29 Mart 2013 Cuma

Doğa Dostları


Türk edebiyatının önemli isimlerinden Ferit Edgü’nün çocuklar için kaleme aldığı Doğa Dostları ile karşılaşmak sadık bir Edgü okuru olarak beni çok sevindirdi.

Ferit Edgü ve Sadi Pektaş ortak çalışması olan kitabın girişinde önsöz diyebileceğimiz şu açıklama yer alıyor: “Doğa dostu olmayan insan davranışları yüzünden çoğunun türü tükenmeye yüz tutan hayvanlar için metinleri Ferit Edgü yazdı, resimleri Sadi Pektaş hazırladı.”

Ferit Edgü, insanların tüketim merakı ve batıl inançları yüzünden avladığı hayvanlar ağırlıklı olmak üzere birçok hayvanı usta anlatımıyla tanıtıyor.

Bu kısacık metinler görüntüleri ne kadar ürkütücü olsa da asıl tehlikeli olanın hayvanlar değil de insanlar olduğunu naif ve eğlenceli bir dille anlatıyor.  

Kitaptaki metinler kadar Sadi Pektaş’ın sade ve sıcak resimleri de dikkat çekiyor. 2004 yılında Adam Yayıncılık’tan çıkan Doğa Dostları okul öncesi dönemdeki çocukların zevkle karıştırabilecekleri bir çalışma.

Ebru Akkaş

28 Mart 2013 Perşembe

Şehir geliyor!

“Dal yok. Yaprak yok. Tohum yok. Tomurcuk yok. Filiz yok. Rüzgâr yok. Yağmur yok. Toprak yok. Solucan yok. Köstebek yok. Kaplumbağa yok. Ardıçkuşu yok. Saksağan yok. Serçe yok. Yılan yok. Kirpi yok. Tavşan yok. Yosun yok. Yabangülü yok. Bülbül yok. Sincap yok. Kartal yok. Şahin yok. Baykuş yok. İspinoz yok. Tilki yok. Ateşböceği yok. Yabanarısı yok. Kırlangıç yok. Gelincik yok. Ses yok. Soluk yok. Umut yok…”

Ali “şehir yavrusu” bir köyde yaşar. Köyde yaşayanların geçim kaynağı balıkçılıktır. Ali’nin babası da balıkçıdır ve “Mavilim” adında bir tekneye sahiptir. Köye sonradan gelmiş olan ve hakkında türlü türlü hikâyeler anlatılan “Kuşçu” adında biri vardır. Uydurukçu Seyfi’nin anlattığına göre Kuşçu bir sabah içinde bir sıkıntıyla uyandığında evle beraber içindeki tüm eşyanın üzerine üzerine geldiğini görür. Kendini dışarı atar. Bu kez de insanlarıyla, türlü türlü taşıt aracıyla, binalarıyla, egzoz dumanıyla, koşuşturmacasıyla, tüketim çılgınlığıyla tüm kent Kuşçu’yu boğacak gibi olur. “Dört bir yanını sarmış” bu kentten kurtulamayacağını düşünmeye başlamışken bir kuş görür. “Ama nasıl bir kuş? Bildiğin kuşların hiçbirine benzemeyen… Sanki dünyada bilinen bilinmeyen ne kadar renk varsa, bir araya gelip bunun gövdesine bezenmiş. Bir renk cümbüşü…” Uydurukçu Seyfi’nin anlattığı hikâyeye göre Kuşçu, işte bu kuşun rehberliğinde Saklıköy’e kadar gelmiştir.

Saklıköy’dekiler Kuşçu’nun kuşlarla konuşabildiğine inanırlar. Ali ve arkadaşı Ömer, tam da bu nedenle, İstanbul’da bir sokağın kaybolduğunu duyduklarında Kuşçu’ya giderler. “Nerede bir şey olsa, önce kuşlar öğrenir,” diye düşünürler ve duydukları bu olayın doğru olup olmadığını sormak isterler. Ancak Kuşçu’nun kafası başka bir yerdedir, Keltepe’de olanlar onu düşündürür. “Şehir geliyor,” der endişeyle. Çocuklar şaşırır, “şehrin kalkıp gelmesi”nin ne demek olduğunu, şehir gelirse ne olacağını bilemezler.

Ne olacağını anlatıyor Öztopçu: Şehir var olurken çevresindeki bağları, bahçeleri, koruları, ormanları yutuyor, akarsuları ve gölleri kurutuyor, gökyüzünü karartıyor, denizi çürütüyor. “Çünkü neden? Çünkü dur diyen yok.” Karşı çıkanlar var elbette, ama yeterli değil.

Öyküleriyle tanıdığımız Kadri Öztopçu’nun, insanın doğaya neler yaptığını gösteren, hatırlatan “Saklıköy’ün Kuşçusu” adlı ilk gençlik romanı Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlandı. Kitaptaki resimler usta karikatürcü Tan Oral’a ait.

Tülin Sadıkoğlu





27 Mart 2013 Çarşamba

Unutkan Mumi

Unutkanlık bir kusur mu ya da bazen unutmak iyi mi?

