28 Şubat 2013 Perşembe

Afacan Resimler

Yirminci yüzyıl İtalyan edebiyatının ve dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Italo Calvino’nun çocuklar için yazdığı “Afacan ResimlerYapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı Türkçeye Filiz Özdem çevirdi.

Resim yapmayı çok seven Lodolinda mutlu olduğunda çiçekler, koyunlar; kızgın olduğunda mor yarasalar, yeşil timsahlar; üzgün olduğunda ise ağlayan salkım söğütler çizer… Lodolinda duygularını resimle ifade etmeyi sever.

Bir gün anne babasının arkadaşlarının oğlu Federiko’yla evde yalnız kalır. “Denizdeki hortumun nasıl bir şey olduğunu anlasınlar diye” balıkları bulaşık makinesine koymaya, “beyaz ayılar gibi soğuğa dayanıklı olup olmadığını görmek için” kediyi buzdolabına sokmaya kalkan Federiko’dan hiç hoşlanmaz Lodolinda. Onunla oynamak istemez. Üstelik kızgındır ve kızgınlığını da çok öfkeli görünen bir boğa resmi yaparak gösterir. Ancak o da ne? Çizdiği kızgın boğa şimdi ürkmüş gözlerle bakmaktadır. Boğa, Federiko’nun resmettiği, avının üzerine atlamaya hazır kaplandan korkmuştur. Lodolinda boğasını kurtarmak üzere derhal bir boa yıla çizer. Federiko da boş durmaz; yılanı kapmak üzere havada süzülen bir akbaba resmi yapar. Bu böyle devam eder. Ta ki Lodolinda’nın çizdiği Kızılderili kabilesine karşılık Federiko da kovboyunu kurtarması için General’in kuvvetlerini çizmeye koyulana dek. Bu Federiko için kolay bir resim olacaktır, “çünkü madem ‘bizimkiler’ gelecek, o zaman görülmesi gereken ilk şey, ufukta büyük bir toz bulutu”dur. Lodolinda “bizimkiler” geldiğinde olayın bittiğini ve böylelikle kaybettiğini düşünür. Peki, sonra ne olur? Lodolinda’nın aklına “son” yazmadan” önce “bu toz bulutundan” kurtulmak için televizyonu bozmanın yeterli olacağı gelir. Kâğıda, bir sürü yatay, dalgalı çizgi çizer. Federiko da bunun üzerine… 95 sayfa boyunca Lodolinda ve Federiko’nun deyim yerindeyse “resim düellosu” devam eder. Ama sonunda arkadaş olmuşlardır.

5-8 yaş arası çocuklar için önerilen Calvino’nun öyküsüne, Giulia Orecchia’nın hayal gücünü en az metin kadar teşvik eden resimleri eşlik ediyor.

Tülin Sadıkoğlu 
 
 
 
 

27 Şubat 2013 Çarşamba

Yeşil Kuyruklu Fare


Resimli kitaplarını en sevdiğim yazar çizerlerden bir tanesi de Leo Lionni. Hollanda'da doğan, İtalya'da büyüyen ve çalışmalarına Birleşik Amerika'da devam eden Lionni'nin duru anlatımı ve çizimlerinden oluşan kitapları birçok ödüle layık görüldü.

Yeşil Kuyruklu Fare, Lionni'nin Türkçeye çevrilen az sayıdaki kitaplarından biri. Whillshire ormanında huzurlu bir yaşam süren tarla farelerinin yolu oradan geçen bir şehirli fare ile kesişir. Yuvalarını tilki ya da yılanların keşfetmediği için tehlikeden uzak yaşan bu fareler, şehirli fareden kentin sıkıcı ve tehlikeli olduğunu öğrenir. Kentli fare şehirdeki en harika günün Marti Gras günü olduğunu söyler. Fransızca Şişman Salı anlamına gelen günde neler yapıldığını bir bir sıralar. Tüm bu anlatılanlar içinde en çok maskeler, tarla farelerinin dikkatini çeker. Onlar da Şişman Salı gününü kutlamak için hazırlıklara başlarlar. Alev gözlü, ışıltılı dişli birbirinden ürkütücü  hayvan maskeleri yaparlar. Farelerin bir tanesi de kuyruğunu yeşile boyar. Kutlamalar sırasında maskelerini takan tarla fareleri, sevimli ve huzur içinde yaşayan fareler olduklarını unutur...

İlk baskısını 1973 yılında yapan Yeşil Kuyruklu Fare'yi Kemal Atakay Türkçeleştirmiş. Elma Çocuk tarafından yayımlanan kitap, okul öncesi dönemdeki çocuklara hitap ediyor.

Leo Lionni'nin diğer kitaplarının da çevrilmesini heyecanla bekliyoruz.

Ebru Akkaş


26 Şubat 2013 Salı

Köprü Olan Deniz

Farklı kültürlerin ortak çalışmaları kişisel olarak ilgimi her zaman çekmiştir. Sanatın, edebiyatın evrensel bir dili vardır elbette. Ancak yazarın ya da illüstratörün hem kendine hem de içinde yetiştiği ülkenin kültürüne ait yansımalarını yarattıkları eserlerde görmemiz de mümkün.

Bu ortak çalışmalardan biri Yunanistan’dan Lia Karavia ve Türkiye’den Serpil Ural’ın hazırladığı ve Kök Yayıncılık tarafından yayımlanan “Köprü Olan Deniz”. Üstelik bu kez hem farklı hem benzerlikleri, yakınlıkları olan iki kültürün ortak bir ürünü söz konusu. Lia Karavia metni İngilizce yazmış, Serpil Ural Türkçeye çevirmiş ve resimlemiş. Okul öncesi çocuklar için hazırlanan bu kitapta iki karşı kıyıda yaşayan Osman ve Manos’un öyküsü anlatılıyor.

