle sohbet ederdi. Yeni çıkan kitaplara bakar, çoğunu okumak üzere alırdı. Yalnızca yazmazdı Bilgin Adalı, iyi bir okurdu aynı zamanda.

Ankara, İzmir, Bursa, Samsun, Batman ve daha başka pek çok şehirdeki etkinliklerde kendisine eşlik etme fırsatım oldu. Ne zaman çocuklar onu çağırsa, giderdi. Yorulurdu belki, ama hiçbir zaman hayır demezdi. Bir defasında birlikte Bursa Kitap Fuarı’na gitmiştik. Etkinlik yapacağı kocaman salonda kimse yoktu. Bir süre bekledik, “gelirler” dedi. Aradan biraz zaman geçti, on genç arkadaş salona girdi. Bilgin Adalı masanın başında olmaktansa (galiba kendisini çocuklardan uzakta tuttuğunu düşündüğü için pek sevmezdi masanın ardında oturmayı), çocukların arasına karıştı, onlarla kitapları üzerine sohbet etti. Bu görüntüyü unutamıyorum. Dirsekleri dizlerine dayanmış, kafaları birbirlerine uzanmış çocuklar ve Bilgin Adalı, özel bir anı paylaşıyormuş gibiydiler. Etkinlik sona erince standımıza gittik. Bilgin Adalı, kitaplarını imzalayacaktı. Aradan bir-iki saat geçmişti ki bir telefon geldi: Yüz elli çocuk Bilgin Adalı’yı görmeye gelmişti. Hemen bir salon ayarlandı ve Bilgi Adalı hiç planlanmamış bu etkinliğe büyük bir coşkuyla katıldı.

Çocuklarla kitaplar üzerine sohbet eder, kimi zaman onlarla birlikte öyküler yazardı. Ancak “en büyük numarası” kitaplarının da temalarından biri olan buluşlarıydı, bana kalırsa. Etkinliklere elinde bir poşetle giderdi ve bunun içerisinden minik bir ampul, artık kullanılmayacak durumda olan bir CD ve bir pil çıkarırdı. Bunlardan bir “okuma ışığı” yapıverirdi. Ve daha pek çok şey… Çocuklar bakışlarını ondan bir saniye ayırmadan izler, sorular sorarlar, asla sıkılmazlardı. Kimi zaman onlar da denerdi bu buluşları. Çocukları kendi dünyasına alıveren Bilgin Adalı etkinliğin sonuna kadar ilgilerini, dikkatlerini bir an olsun kaybetmezdi.

Etkinlik dışında da gençlere ne kadar değer verdiğini, onlara ne olursa olsun zaman ayırdığına tanık oldum. Ankara’daki bir etkinlik sonrası havalimanına gitmeden önce kendisinin oraya geleceğini öğrenen ve müzik eğitimi alan genç biriyle buluşmuştu. Kafa kafaya verip epeyce sohbet etmişlerdi. Uçağa ucu ucuna yetişmiştik.

Neşeli, yerinde duramayan, insanlara sevgiyle yaklaşan Bilgin Adalı’nın gözlerinde, yüzünde aynı zamanda bir hüzün de vardı. Yaşadıkları, tanık oldukları, kayıplarıydı bu hüzne neden olan belki de. Ama çocuk kitaplarıyla ve çocukların dünyasıyla buluştuğunda mutluluğu yüzünden ve sesindeki heyecandan anlaşılırdı. Çocuk ve gençlik edebiyatımız renkli, üretken, farklı ve her şeye rağmen çocuk ruhunu koruyan yazarı Bilgin Adalı'yı geçtiğimiz yıl kaybettik, ancak kitaplarıyla çocuklarla buluşmaya devam ediyor.