Gabriele Clima’nın sakin, neşeli kahramanı Mumi aynı zamanda çok unutkan. O kadar ki yaşadığı kasabanın adını, doğum tarihini, hatta evinin yerini unutuyordu. Evine geri dönebilmek için ayak bileğine bir ip bağlıyordu. Bu özelliği ile kasabın eğlence kaynağıydı. Herkes onunla alay ediyordu. Aslında onun unutkan değil deli olduğunu düşünüyorlardı.

Kasabaya zengin biri taşınınca halk Mumi’yi unutup yeni sakin ile ilgilenmeye başladı. Bu Yeni kasaba sakininin zenginliği herkesin dikkatini çekti. Zengin adam gösteriş yapmayı da seviyordu. Sonra kasaba halkının arasında kıskançlıkla birlikte bir tüketim ve sahip olma çılgınlığı başladı. Sonra da hırsızlık... İşler o kadar kontrolden çıktı ki herkes evinden çıkmaya korkar oldu. Herkes birbirine küstü; Mumi hariç.

Evlerinden çıktıklarında bir tek Mumi’ye selam veriyorlardı. Onula alay etmeyi bırakmışlardı. Hatta birbirleri ile aralarını düzeltmek için Mumi gibi “Boş ver, unuttum bile!” diyorlardı.  

Chiara Carrer’in resimlediği Unutkan Mumi’yi Türkçeye Ceylan Özçapkın çevirmiş. Kitap Nesin Yayınevi tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

26 Mart 2013 Salı

Ormanda uyuyan bir Ay var!

Ormanda gece olmuştur, ama yeni uyanan Bay Baykuş gökyüzüne baktığında Ay’ı göremez. Şimdiye kadar çoktan gökyüzünün ortasında olması gereken Ay ortalarda yoktur çünkü bir bulutun üzerinde uyumaktadır! Sekreteri Bıdık Serçe onu uyandırmayı bir türlü başaramaz. Her yolu deneyen serçe son olarak onu gıdıklamaya başlamıştır ki Ay buluttan aşağıya, ormana doğru kaymaya başlar. Uyumakta olan Ay’a küçük kuşlar uykulu gözleriyle şaşkın şaşkın bakar. Önce iki ağacın dalları üzerine konan sonra da ağaçlar tarafından yavaşça, yumuşacık çimlerin üzerine bırakılan Ay uyumaya devam eder. Bıdık Serçe ne yapacağını bilemez, Bay Baykuş ise telaşlıdır. Sonunda Bay Baykuş’un aklına bir fikir gelir. Ormandaki bütün hayvanları yardıma çağırır: Genç bir geyik güçlü boynuzlarıyla Ay’ı dürter; yaşlı, gri Kurt, Ay’ın gövdesine tırmanıp burnunu yalar ve korkuyla uyanmasını bekler; çalgıcı tavşan kardeşler dans edip şarkılar söyler; Tilki kocaman kuyruğuyla Ay’ı gıdıklar… Ama hiçbiri Ay’ı uyandırmayı başaramaz. Sonunda çok okuyan ve her zaman sorunlara çözümler üreten Pino’ya gitmeye karar verirler. Kitaplarına başvuran Pino bir çözüm bulmayı başarır. Bir prens olmasa da Pino öperek Ay’ı uyandırmaya çalışacaktır. İşe yarayacak mı dersiniz? Peki, Ay uyanırsa gökyüzündeki yerine nasıl dönecek?
 
İtalya’nın en tanınmış, en saygın çocuk yazarlarından ve illüstratörlerinden biri olarak görülen Nicoletta Costa, yarattığı karakterlerle ve kendine has üslubuyla sadece ülkesinde değil dünyada da çok ilgi görüyor, seviliyor. Ülkemizde de kitapları yayımlanmaya başlayan Costa’nın yazıp resimlediği “Ormanda Uyuyan Ay” Formül Yayınları’ndan çıktı. Arka kapakta yedi yaş ve üzeri çocuklar için önerilmiş, ancak 3-5 yaş grubu çocuklar da rahatlıkla bu harika kitabı okuyabilirler.
 
Tülin Sadıkoğlu
 
 

25 Mart 2013 Pazartesi

Tavşan Peter Masalı

Beatrix Potter'ın ilk kez 1901'de siyah beyaz olarak yayımlanan Tavşan Peter'in masalları o günden beri hem zevkle okunuyor hem de esin kaynağı olmaya devam ediyor. 

Oscar ödüllü İngiliz oyuncu Emma Thompson, Beatrix Potter’ın orijinal hikâyelerinden esinlenerek yeni bir Tavşan Peter masalı kaleme aldı. Çocukluğunda babasından dinlediği Beatrix Potter masallarını hâlâ hatırladığını söyleyen oyuncu ısrarla Kötü Tavşanın Masalı’nı dinlemek istediklerini de çocuklar için hazırlanan kısa biyografisinde belirtiyor.