Osman, büyükbabasının onun için yaptığı tahta teknesiyle denizin kıyısında oynamayı çok sever. O kadar ki annesi onu yemeğe çağırana kadar zamanı unutarak saatlerce kumsalda teknesiyle oynar. Denizin karşı kıyısında ise Manos büyükannesinin ona hediye ettiği, gökkuşağının tüm renklerini taşıyan topuyla oynarken zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Bir gün deniz dalgalı, rüzgâr kuvvetlidir. Her iki çocuk da dikkatli olmaya çalışır ama dalga Osman’ın teknesini, rüzgâr da Manos’un topunu alır götürür. Denizin bir yanında Osman, diğer yanında Manos üzgündür ve ağlamaktadır. Her ikisi de kendini “dünyanın en mutsuz ve umutsuz çocuğu” sanmaktadır. Güneş bakmak üzereyken Osman’ın bulunduğu kıyıya bir top yaklaşır. Diğer kıyıda dalgalar da bir tekneyi sürükleyerek Manos’a doğru getirir. Her iki çocuk şaşkınlıkla ve mutlulukla karşı kıyıya bakar. El sallayan, isimlerini söyleyen çocuklar birbirlerini pek iyi duyamazlar. Duydukları yalnızca “Ben Osman” ve “Ego Manos” tur. Ama sesler gidip gelirken isimler birbirine karışır: “Man-os! Man-Os!, Os-man! Os-man!” Kim kimin adını söylüyor anlaşılmaz olmuştur. O gün çocuklar eve yanlarında yeni bir oyuncak ve yeni bir arkadaş edinmiş olarak dönerler.

Tülin Sadıkoğlu

25 Şubat 2013 Pazartesi

Tarık ve Beyaz Karga

Bazı güzel kitaplar hak ettikleri ilgiyi göremeden arada kaynayıp gidiyor. Geçen yılki İstanbul Kitap Fuarı'nda Sarıgaga Yayınları standında rastladığım Tarık ve Beyaz Karga da bunlardan biri.

Tarık ve Beyaz Karga, kendilerini Kutup Yıldızı Kolektifi olarak adlandıran on sığınmacı çocuğun ortak ürünü. Somali, Sudan, İran ve Afganistan'dan gelen yedi sekiz yaşındaki bu çocuklar, Isparta'da Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği'nin düzenlediği hikâye atölyesinde bir araya gelmiş.

Güneşin yusyuvarlak olup hayat dağıttığı bir adada yaşayan Tarık ve kardeşi Leyla ailesi ile mutlu bir hayat sürüyormuş. Bir gün adanın tepesine kara bir bulut gelip çökmüş. Ada halkı ne yaptıysa bu kara bulut bir türlü gitmek bilmemiş. Tarık ile babası da ailesini geride bırakıp yeni bir yer bulmak için balıkçı teknesine binip denizlere açılmış. Günlerce yol alıp artık ümitleri tükenmek üzereyken beyaz bir karga gelip teknenin ucuna konuş ve onlara yol göstermiş. Karaya yanaştıklarında ada halkı Tarık ve babasını çok sıcak karşılamış. Tarık ile Beyaz Karga çok yakın arkadaş olmuşlar. Hem adanın kara kargaları da Beyaz Karga'yı aralarına almıyormuş. Sonra babası Tarık'ı ada halkına emanet edip ailenin diğer fertlerini almak için yola çıkmış...

Sadi Güran'ın resimlediği kitabın hikâyesinin anlatıldığı bölümde mülteci olarak tanıtılan çocuklar için bu yazıda özellikle sığınmacı kelimesini kullandım. Nedenine gelince....

Dini milliyeti ve belirli bir toplumsal cinsel aidiyeti yüzünden veya siyasi tercihleri sebebiyle zulüm gören, bu sebeple yurdundan ayrılan ve endişeleri gittiği ülkeler tarafından haklı bulunan kişiye mülteci deniyor. İnsan Hakları Beyannamesi 14. Maddesinde “Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınma hakkı vardır” diyor. Bu hak 1951 Cenevre Konvansiyonuyla teminat altına alınmış. Daha çok II. Dünya Savaşı yıllarında Avrupa’da yerinden edilmiş kişiler için oluşturulmuş bir sözleşme bu. Bu sebeple Avrupalılarla sınırlandırılmış. Bu sınırlandırmanın haksızlığı 1967’de imzalanan bir ek protokolle bütün dünya vatandaşlarına sağlanmış. Ancak bu ikinci protokolü imzalamasına rağmen uygulamayan tek bir ülke var: Türkiye! Yani Avrupa  Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelen kişilere “geçici sığınma” imkânı tanıyor, mültecilik verilmiyor. 

İşte bu yüzden Tarık ve Beyaz Karga çok önemli bir kitap. Bu projeye destek olan herkese gönülden teşekkürler...

Ebru Akkaş


22 Şubat 2013 Cuma

“Yanıtı olmayan sorular hiç sorulmamalı” mı?.. “Balıkların Bununla Ne İlgisi Var?”