Bilgin Adalı, ilk ve orta öğrenimini Mersin’de tamamladı. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Sinema Televizyon Bölümü’nü 1969’da bitirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde belgesel sinema alanında yüksek lisans, felsefe ve kitle iletişimi alanlarında doktora yaptı. 1968-76 yılları arasında TRT Ankara Televizyonu’nda belgesel film yönetmeni ve yapımcı olarak yüzün üzerinde belgesel film, sanat, kültür ve eğitim programı gerçekleştirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü’nde öğretim üyeliği, bölüm başkanlığı yaptı. 1984’te bölüm başkanlığından istifa ederek reklam yazarlığına geçti. İ.Ü. İktisat Fakültesi, Akademi İstanbul, Yeditepe Üniversitesi ve Maltepe Üniversitesi’nde sinema, yazarlık ve reklamcılık dersleri verdi.  
İlk şiiri 1959’da Lefkoşa’daki Beşparmak dergisinde çıktı. Şiirlerini ve yazılarını Dönem, Devinim 60, Soyut, Oluşum, Yusufçuk, Türk Dili, Varlık, Yordam, Dost, Yazko Edebiyat ve Gösteri dergilerinde yayımladı.
Devinim 60 dergisinin (1965-66, 12 sayı) yazı kurulu üyeliğinde bulundu. Çocuk oyunları “Bencil Dev” 1988’de Ani İpekkaya yönetiminde İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, “Nar Tanesi” ve “Okulda Şenlik Var” 1998’de Antalya’da sahnelendi.
Bilgin Adalı çocuklar ve gençler için çok sayıda kitap yazdı.

(Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi’nden de yararlanılmıştır.) 

Tülin Sadıkoğlu

       


9 Aralık 2013 Pazartesi

Mürekkep İçiciler

Vampir hikâyeleri antik çağlardan beri varlığını sürdürüyor ve ilgi çekmeye devam ediyor. Mürekkep İçiciler kitabında ise yazar Eric Sanvoisin, vampirliğe farklı yaklaşıyor.

Hikâye, babasının kitapevi olan bir çocuğun ağzından anlatılıyor. Babasının sürekli kitap okuma hastalığına tutulduğunu düşünen bu çocuk ayrıca evlerinin kitapların istilasında olduğundan da emin.

Yaz tatilinde babasının dükkânına gitmeye başlıyor. Ancak babası kitapları yerleştirmesine hatta dokunmasına müsaade etmiyor. Hal böyle olunca o da çareyi dükkâna girip çıkanları izlemekte buluyor. Bir süre sonra kitapçının müdavimlerini ve onların alışkanlıklarını öğrenmeye başlıyor.

Derken daha önce hiç görmediği, şaşkın görünüşlü bir adam dükkândan adımını atıyor. Bu tuhaf adam eline aldığı kitabı aralayıp cebinden çıkardığı pipet ile kitabı içine çekmeye başlayınca anlatıcımız neye uğradığını şaşırıp bir çığlık atıyor. Panikle kitabı elinden atan adam hemen kaçmaya başlıyor.

Kahramanımız kitaba baktığında içindeki mürekkebin gittiğini fark ediyor. Dükkândan fırlayıp mürekkep içiciyi takip etmeye başladığında kendini mezarlıkta buluyor. Tüyleri diken diken olsa da araştırmaya devam ediyor ve adamı her an içilmeye hazır kitaplarla dolu bir mezar odasında dolmakalem şeklinde bir tabutun içinde yatarken buluyor. Dişleri mürekkep uçlu, dili mürekkep kurutma kâğıdı olan bu vampir ona şaşıracağı şeyler söylüyor.

1001 Çiçek Kitap'ın yayımladığı Mürekkep İçiciler, dizinin ilk kitabı. Martin Matje'nin resimlediği dizi okuması kolay ve eğlenceli bir kitap.

Ebru Akkaş

6 Aralık 2013 Cuma

İki Kere Doğan Baron

“Kendi kurallarını izleyen bir hikâye…”

Doksan üç yaşındaki Baron Lamberto’nun villası, Orta Gölü’nün tam da ortası sayılmayacak bir yerinde bulunan San Giulio Adası’ndadır. İtalya’da, İsviçre’de, Hong Kong’da, Singapur’da ve daha pek çok yerde yirmi dört tane bankası olan Baron çok zengindir.