 Emma Thompson’ın yazdığı Tavşan Peter Masalı’na gelince… Tavşan Peter’ın canı çok sıkılıyor. Bu sıkıntıyla Bay Yeşilbahçe’nin bahçesindeki sepetin içine girip ne varsa yiyor. Sonrasında da uyuyakalıyor. Uyandığında ise bir arabanın arkasında epeyce yol almış olduğunu fark ediyor.Arabadan atlayıp hızlıca kaçmaya çalışıyor ta ki Finlay McBurney adlı dev bir tavşanla karşılaşana kadar… 

Kitabı Beatrix Potter’ın ruhuna sadık çizgileri ile Eleanor Taylor resimlemiş. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan kitabı Cumhur Öztürk çevirmiş. Kitap okul öncesi dönemdeki çocuklara hitap ediyor. 

Ebru Akkaş

22 Mart 2013 Cuma

Bahar Masalları

Masal, küçük-büyük herkesin ilgisini her zaman çekmiştir. Küçükken anlatılan masallar eğlendirirken büyüdükçe daha farklı bir anlam kazanmıştır belki de. Hayal dünyasını tazeleme, yeni ve olumlu bir bakış kazabilme, engellere rağmen yeni ve farklı bir yolun olduğunu bir kez daha fark etme ya da yalnızca hoş vakit geçirme… Hangi nedenle olursa olsun çoğu yetişkin zaman zaman masalların dünyasına geri dönmüştür.

Son zamanlarda masal kitaplarında bir artış olduğunu söyleyebiliriz. Bu artış olumlu gibi görünse de hem yerel hem dünya masalları böylesine zenginken yayımlanan kitapların sayısı yine de yetersiz kalıyor.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Tarık Demirkan’ın derleyip çevirdiği ve Feridun Oral’ın resimlediği Güz Masalları, Kış Masalları, Yaz Masalları ve Bahar Masalları başlıklı dört çalışma masal derlemelerinin güzel örneklerinden. Mevsimlerle ilişkilendirilmesi, kitaplarda yer alan masalların ağırlıklı olarak temaları içeren masallar olması ilgi çekici, bana kalırsa. Bizi yağmurlu, serin bir hafta sonu bekliyor olsa da çiçek açan ağaçları ve ara ara kendini gösteren güneşiyle baharın gelişini duyumsadığımız şu günlerde  Bahar Masalları” keyifle okunabilir.

Kitapta Polonya, Hollanda, Estonya, Vietnam, İspanya, Çin, Letonya ve Slovakya’dan masalların yanı sıra Italo Calvino, Zoltán Zelk, Rudyard Kipling ve Oscar Wilde’ın yazdığı masallar da buluyor. 
 
Masalın yaşı olmaz, kitapta da yaş grubu belirtilmemiş. Yine de, kanımca, bu kitap 9 yaş ve üstü çocuklar ve masala ihtiyaç duyan tüm büyükler için.

Tülin Sadıkoğlu
 

"Bahar Masalları" kitabından "Kardelen" masalını, yayınevinin sitesinden "Tadımlık" olarak biz de aktarıyoruz! (http://www.ykykultur.com.tr/kitap/bahar-masallari)