Amerikalı yazar Avi’nin yazdığı, Şiirsel Taş’ın dilimize kazandırdığı “Balıkların Bununla Ne İlgisi Var?” adlı öykü kitabı Hayy Kitap’ın “Yaşasın Gençler” dizisinden yayımlandı. Kitapta bulunan yedi öykü, ergenlik çağındaki çocukların yaşadığı zor durumlar ve bu durumlarla başa çıkma yöntemleri üzerine.

Kitaba adını veren, “Balıkların Bununla Ne İlgisi Var?” başlıklı ilk öyküde, babasının evi terk etmesiyle annesinin de kaybolduğu duygusuna kapılan William’ın mutsuzluğa bir çare bulma çabası anlatılıyor. “Matt Kaizer’in İyiliği” başlıklı öyküde ise bir papazın oğlu olan, hiç de “yola gelecek gibi” olmayan kötü davranışlı bir çocuğun aslında içinde bir “melek” olduğuna inanmaya başlaması; “Konuş Benimle” de abisinin evden kaçmasının ardından onu özleyen, ama bu konuda konuşacak kimsesi olmayan Maria’ya saat tam 16.00’da gelen gizemli telefonlar; “Öğretmen Terbiyecisi”nde iyi bir öğrenci olmanın onu arkadaşlarından uzaklaştırdığını gören ve bu nedenle kötü davranmaya başlayan Gregory’nin haksız yere cezalandırılınca öğretmeninden intikam almaya karar vermesi, ama işlerin beklemediği bir şekilde sonuçlanması; “Evcil Hayvanlar”da kedilerinin hayaletlerinin dadandığı Eve’in ürkütücü öyküsü; “İçinde Ne Var?”da intihar etmek isteyen kuzeni Danny’yi bir şekilde engelleyen on üç yaşındaki gencin öyküsü; “Şans Kurabiyesi”nde sekiz ay önce annesi ve babası boşanan Parker’ın, annesinin mutsuzluğu, babasının ilgisizliği ve ihmalkârlığı karşısında giderek büyüyen kızgınlığının acısını doğum gününde çıkarmaya karar vermesi anlatılıyor.

 
Hangi tür kitap severse sevsin, neredeyse her okuyucu, tamamen gençlerin gözünden aktarılan, bazen yakınında bazen uzağında ama kesinlikle hayatın içinden öykülerden oluşan bu kitapta sevebileceği bir öykü bulabilir dersek pek yanılmış olmayız.

 
Yazarın kendi hayatı da yazdığı öyküler kadar ilginç. Öncelikle Avi, yazarın gerçek adı değil. Gerçek adı sorulduğunda, bir yaşındayken ikiz kardeşinin verdiği bu ismin, yani “Avi”nin kullandığı tek isim olduğu karşılığını veriyor. Ayrıca, kitaptaki biyografisinde yer alan bilgiye göre Avi, öğrencilik yıllarında disgrafiden (yazı yazma bozukluğu) mustaripmiş. Ama o zamanlar yetişkinler Avi’nin yaptığı hataların “dikkatsizlik ve özensizlikten” kaynaklandığını düşünürmüş. Kim bilir, belki de yazarın “sorunlu” diye nitelendirebilecek “yaşantılara” farklı, daha içeriden, âdeta empatiyle bakabilmesi belki de yaşadığı bu kişisel deneyimin sonucu.

 
Tülin Sadıkoğlu


21 Şubat 2013 Perşembe

Kurbağa ve Yabancı

Bu kitap dünyadaki tüm hayvanlara adanmıştır; renkleri ve farklılıkları ne olursa olsun…

 Kurbağa ve Yabancı, Hollanda hükümetinin Matra Programı adını verdiği yaşanılan ülkedeki olumlu değişime destek vermeyi; ülkeler arasındaki dostluk ve işbirliğini sağlamayı amaçlayan proje kapsamında yayılanmış bir kitap.

Projenin amacı kadar Max Velthuijs’in yazdığı kitabın içeriği de dikkat çekici. Ve elbette resimleri.

Bir gün köye yeni biri çıkagelir ve yerleşir. Köy sakinleri gidip onunla konuşmak yerine hakkında konuşmayı tercih eder. Ona yaklaşmadan ve konuşmadan onun tembel, hırsız, pis, güvenilmez olduğundan bahsederler aralarında.

Kurbağa ise konuşulanları dinler ama onlara katılmaz. Yabancıyı izlemeye karar verir ve gördükleri ile arkadaşlarının varsaydıklarının ne kadar da birbirinden uzak şeyler olduğunu anlar. Söylenenlerin aksine çalışkan, temiz ve dürüst olduğuna inandığı yabancı ile arkadaşlık etmeye başlar. Köy halkı onu tenkit etse de Kurbağa doğru bildiğini yapmaya devam eder. Zaten bir süre sonra köy halkı da yaptıklarından utanacaktır.

Kabalcı Yayınevi tarafından yayımlanan, Seçkin Erdi’nin Türkçeleştirdiği kitap ötekileştirmeyi, önyargıyı naif bir dille eleştiriyor.