Baron’un tam tamına yirmi dört hastalığı vardır. Bu hastalıkları tek tek aklında tutan, Baron’un hangi ilaçları hangi saatte alacağını bilen tek kişi Baron’un kâhyası Anselmo’dur.

Baron ve kâhyası Anselmo, havaların ısınıp soğumasına göre başka ülkelere giderler. Sıcaklıkların düşmesiyle birlikte Baron yaşlı kemiklerini güneşte ısıtmak için Mısır’a gider. Ancak bu kez orada çok kalmazlar. Tanıştıkları bir Arap’ın onlara anlattıkları üzerine bazı testler yapmak için San Giulio Adası’ndaki villaya dönerler. Mısır’da tanıştıkları Arap onlara, “İnsan, adı söylendikçe hayatta kalır,” demiştir ve Baron da bunun üzerine oldukça yüksek maaşlar vererek altı kişiyi görevlendirmiş ve villanın tavan arasına yerleştirmiştir. Bu altı kişi hiç durmaksızın Baron’un adını söylemektedir: “Lamberto, Lamberto, Lamberto…” Baron yalnızca hayatta kalmakla kalmaz, gençleşmeye de başlar. Bu size inanılmaz mı geliyor? Belki siz de denediniz ve işe yaramadı. Tam bu noktada Gianni Rodari’ye kulak verelim o zaman: “Bazı şeyler hayatta insanın başına sadece bir kere gelir. Doğrusunu söylemek gerekirse bazı şeyler de sadece masallarda olur.

Bu arada Baron’un hayatta olan tek akrabası yeğeni Ottavio’dur. Annesinden kalan mirasın son kısmını çelikçomak oyununda kaybeden Ottavio’nun tek ümidi ise dayısının ölmesi ve tüm mirasın ona kalmasıdır. Dayısını ziyaret eden Ottavio onun gençleştiğini görünce bu kez daha acımasız yollara başvurur. Önce gümüş et bıçağıyla “kırt-kırt dayısının boğazını keser”; bu işe yaramaz çünkü Lamberto dayısı ertesi sabah eskisinden de daha canlı bir şekilde şarkı söylemektedir. Sonra bir tüfek alır ve kalbine tam yedi kurşun sıkar. Sonuç aynıdır; Lamberto dayı canlı ve sapasağlamdır. Denemeye devam etmeye kararlıdır Ottavio, ama tam o sırada ada haydutlar tarafından işgal edilir. Hepsinin adı Lamberto olan ve kendilerine Yirmi Dört L diyen yirmi dört haydut Baron’u esir almıştır. Serbest kalması karşılığında ise Baron’un yirmi dört bankasının her birinden bir milyar istemektedirler.  

İtalya’nın en önemli çocuk yazarlarından Gianni Rodari’nin İki Kere Doğan Baron adlı romanı Can Çocuk Yayınları’ndan çıktı. 10 yaş ve üstü genç okurlar için önerilen romanı Yelda Gürlek Türkçeye kazandırdı. Resimler ise Sedat Girgin’e ait.  

Ada’nın işgal edilmesinden ve Baron'un esir alınmasından sonra pek çok olay gerçekleşiyor. Sonunda ise hiç beklenmedik bir şey oluyor. Kimi okurlar bu sonu sevecekler, kimileri saçma bulacaklar belki de… Ama Rodari’nin bu durum için de bir önerisi var: “Sonundan memnun olmayan okuyucular, onu kendi zevklerine göre değiştirebilirler, hatta kitabın içine bir ya da iki yeni bölüm bile ekleyebilirler. Ya da on üç yeni bölüm daha. Unutmayın, sözcüklerden korkmak yok.