KARDELEN

Ormanlar, kırlar hâlâ kalın bir kar tabakası altındaymış. Ama artık giderek ısınan güneş, karların altındaki minik çimen sürgünlerinin kıpırdanmalarına neden oluyormuş. Derin uykularından uyanan narin çimenler minik bedenlerini harekete geçirmeye çalışıyorlarmış. “Pısst, uyuyor musun daha?” demiş çimenciklerden biri yanındaki arkadaşına. Evet, henüz uyuyormuş o. Yalnızca o değil, karların altında kış uykusunda yatan öteki çimenlerin hepsi hâlâ derin bir sessizlik içindeymiş. Ama erken uyanan minik çimenin seslenmesiyle, yanındaki çimencik de uyanmış. Tam da güzel bir rüya görüyormuş o sırada. Rüyasında sıcak güneşin altında gökyüzüne doğru uzanıyormuş. Sabah serinliğinin minik bedeni üzerinde bıraktığı su damlacıklarının tadını çıkarıyormuş. Bu yüzden de uyandığında bir gülümsemeyle çevresine bakınmış. “Niye gülümsüyorsun?” diye sormuş komşusu. “Rüzgâr bizi çağırıyor, öyle değil mi?” “Ne rüzgârı?” demiş öteki. ”Henüz ılık bahar rüzgârı falan yok ortada. Karların altındayız.” “Karların altında mıyız?” diye şaşırmış uykudan uyanan çimencik. “Bense bahar çoktan geldi sandım. Off, ne zaman kalkacak üzerimizden bu kar tabakası?” Bitmez tükenmez kışı düşününce yeninden kederlenmiş. Yattığı yerde birazcık dönmeye çalışmış. “Uyuyalım bari. Madem daha kış sürüyor, yeniden uyumayı deneyelim. Belki yine rüya görürüz.” “Hayır, hayır. Uyumayalım,” demiş arkadaşı. “Ben çoktan uyandım. Bence dışarısı artık iyice ısındı. Gel yukarıya çıkalım, karların üzerinde ne var bakalım.” “Deli misin sen? Nasıl çıkarız karların üzerine? İstesek de yapamayız. Biz minik çimenleriz, karların arasından yukarı çıkamaya gücümüz yetmez.” Çimenciğin bu yakınmaları işe yaramamış. Arkadaşı kararlıymış. “Evet, gerçekten çıkamayız, dediğin doğru. Ama bunun bir çaresi de olmalı. Onu bulmalıyız. Madem kışın bitmesini diliyoruz, madem yukarıda artık havanın ısınıp ısınmadığını merak ediyoruz, o zaman biz yapamasak bile bunu yapacak birilerini bulmalıyız.” “Ama nasıl?” Arkadaşı bir süre yanıt vermemiş. Sonra anısızın “Buldum!” diye bağırmış. Zaten kısacık olan bedenini toprağa doğru iyice yatırmaya çalışmış. Elinden gelse boylu boyunca toprağa uzanacakmış. “Onları uyandıracağım. Toprağın altında baharı bekleyen, ama bir türlü uyanamayan arkadaşlarımıza haber vereceğim.” “Sen küçücüksün, onları nasıl uyandıracaksın?” diye sormuş kuşkucu minik çimen. Ama arkadaşının onun sözlerine kulak asmadığı belliymiş. “Olsun, hiç olmazsa denerim.” Bunu söyledikten sonra da minik gövdesiyle toprağa vurmaya başlamış. Durmadan, ara vermeden pıt pıt pıt vuruyormuş yere. Gerçekten çok ses çıkmıyormuş bu vuruşlardan, ama kalın kar tabakasının yarattığı derin sessizlikte en küçük kıpırtılar bile yankılanarak uzaklara ulaşabiliyormuş. Biraz sonra toprağın altından sesler duyulmaya başlamış. Bu sesler minik çimenin azmini daha da güçlendirmiş. Daha kararlı bir biçimde vuruyormuş toprağa. Hatta artık tıklamanın da ötesinde ağzını toprağa yakınlaştırıp seslenmeye de başlamış: “Günaydıııııınnnn! Artık uyanıııııınnnnn!” Toprağın hemen altında, filizlerinin arasında uyuyan kardelen yavaşça gözlerini açıp kıpırdanmış. “Neler oluyor? Kim vuruyor toprağa?” “Ben minik çimenim dostum, uyan artık.” “Minik çimen mi? Sen uyandın mı?” “Elbette dostum. Uyan artık, uyku zamanı geçti.” “Sen uyandıysan ben çok bile uyumuşum demektir,” demiş kardelen ve minik başını toprağın üzerine doğru uzatmaya başlamış. Zaten başını kaldırır kaldırmaz sabırsızlıkla kendini bekleyen minik çimenlerle karşılaşmış. Özlemle kucaklaşmışlar. Nemli topraktan başını çıkarması kolaymış. Ama üzerlerini kalın bir yorgan gibi kaplayan kar tabakasını nasıl delecek, yeryüzüne nasıl çıkacakmış? “Biliyorum sen cesur bir kardelensin,” demiş minik çimen. “Bizlerin, artık uyanan tüm bitkilerin de tek umudusun. Bunu başarabilirsin! Yapacağın tek şey yılmadan gökyüzüne doğru yükselmek. Bu kar tabakasının artık çok kalın olduğunu sanmıyorum. Yukarıdaki güneşi hissedebiliyorum. Artık bizim zamanımız geliyor. İlkbahar geliyor, inan bana. Çıkıp bakman gerek. İlkbahar güneşinin gökyüzündeki yerini alıp almadığını öğrenmemiz gerek… Bunu da bir tek sen yapabilirsin.” Kardelen fazla nazlanmamış. Derin bir nefes almış ve küçük vücudunu yukarıya doğru yükseltmeye başlamış. Gerçekten de hiç zor olmamış. Kısa bir süre sonra kardelen birden başının kar tabakasının üzerine çıktığını fark edivermiş. “Ne kadar güneşli burası,” diye seslenmiş çimenciklere. “Gökyüzü ne kadar mavi.” Kardelenin sevinç çığlıklarını duyan yalnızca küçük çimenler değilmiş. Gökyüzünde bahar sıcağını çevresine yaymaya çalışan güneş de duymuş. Bu sevinç çığlıkları, artık kışın bittiğini, yeşil bitkilerin, renk renk çiçeklerin boy vereceği günlerin geldiğini de müjdeliyormuş. Güneş sesini duyduğu beyaz çiçekli minik kardelene gülümsemiş. Güneş gülümseyince hava da ısınır, öyle değil mi? İşte kardelenin çevresindeki karlar bu yüzden hızla erimeye başlamış. Kısa bir süre sonra, erken uyanan iki küçük çimen kendilerini güneşin altında buluvermişler. Gökyüzündeki güneş onlara gülümsüyormuş. Kardelen de bembeyaz çiçeğiyle güneşi selamlıyormuş. Herkesin özlemle beklediği bahar işte böyle gelmiş…

21 Mart 2013 Perşembe

Virgina Woolf: Görünmeyenin Yazarı

Son on yılda çocuklar için sanat, edebiyat ve bilim dünyasının önemli isimlerine dair biyografiler yayımlanmaya ve çevrilmeye başlandı.