 Ebru Akkaş

20 Şubat 2013 Çarşamba

Benim Bir Karışım

Annesiyle birlikte dolaşmaya çıkan Memo, mahallenin onarım işlerini yapan Ali Usta’yla karşılaşır. Ali Usta, Memo’nun elini sıkar. Ellerinin Ali Usta’nın avucunun içinde kaybolduğunu gören Memo bunu sorun eder. Ona göre elleri çok küçüktür ve hep öyle kalacaktır. Herkesten saklaması gereken bir sırdır bu. Arkadaşı Zeynep dışında... Zeynep, Memo’ya hiç beklemediği bir şey söyler: Onun bir karışı sekiz nota etmektedir. Bu, Zeynep karışını açıp elini piyanonun tuşlarına koyduğunda sekiz notaya ulaşabildiği anlamına gelir. İşte o andan sonra Memo karşılaştığı herkese karışının uzunluğunu sorar ve o kadar farklı yanıtlar alır ki! Örneğin; annesinin bir karışı altı saattir, babasınınki ise ay kadardır. Gitarist Ahmet’in bir karışı vücudunun sekizde biridir. Çiçekçi için bir karışın anlamı karanfil kokusunun en iyi duyulabildiği mesafedir. Dedesine göre ise bir karış pek çok farklı anlam içerir… Peki, sizin için bir karışın anlamı nedir? Memo’nun en yakın arkadaşı Tombiş, “bir karış bir karıştır” diyor. Sizin “daha iyi bir yanıtınız var mı?”

Günışığı Kitaplığı’nın “Tombiş Kitaplar” dizisinden yayımlanan, Behiç Ak’ın yazıp resimlediği “Benim Bir Karışım”, anasınıfı ve birinci-ikinci sınıftaki çocuklar için öneriliyor.

Behiç Ak, karikatürleri, yazdığı-resimlediği çocuk kitapları, tiyatro oyunları, belgesel filmleri ve mimarlığıyla çok yönlü bir sanat, edebiyat ve kültür insanı. Yediden yetmişe her yaş grubundan hayranı var. Geçtiğimiz aylarda Behiç Ak’ın, uzun yıllar içerisinde, bugüne kadar ürettiği çalışmalarından derlenen “Yazmaya Çizmeye Devam” başlıklı sergisi Karşı Sanat’ta sergilenmişti. Şimdilerde ise Karaköy’deki Mimarlar Odası’nda 25 Şubat’a kadar yeniden izlenebilinir. Behiç Ak’ın çok yönlülüğünden, veriminden, gözlem gücünden, incelikli mizah anlayışından bir kez daha etkileneceksiniz!
Tülin Sadıkoğlu  

19 Şubat 2013 Salı

En Güzel Bulgar Masalları



Edebiyat akımlarının, türlerinin modası gelip geçse de masallar her zaman olduğu gibi bu akım ve etkilerin dışında kalıp sanatın her dalına esin kaynağı olmaya devam ediyor. Merakımızı yenemiyoruz bir tane daha masal okumak için. Hayatımızdaki "Bana masal anlatma!" ile "Tıpkı peri masalı!" gibi iki ayrı uç durumu masallardan başka bir tür ile ifade etmek de pek mümkün olmuyor.

Nesin Yayınevi'nden çıkan En Güzel Bulgar Masalları komşu ülkede anlatılan masalların derlemesinden oluşuyor. Kitapta Ayser Ali'nin derleyip çevirdiği yedi masal yer alıyor: Çoban ve Tilki, Çocuk ve Rüzgâr, Güneşin Armağanı, Kralın Sol Gözü, Kirpi ile Tilki, Üç Kardeş ile Altın Elma ve Topal Horoz.

Çoban ve Tilki masalında iyilik ve aklı kullanmak yüceltilirken, Kralın Sol Gözü'nde ise yöneticiler eleştiriliyor. Çocuk ve Rüzgâr ile Üç Kardeş ile Altın Elma'nın Anadolu Masalları ile benzerliği dikkat çekiyor. 

Komşumdan Masallar dizisi içinde yer alan kitabı Arda Soykan resimlemiş. Kitap 7 yaş üstü çocuklara ve sınırın diğer tarafındaki masalları merak eden herkese hitap ediyor.

Ebru Akkaş



18 Şubat 2013 Pazartesi

Kuyruksuz

Herkes kınalı kuşun doğum gününü kutlarken “kuyruksuz” davetli olduğu halde gidemiyor. Çünkü kuyruğu olmadığı için utanıyor. Kuyruğu çıksın diye her şeyi deniyor, ama olmuyor. Bunun üzerine kendisine bir kuyruk satın almaya karar veriyor. Çarşıya gitmek üzere yola çıktığında tıpkı kuyruk gibi “upuzun, kıvrım kıvrım” bir solucana rastlıyor. Ondan kuyruğu olmasını istiyor. Kalabalık bir ailesi olan ama kalacak bir evleri olmayan solucan bu teklifi kabul ediyor. Artık “kıvrım kıvrım, biçim biçim” bir kuyruğu olan kuyruksuz, şarkıcının doğum günü partisine gitmeye karar veriyor. Hemen süsleniyor püsleniyor, biraz da boyanıyor ve yola çıkıyor. Ama davete varıp da arkasına baktığında solucanın olmadığını görüyor. Yani yine kuyruksuzdur!

“Kuyruksuz bir kuş geldi,” diyor pembe kuş.
“Ne kadar da hoş biri,” diyor mavi kuş.
“Evet,” diyor sarı kuş. “Hem de hiçbirimize benzemiyor.”

Kuyruksuz şimdiye kadar boşu boşuna üzülmüştür. “Kıvrım kıvrım, biçim biçim” bir kuyruğu olmasa da diğer kuşlar onu sevmiştir.

Yazar, ressam Can Göknil ele aldığı konularla ve yaptığı resimlerle özellikle çocuk edebiyatında özel bir yere sahip. Can Çocuk Yayınları’nın “Okul Öncesi Kitaplığı” dizisinden çıkan ve farklılığın güzel olabileceğini, bunun kuracağımız ilişkilerde bir engel oluşturmayacağını gösteren “Kuyruksuz” ise hem öyküsü, hem de resimleriyle kuşkusuz her yaştan okurun büyük bir keyifle okuyacağı müthiş bir kitap.