Tülin Sadıkoğlu 

4 Aralık 2013 Çarşamba

Küçük Vampir

Bir vampirin çocuk kahramanı olacağı düşüncesi şaşırtıcı gelse de “Küçük Vampir” çocukların merakla takip ettiği bir dizi. Zaten “Küçük Vampir” korkulacak bir yaratık da değil. 

Muzip ve kitap okumayı seven bu “Küçük Vampir” günün birinde korku öyküleri okumaya bayılan Anton’un penceresinden içeri girer ve adının Rüdiger olduğunu söyler. Anton önce ondan korksa da sonra onun çok sevimli olduğunu düşünür ve dostlukları böyle başlar. 

Henüz küçük bir çocukken vampir olan Rüdiger'in maceralarını, Alman yazar Angela Sommer-Bodenburg kaleme aldı. Kitap ilk kez 1979 yılında piyasaya çıktı. 18 kitaplık bir dizi olan “Küçük Vampir”in tüm maceraları Türkçe olarak Say Yayınları tarafından yayımlandı.

Bunlardan bazıları “Küçük Vampir Yolculuğa Çıkıyor”, “Küçük Vampir Dans Ediyor” ve “Küçük Vampir Tehlikede”. 

Büyük ilgi gören “Küçük Vampir”in maceraları Almanya’da 13 bölümlük televizyon dizisi olarak gösterildi. Ayrıca ülkemizde gösterime girmese de beyazperdeye de aktarıldı.

Ebru Akkaş

1 Aralık 2013 Pazar

Parisli Fındık Faresi

İstanbul’a bahar gelmiştir. Buna en çok sevinenlerden biri de İstanbul’un kedilerinden Bayram’dır. Uzun ve soğuk geçen kışın ardından o da tıpkı insanlar, böcekler, çiçekler gibi kendini sokaklara atar. Sokakta yürüyüp giden insanları seyreder, sırtını güneşte ısıtır. Güneşi görünce biraz da uykusu gelir Bayram’ın; ufak bir şekerleme yapmak ister, ama o da ne! Onundan bir karaltı “vıztt” diye geçer. Ne olduğunu anlamak için gözünü bile kırpmadan beklemeye başlar. O şey üçüncü kez önünden “vızzt” diye geçerken yerinden ok gibi fırlar, önüne dikilir. 

Karşısında küçük, küçücük bir fındık faresi vardır. Şimdi sırası mı, diye düşünür kedi Bayram. Kedi olarak görevi bir fareyi avlamak ve yalayıp yutmaktır, karnı toktur, uykusu vardır. Bunu söylemesiyle karşısında fare bağırmaya, tepinmeye başlar: “Asla…gelme üstüme…sen bana dokunamazsın…Tırnağını bile süremezsin…Eğer bana en küçük bir zarar verirsen…tüyümü koparırsan…kuyruğumu çekersen…çantamı parçalarsan…saçlarımı dağıtırsan…seni elçiliğe şikâyet ederim…Yürü diyorum sana..git başımdan…Pist…piiissst…” Kedi Bayram şaşkınlıktan kalakalır. Sonunda farenin Fransız vatandaşı olduğu anlaşılır, adı da Sofia’dır, ama yakın arkadaşları ona Sofi derler.

Bayram, Sofi’nin Paris’ten İstanbul’a uçakla geldiğini öğrenince bu maceralı yolculuğu anlatmasını ister. Ancak Sofi etrafında gördüğü güzel yapıları merak etmekten macerasını anlatamaz. Birlikte İstanbul’u gezerlerken Bayram da Sofi’ye gördükleri tarihi eserlerle ilgili bilgi verir.

Tiyatro oyunları ve film senaryoları yazan, sevilen pek çok televizyon dizisinde öykü ve tretman yazarı olarak görev alan, Muharrem Buhara’nın çocuklar için yazdığı Parisli Fındık Faresi başlıklı bu eğlenceli roman İş Bankası Kültür Yayınları’ndan yayımlanıyor. Kitaptaki resimler ise Zeynep Özatalay’a ait.