Bu tarz kitaplar çocukları yapıtlar ve de sanatçılarlarla sadece tanıştırmakla kalmıyor aynı zamanda esin kaynağı olabiliyor.

Virgina Woolf: Görünmeyenin Yazarı İngiliz yazar Virginia Woolf'un hayatının ana hatlarından oluşan, özellikle çocukluk ve gençliğine odaklanan bir biyografi. Sekiz çocuklu ailenin, 3 yaşına kadar konuşmayan kızı olan Woolf yazar olmayı çocukken aklına koyuyor. Babasının kilitli kapılar ardındaki büyük kitaplığının anahtar deliğinden kitapların adını okumaya gayret ediyor.

Virginia Woolf'un herkesin bildiği yapıtları Kendine Ait Bir Oda, Orlando, Bayan Dollaway ile ilgili minik ama ilginç bilgiler kitapta yer alıyor.
Luisa Antolin Villota'nın kaleme aldığı kitabı Antonia Santolaya resimlemiş. Kitap Kemal Atakay'ın çevirisi ile Elma Çocuk tarafından yayımlandı. Kitap 8 yaş üstü çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

20 Mart 2013 Çarşamba

Martıya Uçmayı Öğreten Kedi

“Mürekkep balığının mürekkebi adına! Denizlerde korkunç şeyler oluyor. Bazen insanların çıldırıp çıldırmadığını soruyorum kendime, okyanusu kocaman bir çöplük haline getirmeye çalışıyorlar.”
Martı Kengah, sürüsündeki martılarla uçarken güç toplamak için onlarla birlikte denizde balık avlar. Dördüncü ringa balığını yakalamak üzere suya dalan Kengah başını çıkardığında yapayalnız olduğunu görür. Suyun içinde alarm çığlığını duymamış, böylece "kara dalgayı" fark edememiştir. Her yanı petrolle kaplı olan martı zar zor uçmayı başarır ve ancak kedi Zorba’nın güneşlenmekte olduğu balkona kadar gelebilir. Ölmek üzere olan martı son gücüyle bir yumurta çıkaracaktır ve ona yardım etmek isteyen Zorba’dan da üç şey için kendisine söz vermesini ister: Zorba yumurtayı yemeyecektir, civciv çıkana kadar yumurtaya göz kulak olacaktır ve ona uçmayı öğretecektir.
Zorba, diğer kedi arkadaşları Albay, Profesör ve Sekreter’den yardım alır. Profesör’ün ansiklopedilerinden yumurtayı nasıl muhafaza edeceklerini öğrenirler.

Yumurta çatlayıp içinden yavru martı çıkınca Zorba’yı annesi zanneder. Öyle olmadığını söylese de minik martı için o “iyi bir annedir”. Bu arada Zorba, yavru martıyı yemek isteyen kedilerden, sıçanlardan onu korumak durumunda kalır.

Bir isim koymak gerektiğinde cinsiyetini öğrenmek için tam bir deniz kedisi olan Pupa-yelken’e başvururlar. Minik martı bir dişidir ve Albay, onların korumasına girme şansını yakaladığı için adının Şanslı olmasını önerir.

Martı, kedilerin şefkatiyle hızla büyür. Artık sıra uçmayı öğrenmeye gelmiştir. Şanslı, önceleri uçmayı ve bir martı olmayı istemez. Kedi olmayı tercih eder. Ama zamanla o da uçmak istemeye başlar. Uzun uğraşlar sonuçsuz kalınca bir insandan yardım istemeye karar verirler. Bunu insan dilinde miyavlayarak yapmaları gerekmektedir. İnsanlarla konuşmak kedi yasasını delmek anlamına gelir, ama bir kereliğine buna göz yumulacaktır. Kediler yardım isteyebilecekleri insanları düşünürler, kimseyi bulamazlar. Sonunda “kedi Minnoş’un evinde yaşayan şairi” seçerler. Şairin de yardımıyla, Şanslı “gökyüzünün sonsuzluğunda” uçmayı başaracaktır.

Şilili yazar Luis Sepúlveda’nın dostluk, cesaret, doğa ve verilen sözlerin önemini aktardığı romanı “Martıya Uçmayı Öğreten KediCan Çocuk Yayınları’ndan Saadet Özen’in çevirisiyle yayımlandı. İnsanın doğaya verdiği zararın, doğada yaşayan canlıların bunun sonuçlarına nasıl katlandığının altını çizen Sepúlveda farklı olanı sevmenin, onunla bir arada yaşamanın, dost hatta aile olmanın mümkün olduğunu da bir kez daha hatırlatıyor.

7-10 yaş grubundaki çocuklar için önerilen romandaki resimler Mustafa Delioğlu’na ait.
Tülin Sadıkoğlu

19 Mart 2013 Salı

Büyük Sorular Basit Cevaplar

Zaman zaman aklımızı kurcalayan garip sorular olmuştur. Mesela ben, neden mavi bir meyve olmadığını çok merak ederim. Gemma Elwin Harris'in derlediği Küçük İnsanlardan Büyük Sorular Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar yaşları on ile on iki arasından değişen çocukların cevabını en çok merak ettiği sorulardan oluşuyor.