Tülin Sadıkoğlu



15 Şubat 2013 Cuma

Madrabaz Ustanın Suç Akademisi

Çocuk kitaplarının esas karakterlerin/kahramanlarının iyi, örnek teşkil eden kişilerden oluşmasını normal kabul edince "hırsızlık" yapmayı iş edinecek bir kahramana dair bir kitap okumak insanın önce önyargılarını daha sonra algılarını değiştiriyor.

Dünya hiçbir zaman güllük gülistanlık olamadı ve hırsızlık, tarihin en eski mesleklerinden biri. Terry Deary, Madrabaz Ustanın Suç Akademisi dizisinin ilk kitabı Yeni Başlayanlar için Soygun'da bu konuya değiniyor.

19. yüzyılda zamanın unutulduğu bir kasaba olan Wildpool'da yaşanan suç salgını esnasında neler olduğunu Bay X imzalı birinin anlatımı ile öğreniyoruz. Smiff Smith annesinin zoru ile çarşıdan bir kova aşırırken dikkat çekiyor ve suç akademisine katılmak için davet ediliyor. Annesi ise bir saniye bile düşünmeden teklifi kabul ediyor.

Tam bu sırada belediye başkanı yeni güvenlik gücü polis kuvvetini halka tanıtır. Liddle, Larch ve polis müfettişinden oluşan bu üç kişilik ekip şehrin huzurunu sağlamakla görevlendirilir.

Smiff'se bu esnada suç akademisinde işin inceliklerini öğrenmeye ortağı Alice ile başlar. Akademide diğer öğrencilere sataşmak dışında derse geç kalmak, kopya çekmek, öğretmen sözü dinlememek serbest olduğu için fazla zorlanmaz. Sıra öğrendiklerini uygulamaya geldiğinde çocuklar ilk soygunları için sahaya çıkarlar.
Tudem tarafından yayımlanan, Berfu Durukan'ın çevirdiği kitabı hırsızlığa bir övgü değil sisteme bir eleştiri olarak görmek gerekiyor. Madrabaz Ustanın Suç Akademisi dizisinin ikinci kitabı Haytalar için Adam Soyma yayıma hazırlanıyor.

Ebru Akkaş

14 Şubat 2013 Perşembe

Çocuk


Leonard, anne babasının aksine çirkin, yeşil ve sıkıcı bulduğu doğadan hiç hoşlanmaz. Ona göre “doğanın ortasında yapılacak tek bir şey vardır: hayran hayran çevreye bakmak. Bu aslında sıkılmakla aynı şeydir, yalnızca gözleriniz kocaman kocaman açılmıştır.” Ama bir hafta sonu, annesiyle babası Leonard’ı yürüyüşe çıkardıklarında “nihayet bir şeyler olur”.

Yürüyüş yaparken bir keçiyoluna girerler. Leonard’a göre “keçiyolu yanlarında dükkânlar dizili olmayan, ortasında otlar biten, bilek burkan taşlarla kaplı ve kaşıntıya yol açan ısırgan otlarıyla çevrili bir sokaktır”. Annesi ve babası için ise keçiyolları büyülü yerlerdir. Leonard, onlar doğanın keyfini çıkarırken bir koyunla burun buruna gelir. Koyun ona ne olduğunu, sonra da ne işe yaradığını sorar. Koyun ve daha sonra onlara katılan inekle tavuk neler yapabildiklerini övünerek anlatırlar. Sonunda Leonard’ın ne işe yaradığını öğrenebilmek için onu kurda götürmeye karar verirler. Bu bir tuzaktır, ama Leonard şehirli bir çocuk olduğu, yani kirliliğe maruz kaldığı, egzoz gazı ve hormonlu tavuk kızartması koktuğu için bu tuzaktan kurtulacaktır. Yine de mutlu değildir, Leonard. Aklına takılmıştır: Bir çocuk ne işe yarar?

Fransız yazar Colas Gutman’ın yazdığı, Delphine Perret’nin resimlediği ve Tuvana Gülcan’ın çevirdiği “Çocuk”, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kitap 7-10 yaş grubu çocuklar için öneriliyor. 

Tülin Sadıkoğlu


13 Şubat 2013 Çarşamba

Bitlendiğimiz Yıl

Ismael, Riambau ve Benito da diğer tüm arkadaşları gibi Alex Gitarparçalayan'ın yeni albümü "Gitarı Yediğim Gün"ün rüzgârına kapılmış gidiyor. Saçlarını Alex Gitarparçalayan'la aynı model kestirip onun gibi hareket ediyorlar. Okuldaki tüm gündemi de bu oluşturuyor. Tam bu sırada sınıflarına yeni bir öğrenci geliyor; sıfıra vurulmuş saçları, sabahlığa benzer mavi çizgili uzun gömleği ile Zwentibold Biscop.

Zwenti'nin babası eczacı ve dükkânı tam da Riambau'nun babasının berberinin yanında. Çocuklar arasındaki kapak biriktirme salgınının farkında olan bu açıkgöz eczacı, çocukları kapak dağıtacağı vaadi ile eczaneye toplar, boy ve kilolarını ölçer. Ertesi gün tüm çocuklar kaşınmaya başlar. Tesadüfe bakın ki Zwenti ertesi gün babasının zoruyla okulda bit şampuanı el ilanlarını dağıtır. Herkes şampuan almak için eczaneye koşar. Şampuan fayda etmez. Bu kez bir servet ödeyerek başka bir şampuanı satın alırlar. Eczane zinciri olan Biscoplarsa durumdan gayet hoşnuttur. Para kazanmak için türlü yollara başvurmaktan hiç çekinmezler. Ismael, Riambau ve Benito ise bu işi çözmeye niyetlidir. İşin peşine düşerler.