Tülin Sadıkoğlu

29 Kasım 2013 Cuma

Judy Moody Geliyor

Judy Moody Geliyor’da şimdilik yedi kitaptan oluşan dizinin ana karakterleri öğreniyoruz. 

Doğum günü 1 Nisan olan Juddy Moddy’nin en sevdiği renk mor. Koleksiyon yapmayı seviyor ama öyle sıradan şeyleri toplamıyor. Barbie bebeklerinin kafaları ile birlikte yara bandı koleksiyonu yapıyor. Yara bandı merakı elbette doktor olmak istemesinden kaynaklanıyor. Sürekli patronluk tasladığı kardeşi Stink, kedisi Fare, en yakın arkadaşı Rocky ve onunla kanka olmaya can atan tutkal yiyen Frank ile de tanışıyoruz. 

Üçüncü sınıfa giden, dağınıklı saçlı Judy’i öğretmeninin verdiği ödev “Ben Kimim?” kolajını yaparken daha yakından tanıyoruz. 

Tüm bunlar olurken çözüm odaklı yaklaşımı, önyargıları vurgulayan metinde feminist bir söylemin de izine rastlıyoruz. 

Megan McDonalds'ın yazdığı Peter H. Reynolds’un resimlediği dizi sadece okurların değil sinemacıların da ilgisini çekmiş ve dizi “Judy Moody and the Not Bummer Summer” adıyla filme uyarlanmış. Dizi Artemis Yayınları etiketi ile piyasaya çıkıyor.

Ebru Akkaş

27 Kasım 2013 Çarşamba

Ballı Çörek Kafeteryası

Çocuk edebiyatının usta kalemlerinden Zeynep Cemali, 2009 yılında aramızdan ayrılmıştı. Ancak Zeynep Cemali gibi iyi yazarlar fiziksel olarak aramızda olmasalar da kitaplarıyla yaşamaya, bir şekilde anlatmaya ve çocuklara ulaşmayı başarmaya devam ediyorlar.

Sevgili Zeynep Cemali çocuklar için öyküler ve romanlar yazdı. İlk kitabı Ben, Çınar Ağacı ve Pufböreği idi. Sonrasında Gül Sokağı’nın Dikenleri, Patenli Kız, Ballı Çörek Kafeteryası, Çılgın Babam, Öykü Öykü Gezen Kedi başlıklı kitapları yayımlandı. Ankaralı adlı romanı ise vefatının ardından okurlarıyla buluştu. Doğrusu, yalnızca isimlerine bakarak bile kitapların sıcacık öyküler vaat ettiğini düşünmek mümkün.

Zeynep Cemali’nin kitaplarını okuyan, şimdi artık bir genç kız olan Miray’la yazarın kitapları üzerine konuşurken bana Bir Kitap Lütfen için “Patenli Kız”ı yazabileceğimi söyledi. Benim aklımda “Ballı Çörek Kafeteryası” vardı. Bunu duyunca Miray, “Aa, o da olur. Hem arkasındaki tarife bak, birlikte yaparız,” dedi. Miray gibi kitaplar konusunda “zor” birinden bunu duyunca kararımı hemen verdim! Kitabı epey bir süre önce okumuştum ve sonunda bir tarif olduğunu ben unutmuştum doğrusu. Miray’ın hatırlıyor olması ise benim için önemli bir referanstı.

“Ballı Çörek Kafeteryası” Sıla, babası ve Sıla’nın teyzesi Rana’nın yaşamından bir kesit sunuyor gibi görünse de kitapta aslında pek çok yaşam öyküsü, pek çok hikâye var.