Kitap, solucan yememde bir sakınca var mı; neden kendimi gıdıklayamıyorum; neden bazı insanlar kötüdür; ilk tohum nerden geldi; Büyük İskender kurbağaları sever miydi; kemiklerimiz neden yapılmıştır gibi ilginçliğinden ve haklılığından şüphe etmediğimiz sorulardan oluşuyor.

Peki, bu sorulara yanıtları kim veriyor? Alain de Botton, Noam Chomsky, Philip Pullman, Sir David Attenborough gibi sahasının en önemli kişileri. Tüm bu isimler, çocuk koruma derneği yararına hazırlanan bir kitaba katkı sağlamayı kabul ediyor.

Benim için sesine ve şarkılarına hayran olduğum Jarvis Cocker'ın yanıtladığı "Neden müzik var?" sorusu ve  yine büyük beğeni ile takip ettiğim doğabilimci Nick Baker'ın "Neden salyangozların kabuğu var da sümüklüböceklerin yok?"a verdiği cevap kitabın en güzel bölümlerindendi.

Kitaptaki samimi ve yalın yanıtlardan bu insanların sahalarında neden bir numara olduğunu bir kez daha anlıyor insan.

Domingo Kitap'tan çıkan ve Şiirsel Taş'ın Türkçeye çevirdiği kitap hem çocuklara, hem gençlere hem de bu soruların yanıtlarını merak eden yetişkinlere hitap ediyor. 

Ebru Akkaş

18 Mart 2013 Pazartesi

Beyoğlu Macerası - Bilgi Avcıları Gizli Görevde

“Taksim, İstanbul’un en ünlü meydanı. Osmanlı döneminde bölgenin suyu buradan ‘taksim’ ediliyormuş, yani paylaştırılıp dağıtılıyormuş. Adı da oradan geliyor.”
“Bilgi Avcıları”, çocuklardan ve gençlerden oluşan,  bilmeceleri ve gizemli olayları çözmeyi seven bir grup. İstanbul’daki kültürleri ve tarihi eserleri tanımaya da çok meraklılar. O nedenle Bilgi Avcıları Merkezi’nin onlara verdiği görevleri yerine getirir, şifreleri çözerken gittikleri yerlerle ilgili bilgi edinirler, böylece bilgilerini artırmış olurlar. Birbirlerini, yakalarına taktıkları rozetlerden tanırlar. Ayrıca onlara yardım eden akıllı hayvanları vardır.

“Şifre Korsanları”nın kim ya da kaç kişi oldukları ise bilinmiyor. Bilgi Avcıları gibi kültürü ve tarihi eserleri önemsemezler. Onlar, Bilgi Avcıları’nın define peşinde olduklarını zanneder ve o yüzden gizlice onları takip ederek, şifreli mesajları ele geçirmeye çalışırlar.

Bilgi Avcıları’ndan biri olan Sinan’ın tarihi eserlere ne kadar meraklı olduğunu odasındaki resimlerden, okuduğu kitaplardan hemen anlarız. O gün Sinan gizli bir işaret alır. Bu, ona yeni bir görev verileceği anlamına gelmektedir. Kapının vurulduğunu duyan Sinan paspasın üzerinde bir zarf bulur. İçinden harita, anahtar (kitabın arkasında bu anahtardan bir tane de siz bulacaksınız, böylece şifreleri Sinan’la aynı anda çözebileceksiniz) ve bir de not bulur. Sinan’ın önemli birine iletmesi gereken bir mektup vardır. Ancak Şifre Korsanları’na kaptırmamak için bu mektup gizlenmiştir. Sinan’ın mektubu bulması için bilmecelerdeki şifreleri sırayla çözmesi gerekmektedir. İlk şifreli mesaja göre Sinan ve elbette sevgili köpeği Gezgin, Taksim Meydanı’na gideceklerdir.

Sinan şifreleri çözerken biz de onunla birlikte Beyoğlu’nu ve İstiklal Caddesi’ni dolaşıyor; Taksim Meydanı, Ağa Camii, Hacı Abdullah Lokantası, Galatasaray Hamamı, Çiçek Pasajı, Balık Pazarı, Saint Antoine Kilisesi, Markiz Pastanesi, Botter Apartmanı, Galata Mevlevihanesi, Galata Kulesi ve Tünel hakkında bilgi ediniyoruz. Şifre Korsanları’nı da birkaç kez başarıyla atlatan Sinan ve köpeği Gezgin sonunda mektubu buluyorlar. Peki, mektup kime yazılmıştır?

Sara Şahinkanat’ın yazdığı, Ayşe İnan Alican’ın resimlediği “Beyoğlu Macerası – Bilgi Avcıları Gizli Görevde”, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Kitap, yedi yaş ve üzeri çocuklar için.