Bit salgını ortalığı kasıp kavururken bir okula ziyarete giden Alex Gitarparçalayan da bitlenir ve soluğu berberde alır. Kafasını kazıttıktan sonra ortaya çıkan dövme ise olayları hiç beklenmedik bir yere götürür.

David Nel.lo'nun yazdığı Bitlendiğimiz Yıl’ı Cristina Losantas resimlemiş. Final Kültür Yayınları tarafından yayımlanan kitabı İspanyolcadan Fatmagül Ezici çevirmiş. Kitap 8 yaş üstü çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş








12 Şubat 2013 Salı

Ağaçlar Ülkesine Yolculuk



Fransız yazar Jean-Marie Gustave Le Clézio (d.1940), ülkesinde yaşayan en önemli yazarlardan biri olarak görülüyor. 2008 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Le Clézio, “Sözcükleri günlük konuşmanın yozlaşmış halinin üzerine çıkarmaya ve esas gerçekliği çağırma gücünü onlara geri vermeye çalışan bir sihirbaz,” olarak görülüyor. Kırkın üzerinde kitabı olan yazarın çocuklar için yazdığı, Henri Galeron’un resimlediği ve Orçun Türkay’ın çevirdiği “Ağaçlar Ülkesine Yolculuk” adlı kitabı Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

Öykünün kahramanı yolculuk etmek, gökyüzünü, denizi ya da ufkun ötesini gezmek isteyen bir çocuktur. Ama bunları yapmak için gerekli olan araçlara sahip değildir ne yazık ki. Bu nedenle çocuk da ağaçlar ülkesine gitmeye karar verir. Bunun için yapması gereken tek şey ormanda gezintiye çıkmaktır.

Ormanda gezdikçe ağaçların kımıldadığını, konuşabildiklerini fark eder. “Ağaçların çekingenliğini kırmasını bilmeyenler, ormanların sessiz olduğunu söylerler. Ama bir ıslık çalın, hele bir de kuş ötüşü kadar iyi ıslık çalabiliyorsanız, ağaçların çıkardığı sesi duymaya başlarsınız.” Sabırlı olan ve çok güzel ıslık çalan oğlan böylece meşelerin, kayınların, akağaçların, sedirlerin, dişbudakların, kavakların, defnelerin, söğütlerin ve daha pek çok ağacın konuşmalarını duymaya başlar. Ağaçlarla arkadaş olmuştur artık. Üstüne bir de akşamki dansa davet edilir. Yüzyıllar boyu hep aynı yerde duracağı düşünülen ağaçlar geceleri şarkı söyleyip dans ederler… Nasıl mı?

Le Clézio’nun aktardığı bu düşsel yolculuğa Henri Galeron’un metni destekleyen, imgesel resimleri eşlik ediyor. 

Tülin Sadıkoğlu





11 Şubat 2013 Pazartesi

Origami Yoda


George Lucas’ın Yıldız Savaşları filmleri sadece sinema tarihini değil edebiyatı da etkiledi. Geçen yıllarda Yıldız Savaşları filmlerinin ardılı Darth Vader ve Oğlu gibi çocuk kitapları da yayımlandı. Origami Yoda'nın Gizli Dosyası da  Yıldız Savaşları'na göndermeler yapan bir çocuk kitabı.

Dwight, kendi Origami Yoda'sını yapıp parmağında taşıyan, biraz uçuk kaçık diyebileceğimiz bir çocuk. Hal ve tavırlarından arkadaşları memnun değil. Ne var ki parmağında taşıdığı origami Yoda’dan sonra arkadaş çevresinde işler biraz değişmeye başlıyor. Arkadaşlarının zora düştüğü durumlarda Dwight hep ortamda oluyor ve "Yoda sana akıl verebilir" önerisiyle arkadaşlarına bir çözüm sunuyor.
  
Origami Yoda son derece bilge olup ve akılcı öneriler sunarken Dwight'ın beceriksizliği herkesin kafasını karıştırıyor. Tommy, Origami Yoda'nın gerçek olup olmadığını anlamak için arkadaşlarının başından geçenleri bir dosyada toplamaya karar veriyor. Origami Yoda'nın yardım ettiği herkesin hikâyesini yazıyor. Arkadaşı Harvey ise yaşananlara inanmadığı için akılcı açıklamalar yapmaya gayret ediyor. Dwight bir kızgınlık anında Origami Yoda'sını buruşturup atınca Harvey bu fırsatı hemen değerlendiriyor.

Yıldız Savaşları filmindeki repliklere göndermeler de yapan kitabı Tom Angleberger yazıp resimlemiş.

Burcu Bingül’ün Türkçeleştirdiği kitap Altın Kitaplar etiketi ile yayımlandı.