Romanın ana öyküsünden kısaca bahsedelim: Sıla’nın babası iş nedeniyle sürekli yurt dışındadır, teyzesi ise onları arada sırada ziyaret eder. Bu nedenle anne-kız birlikte çok zaman geçirirler. Çok iyi anlaşan, birlikte eğlenen, iyi vakit geçiren anne-kızın hayalinde bir de “Ballı Çörek Kafeteryası” açmak vardır. Ancak Sıla dördüncü sınıfa başladığı yıl annesi günden güne süzülmeye başlar ve kısa bir süre sonra da yaşamını yitirir. Artık baba-kız baş başa kalmışlardır. İşini bırakan babası Sıla’yla annesinin düşü olan kafeteryayı açmaya karar verir. Herkes onlara karşı çıkar, ama bu onları engellemez. Üstelik bir de destek kuvvet gelir: Sıla’nın teyzesi Rana!

Sıla, annesiyle birlikte kurdukları bir düşü gerçekleştirmiştir, ancak bunu yaparken “sevinci, tasası, içtenliği, yanılgıları ve yorgunluklarıyla var ettikleri” kafeteryalarında her gün yeni bir olay yaşayacağını aklına bile getirmemiştir. Neler neler olmaz ki! Böylelikle bizler de okur olarak yetiştirme yurdunda kalan ve mahallenin küçük hırsızı olarak tanınan ve asıl adı Yiğit olan “Zıpzıp”ın asıl hikâyesine; geç evlenen ve ilerlemiş yaşlarında çocuk sahibi olan bir çiftin tek çocuğu Özgür’ün öğrenciyken başından geçenlere; teyzesi Rana ile bir köyde yetişen, anne babası olmayan ve veterinerlik eğitimini tamamladıktan sonra köyüne geri dönen Zeynel’in aşkına; fal meraklısı annesinden etkilenen ve falcılık yapma merakına düşen altı yaşındaki Bilge’nin fal serüvenine; kırk beş yaşlarındaki mahallenin evsizi Sallabaş’ın geçmişteki yaşantısına; babasının eski bir arkadaşı olan Lale’yle yeniden karşılaşması ve bunun Sıla üzerindeki etkisine; Zeynel’in köyünde yaşananlara ve daha pek çok yaşantıya tanıklık etmiş oluruz.         

Her yaştan okura hitap eden ve her yaştan okur tarafından keyifle okunan Zeynep Cemali’nin kitapları Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanıyor.


Tülin Sadıkoğlu



Bu hafta sonu "Ballı Çörek" tarifini Miray'la deneyeceğiz. Umarım başarılı oluruz çünkü planımız bunları afiyetle yerken bir yandan da Zeynep Cemali'nin kitaplarını okumak!

Fotoğraf: Miray (Burada Miray henüz bir yaşında...)

25 Kasım 2013 Pazartesi

Canavar Peşinde - Ateş Ejderhası Ferno

Adam Blade’in insanlarla doğaüstü olan yaratıklar arasındaki mücadeleyi anlattığı Canavar Peşinde dizisi altı kitaptan oluşuyor. Dizinin ilk kitabı Ateş Ejderhası Ferno’da kahramanımızla tanışıyoruz.

Tom, Avanta Krallığı’nda yaşayan sıradan bir köylü çocuğudur. Krallık şehirleri insanların varlığından haberdar olmadıkları, görünmeyen canavarlar tarafından korunmaktadır. Kara büyü ile kötü büyücünün emrine giren bu canavarlar, aslında koruyucusu oldukları şehirlere korku saçmaya başlar. İnsanlar da daha önce sadece söylenceden ibaret olduğunu düşündüğü bu canavarların varlığını sorgular. Krallığın iyi büyücüsü Aduro, kehanetin gerçekleşmeye başladığını ve bu kehanette sözü edilen kahramanın da ortaya çıkacağını söyler. Tom, beklenilen kahramandır. 

Bu laneti ortadan kaldırmak için tek başına yola çıkar. Elindeki harita ile ilerlerken yolda kendine rehberlik edecek biriyle karşılaşır. 

Özellikle erkek çocukların ellerinden düşüremedikleri dizi kitapları yayımlayan Beyaz Balina Yayınları’nın Canavar Peşinde dizisinin diğer kitapları: Deniz Yılanı Sepron, Dağ Trolü Arkta, At Adam Tagus, Kar Canavarı Nanuk ve Alev Kuşu Epos.