Tülin Sadıkoğlu
 
 

14 Mart 2013 Perşembe

Hayvanların Çılgın Hayatı

Marion Montaigne’nin çizgi romanı, Hayvanların Çılgın Hayatı adından da anlaşıldığı gibi hayvanlar dünyasına dair eğlenceli bir kitap. İç kapaktaki “Eskiden sadece bir hayvandım. Şimdi tamamıyla çılgın bir hayvan olduğumu biliyorum,” gibi sıra dışı yorumlar aslında kitabın içeriğine dair ipuçlarını en başta veriyor.

Dünyanın oluşumu beş bantta kendine has yorumu ile aktaran Montaigne, bir sonraki sayfasında hayvanları gerçekten tanıyıp tanımadığımızı sorarak ineğe biftek, tavuğa baget muamelesi yapanın bizler olduğunu hatırlatıyor.

Bu girişten sonra şempazeden penguene, köpekbalığından yarasaya, bokböceğinden papağana kadar tam kırk hayvan hakkında akla hayale gelmeyecek öyküler anlatıyor. Papağanın zekâsını geliştirmek için uygulanan patates kızartması testi kitaptaki eğlenceli başlıklardan sadece bir tanesi.

Kitabın sonundaki eğlenceli test hem soruları hem de şıkları ile oldukça eğlenceli. 
Hangi hayvan günde en az 20 saat uyur?
1. Tembel Hayvan
2. Kedi
3. Köstebek
 

Hayvanların Çılgın Hayatı, Gökçe Mine Olgun'un çevirisi ile Tudem (Desen) tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

Işıklı Kaplumbağa Adası

Işıklı Kaplumbağa Adası’nın hikâyesi, kâinatın uzak mı uzak bir yerinde yaşayan bir minik yıldızın, o yıldızın kulağına büyümenin sırrını fısıldayan masal kuşunun hikâyesidir küçüğüm. Aramızdan ayrıldıktan sonra da ışımaya devam eden o benzersiz yıldızların hikâyesi.”
 
Milyonlarca yıldız yılı kadar önce, gökyüzünde, oyun oynamaktan başka bir şeyi düşünmeyen üç küçük yıldızcık yaşarmış. Bunlardan bir tanesi, Leta, bir gece hızla kayıp giden bir yıldız görür. Yıldızın ne kadar hızlı olduğuna şaşıran ve nereye gittiğini merak eden Leta yanıtları kardeşlerinden alamayınca sorularını yıldız kümelerine, takımyıldızlarına yöneltir. Kimseden ses çıkmaz, bu nedenle umutsuzluğa kapılır. Kutup Yıldızı, Leta’nın yakarışlarına daha fazla dayanamaz ve aradığı yanıtın bir sır olduğunu söyler. Ama bu sırrı bir kereliğine onunla paylaşacaktır. Kayan bu yıldızlar aslında ışık yılları boyunca ışıldayıp durmaktan yorulan ve “başka dünyalara, çoğu kez de yeryüzüne dinlenmeye giden iyi kalpli, yaşlı, yorgun yıldızlardır aslında”. Gittikleri yerin adı “Işıklı Kaplumbağa Adası”dır. Leta, Kutup Yıldızı’na buranın nerede olduğunu sorduğunda ise, “Kara ile deniz arasında Leta,”, “Ses ile ışık arasında bir yerde!” yanıtını alır. O günden sonra Leta, “Işıklı Kaplumbağa Adası”nı bulmaya çalışır.

Günlerden bir gün Leta, Martima adında bir yıldız kuşuyla karşılaşır. Martima, küçük yıldızcığa, kardeşleriyle birlikte yaptığı yolculuğu, bu yolculuk sırasında B612 adlı gezegende karşılaştıkları Küçük Prens’i, birlikte dünyaya gidişlerini, burada yılanla ve Çöl Kartalı’yla, daha sonra Moby Dick, Bay Darwin ve Beagle adlı gemisiyle karşılaşmalarını anlatır. Yıldız kuşu, bu arada, gücünü toplamıştır, yeniden yola çıkmaya hazırdır. Leta ise Martima’dan ayrılmaya henüz hazır değildir. Duyduğu onca şeyden sonra yanıtını öğrenmek istediği bir soru daha vardır: Işıklı Kaplumbağa Adası neresidir?

Soru sormaya, merak etmeye başlayan Leta yanıtların peşine düşer. Öğrendikçe, belki de, kâinatın sonsuzluğunun daha çok farkına varır. O yüzden de kendini yalnız hisseder ve “yalnız yıldızların üşümesinin kesildiği, şenlikli bir yer” olduğu söylenen Işıklı Kaplumbağalar Adası’nı umutsuzca aramaya başlar. Böyle bir yer var mıdır? Varsa nerededir? Belki de Martima’nın dediği gibi bu soruların yanıtlarını “yol bilir”, yapılacak tek şey de “yola çıkmaktır”.

Levent Turhan Gümüş’ün yazdığı, Vaqar Aqaei’nin resimlediği “Işıklı Kaplumbağa AdasıCan Çocuk Yayınları’ndan kısa bir süre önce yayımlandı. Sekiz yaş ve üstü çocuklar için önerilen öyküde pek çok gönderme bulunuyor. Bu göndermelerle ilgili kitabın sonunda verilen bilgiler ise hem yol gösterici hem hatırlatıcı niteliğinde.