Ebru Akkaş

8 Şubat 2013 Cuma

Kocaman Ayaklı Çocuk


İtalyan yazar Beatrice Masini’nin yazdığı, Nükhet Amanoel’in çevirdiği “Güzel, Açıkgöz, Cesur Kızlar” dizisi Can Çocuk Yayınları’ndan yayımlanıyor. Dizinin ikinci kitabı “Kocaman Ayaklı Çocuk”un kahramanı “bayrak direği kadar uzun ayakları” olan sekiz yaşındaki Menta. “Uzun bir çift ayak büyük bir engel sayılabilir; ama sayılmayabilir de… Bu ayaklar utanç kaynağına dönüşebileceği gibi birçok maceranın kapısını da aralayabilir. Ya rahatsız bir uzantı gibi görülebilir ya da eşsiz bir özellik olarak algılanabilir.”

Menta, mutlu bir çocuktur. Ama kocaman ayakları ona kimi zaman sorun yaşatır. Örneğin okul bahçesinde çocuklarla birlikte koşması gerektiğinde ya da bazen yalnızca yürürken bile takılır, düşer. Bunlar yetmiyormuş gibi annesi, diğer kızlar gibi narin ve biçimli gelişmesi için onu bir bale kursunu yazdırır. Menta ne ayaklarının kocaman olmasını, ne takılıp düştüğünde diğer çocukların ona gülmesini önemsemez. Onun “yüreği bir balon kadar hafiftir.” Menta’nın asıl sorunu annesi ve babasının onun ayaklarını dert etmesidir. Onu sürekli doktorlara götürürler ve Menta da can sıkıcı pek çok tedaviye katlanır. Ama bir gün doktorlardan biri ameliyat olması gerektiğini söyleyince evden kaçmaya karar verir.

Menta’nın yolu önce bir sirke sonra nehrin kıyısına kurulmuş bir köye, ardından bir adaya ve sonunda kendisi gibi uzun ayakları olan insanların yaşadığı bir köye düşer. Bu arada ailesi onu aramaktan hiç vazgeçmez. Kızlarının arkasında bıraktığı izleri takip ederler ve onun kocaman ayaklarıyla ne kadar özel biri olduğunu görürler. Menta da ailesini özlemektedir ve sonunda kendisini dönmeye hazır hisseder. 

Tülin Sadıkoğlu

7 Şubat 2013 Perşembe

Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello


Resimli kitaplar, hem resimleri hem de kısacık metinlerin bütünlüğü ile çocuklar için olduğu kadar kitapları onlara okuyan yetişkinler için de güzel bir seçim.

Lodovica Cima ve Gabrielle Clima'nın ortak çalışması Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello da böyle bir okul öncesi kitabı.

Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello, aynı evi paylaşıyor. Mesai saatleri farklı olduğu için birbirlerini pek görmüyorlar. Evde, biri gece diğeri gündüz kalıyor. 

Bu düzen gerçekten de kusursuz gibiydi: Bir ev, bir bisiklet ve saat kadar dakik iki arkadaş.
Piero gece uyuyup gündüz pedal çevirirdi.
Marcello gündüz uyuyup gece pedal çevirirdi. 

Fakat soğuk bir kış günü ikisi de hastalanınca aynı anda evde kalmaları gerekiyor. Birlikte zaman geçirmeye başlayınca anlaşamadıklarını fark ediyorlar. Birinin ak dediği diğeri için kara oluyor. Birbirlerinin zevk ve alışkanlıklara burun kıvırmaya başlıyorlar. Uzlaşmak için de bir çaba göstermiyorlar. Ta ki radyoda çalmaya başlayan bir şarkıyı beraberce mırıldandıklarını fark edene kadar...

Ceylan Özçapkın'ın Türkçeleştirdiği kitap Nesin Yayınevi tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

6 Şubat 2013 Çarşamba

Yeşilcik


"Anlatı ustası” Cemil Kavukçu, öykülerden oluşan ilk çocuk kitabı Selo’nun Kuşları’nın ardından üç köpek kahramanın başından geçenleri anlattığı Havhav KardeşliğiBopato 1, Özgürlüğe KaçışBopato 2, Kafeste Bir TopikBopato 3 adlı kitaplardan oluşan bir dizi ve Bir Öykü Yazalım mı? başlıklı bir çocuk romanı yazmıştı. Çocuklar için yazdığı son romanı Yeşilcik ise yine Can Çocuk Yayınları tarafından 2012 yılında yayımlandı.

Kavukçu'nun yeni yapıtında Bir Öykü Yazalım mı? adlı kitabın kahramanı Fatoş yine karşımızda. Fatoş bu kez tek başına yaşayan anneannesine bir arkadaş bulur. Yemyeşil bir muhabbetkuşu olan bu arkadaşın adı da Yeşilcik olur. Ama bununla bitmez... Neriman Teyze yeni arkadaşıyla sohbet ederken çocukluk anılarına bir yolculuk yapar. Eskiden oynadıkları oyunlarla şimdiki çocukların oynadığı oyunları karşılaştırır. Bu onu biraz üzer, çünkü eskiden onlar dışarıda, geniş alanlarda oynarken zamane çocukları okuldan eve, evden okula gitmekte, bilgisayar karşısında oyunlar oynamaktadır. Anneannesi eski oyunları hatırladıkça torununa da anlatır. Bunlardan yola çıkan Fatoş’un aklına parlak bir fikir gelir.

Yalnız yaşayan Neriman Teyze, tek çocuk olan ama bir kardeş isteyen Fatoş ve kızlarını en iyi şartlarda ve sevgiyle yetiştirmeye çalışan Handan ve Selim… Cemil Kavukçu, ayrıntılarla bezediği romanıyla okurlara tüm aile bireylerinin bir resmini çiziyor. Her bir aile bireyinin ama en çok Neriman Teyze ve Fatoş’un duygularını, düşüncelerini aktardığı romanında her yaştan okur kendisinden bir parça bulabiliyor. İncelikli ve akıcı anlatımı, özenli ve duru diliyle Cemil Kavukçu iyi ki genç okurlar için de yazıyor.