Canavar Peşinde Dizisi, 9 yaş üstü çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

22 Kasım 2013 Cuma

Cyrano de Bergerac

Klasiklerin kısaltılması, sadeleştirilmesi, “özet” haline getirilmesi beni hep rahatsız etmiştir. Çoğunlukla çocukların erken yaşlarda klasiklerle tanışması ya da kitap okuma alışkanlığını bu kitaplarla kazandırmak adına yapılan bu türlü girişimleri doğrusu kendi adıma pek de yararlı bulmam. Hele ki her şeyin hızla aktığı günümüzde, kişinin iç dünyasına dönük olarak yaptığı ve zihinsel çaba gerektiren bir eylem olmasının yanı sıra çocuklar, konuları itibarıyla pek de ilgilerini çekmeyecek (yetişkinler için yazılmış) klasikleri okuyarak belki de edebiyattan, kitaplardan uzaklaşırlar diye endişelenirim. Elbette her çocuğun okuma serüveni farklıdır. Öyle genç arkadaşlar tanıdım ki -özellikle fantastik edebiyata meraklı olan- bana kitap önerilerinde bulunuyorlardı.

Böyle düşünürken bir diziye rast geldim. Önce biraz uzak durdum, ancak sevdiğim bir İtalyan yazarın, Alessandro Baricco’nun kurduğu Scuola Holden isimli okulun, çeşitli yayınevleriyle işbirliği yaparak gerçekleştirdiği projelerden biri olan “Save the Story” başlıklı bir girişim olduğunu öğrenince ve üstüne klasikleri tekrar yazan yazarların isimlerini görünce derhal ilgimi çekti. Ülkemizde Domingo tarafından Hepsi Sana Miras başlığıyla yayımlanan diziden şimdiye kadar Gulliver, Gılgamış, Nişanlılar ve Cyrano de Bergerac çıktı. Ben bu kitaplardan ilk olarak Cyrano de Bergerac’ı okudum, ama en kısa zamanda diğerlerini de edineceğim.

Yazar Edmond Rostand 1897 yılında, gerçekten yaşamış bir kahraman olan Savinien de Cyrano’nun serüvenlerinden yola çıkarak tiyatro için “Cyrano de Bergerac” başlıklı yapıtını yazar. Günümüzde halen ilgiyle okunan, pek çok kez sinemaya uyarlanan söz konusu yapıtta kılıç kullanmadaki ustalığının yanı sıra bir şair ve tiyatro aşığı olan, eskilerin deyimiyle belagati kuvvetli, oldukça zeki ve hazır cevap Cyrano’nun fiziksel bir özelliği var ki kimsenin gözünden kaçacak gibi değil. Bu özelliği eşi benzeri olmayan, kocaman burnudur.

Cyrano güzel kuzini Roxane’ı sevmektedir, ancak kendini çirkin bulduğundan bunu itiraf etmeye bir türlü cesaret edemez. Üstüne Roxane, Cyrano’ya açılarak yakışıklı Christian’a âşık olduğunu söyleyip bir de ondan genç delikanlıyı koruması için söz alır. “Soylu bir yüreğe” sahip olan Cyrano verdiği sözü tutacak, Christian’a yardım ederken aslında aşkını örtülü de olsa bir şekilde Roxane’e itiraf edecektir.

Cyrano de Bergerac’ı, üzerine pek çok şey söyleyebileceğimiz İtalyan yazar Stefano Benni anlatmış, Miguel Tanco resimlemiş ve pek çok İtalyanca yapıtı Türkçeye kazandıran Eren Yücesan Cendey çevirmiş. Bu kadar iyi isim bir araya gelince ortaya da iyi bir proje çıkmış.

Hafta sonu çocuklar Stefano Benni’nin anlattığı Cyrano de Bergerac’ı okurken, büyükler de Edmond Rostand’ın kitabına göz atabilirler.

Tülin Sadıkoğlu