Tülin Sadıkoğlu


5 Şubat 2013 Salı

Korsan Okulu


Zamanda yolculuk ya da korsanlık gibi bazı şeylerin modası asla geçmiyor. Defalarca dinlenilse anlatılsa da insan bir yenisine hayır diyemiyor. Sir Steven Stevenson'ın kitabı Korsan Okulu da bunlardan bir tanesi.

Dört farklı ülkeden gelen beş çocuğun tek gayesi vardır: Korsan Okulu'na katılıp mektepli korsan olmak. Dizinin ilk kitabı Denizanası Adası'nda Jim, Anton, Ondina, Babordo ve Tribordo tanışıyoruz.

Korsan Okulu'nun bulunduğu adaya doğru yola çıkan çocuklar önce kendilerini adaya bırakacak filikayı temizlemekle görevlendirilir. Dört erkek ve bir kızdan oluşan yeni öğrenci grubu kendilerini bir sandıkla beraber okulun olduğu Denizanası Adası sahilinde bulurlar; daha doğrusu buraya bırakılırlar. Sandığın içinde pusula, kanca, ip,makara, hindistancevizi gibi nesneler vardır. Bunların ne işe yarayacağını ve adadaki okulu kendileri bulmaları gerekir.

Çocukların Fransa, İngiltere, Portekiz ve Norveç gibi farklı ülkelerden gelmeleri de elbette bir tesadüf değil. Her bir çocuğun kendine özgü bir karakteri ve yeteneği var. Burada önemli olansa farklı özelliklerin takım çalışmasında bir eksiği tamamlaması.

Oğulcan Açıkel'in çevirdiği Denizanası Adası'nı takiben dizinin ikinci kitabı Herkes Gemiye de Kasım 2012'de Mavibulut Yayıncılık tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

4 Şubat 2013 Pazartesi

“Bir anlığına kendi yaşamımıza dışarıdan bakabilseydik ya da kendimizinkinden çok farklı yaşamlara yakından tanıklık edebilseydik bu nasıl bir tecrübe olurdu dersiniz?”


Büyük bir alışveriş merkezinde anne ve babasını kaybeden Miguel, onları bulmak için otoparka gittiğinde burada çöp bidonunu karıştıran evsiz bir derbederle çarpışır. Bir yabancıyla konuşmaması gerektiğini hatırlayan Miguel tam arkasını dönüp gidecekken elindeki çikolatayı ona verir. Evsiz adam, çöp bidonunda bulduğu ekmekle sandviç yaptığı çikolatayı paylaşmayı önerir ve bu arada da ona ballandıra ballandıra marketlerde nasıl hırsızlık yaptığını anlatır. Kitap çalmaya ise bayılmaktadır. Walt Whitman’ın bir şiir kitabını gösterir ve bir tanesinin yalnızca ilk satırlarını okur:

Her gün dışarı çıkan bir çocuk vardı
Ve baktığı ilk şeyde
Dönüşüverirdi o nesneye.

Evsiz adam bu satırları okur okumaz Miguel’in yanından uzaklaşır. Tam da o sırada annesi ve babası yanına gelir.

Ertesi gün Miguel babasıyla birlikte okula giderken trafik lambasının yanında iki çocuk görür. Mendil satan, arabaların camlarını silen bu çocuklardan bir tanesinin üzerindeki tişört Miguel’in dikkatini çeker çünkü önünde en sevdiği müzik grubunun resmi vardır. Sonra araba hareket eder ve okula varırlar. Miguel okula doğru yürürken “bir şeyin bedenini kontrol altına aldığını, bir bulut gibi onu sarmaladığını, hatta ayaklarını yerden kesip onu sağa sola sarstığını hisseder”. Birdenbire trafik lambasının orada gördüğü çocukların seslerini duyar. Neler olduğunu anlayamaz. Ama kısa bir süre sonra çocuğun tişörtünün üstündeki grubun solistinin baskı resmine dönüştüğünü fark eder. Kendisi sesini onlara duyuramaz ama bütün günü bu iki çocukla birlikte, onların konuşmalarına, yaptıklarına eşlik ederek geçirir. Akşama doğru yine kendi haline döner.

Miguel sonraki günlerde çeşitli nesnelere dönüşmeye devam eder. Anne babasına olanları anlatamaz, ama bir yandan da artık başka bir nesneye dönüşmek istemez. Bir gün evsiz adamı görür, ancak son umudu da bir şekilde ortadan kaybolur. Şimdi ne olacak? Bu sonsuza dek böyle mi devam edecek, yoksa her şey eski haline dönecek mi?

Bir anlığına kendi yaşamımıza dışarıdan bakabilseydik ya da kendimizinkinden çok farklı yaşamlara yakından tanıklık edebilseydik bu nasıl bir tecrübe olurdu dersiniz? On yaşındaki Miguel’le birlikte kitap boyunca bizler de kendimizi bir başkasının yerine koymanın nasıl bir şey olabileceğini düşünüyoruz.

İspanyol yazar Alfredo Gómez Cerdá’nın yazdığı, Javier Zabala’nın resimlediği Miguel kısa bir süre önce İletişim Yayınları’ndan Saliha Nilüfer’in çevirisiyle yayımlandı.

Tülin Sadıkoğlu