Tülin Sadıkoğlu

13 Mart 2013 Çarşamba

Genç Yazarın Seyir Defteri

Çocuklarla yazarlar bir araya geldiklerinde çocukların sorduğu soruların başında nasıl yazar olabilecekleri geliyor. Bunun belli bir reçetesi yok elbet. Genç Yazarın Seyir Defteri yazar olmanın reçetesini değil ama yöntemlerini içinde barındıran bir kitap. Genç Yazarın Seyir Defteri, metinlerinden tasarımına, sayfa düzenine kadar bir ekip çalışmasının ürünü.

Katie Lovell’ın resimlerinin yer aldığı kitap hikâye yazma bölümü ve hikâye yazma gereçleri adında iki ana başlıktan oluşuyor. Girişte yer alan bu kitap nasıl kullanılır bölümünde kitabın sayfa tasarımı ile ilgili bilgilendirmeler yer alıyor.

Kitabın eğlenceli bir dili var; kalem, silgi, sözlük gibi ihtiyaç duyulan gereçler sıralanırken bu listeye beyin ve biraz fikir de bunlara dâhil ediliyor.

Masal, çizgi roman, zamanda yolculuk, korsanlık, süper güçler, polisiye, fabl, sanat, spor konularında metinlerin nasıl kaleme alınması gerektiğine dair geniş bilgilere yer veriliyor. Başlangıç, gelişme, sorun, çözüm ve son olmak üzere metni oluşturan tüm bölümler aktarılıyor. metnin oluşturulması için örnek ve öneriler sunuluyor.

Bülent O. Doğan'ın çevirdiği Genç Yazarın Seyir Defteri, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap yazmaya meraklı 9 yaş üstü tüm çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

12 Mart 2013 Salı

Bruno Munari’den bembeyaz bir masal!

Geçen hafta Behiç Ak’ın “Doğumgünü Hediyesi” adlı kitabından bahsetmiştik. Bu kitapta yazılı metin yoktu, tamamen resimlerden oluşuyordu. Bu kez içinde hiç resim olmayan “Beyaz Başlıklı Kız”dan bahsedeceğiz.
 
Hiç bu kadar çok kar görmüş müydünüz?

Kırmızı Başlıklı Kız’ın hikâyesini hemen hemen herkes bilir. Peki, Beyaz Başlıklı Kız’ı duymuş muydunuz? Belki de iddia edildiği gibi “Munari yazana kadar kimse bilmiyordu”. Kitabın ilk sayfasını çevirir çevirmez karşımıza bembeyaz iki sayfa çıkıyor: “Hiç bu kadar çok kar görmemiştik. Sabah uyandık ve pencereyi açtığımızda bu beyazlık bizi kör etti. Bütün gece kar yağmış ve her şeyi örtmüştü.” Sayfaların neden bembeyaz olduğunu böylece anlıyoruz. Kar, her yeri kaplamıştır. Öyle ki “çok dikkatli baksanız bile hiçbir şey göremiyordunuz. Köpek kulübesini, çalı çitlerini, taş bankları, çiçek tarhlarını, ormana giden patika yolu artık ayırt edemiyordunuz. Gözlerinizi kocaman açsanız da hiçbir şey göremiyordunuz. Bu kadar karın ortasında tek görebildiğiniz Küçük Beyaz Başlıklı Kız’ın gözleri.” (Kitapta yalnızca bu kocaman açılmış gözlerin resmi var.)

Beyaz Başlıklı Kız, annesinin beyaz bir örtüye sarmış olduğu yumurta, süt ve şekeri büyükannesine nasıl götüreceğini düşünür. Endişelidir, çünkü kar her şeyi örtmeye devam etmektedir. Yollar, evler, her şey kar altında kalmıştır. Beyaz Başlıklı Kız, büyükannesine nasıl gidecek? Ya ormanda gezinen kurt? O da karlar altında mı kalmıştır?

Resim, heykel, film, endüstri tasarımı, grafik tasarım, edebiyat ve şiir gibi pek çok farklı alanda eser veren İtalyan tasarımcı Bruno Munari son derece özgün çalışmalarıyla hayranlık uyandırıyor. Picasso tarafından bir defasında “yeni Leonardo” olarak tanımlanan Munari yalnızca ülkesi İtalya’da değil tüm dünyada özellikle görsel sanat alanında bir ilham kaynağı olur. Beyaz Başlıklı Kız, Munari’nin her biri başlı başına sanat eseri sayılabilecek çalışmalarından yalnızca bir tanesi. Bu farklı, orijinal kitap henüz Türkçeye çevrilmedi ne yazık ki. En kısa zamanda yayımlanması dileğiyle.

Beyaz Başlıklı Kız, ayrıca, hayal dünyaları körelmiş kimi yetişkinler için de eşsiz bir fırsat değerinde.

Tülin Sadıkoğlu




11 Mart 2013 Pazartesi

Genç Prens’in Dönüşü

Küçük Prens’e ne olduğunu, yaşasaydı başından neler geçeceği Küçük Prens’i okuyanların aklından hiç geçmediyse en az bir kez geçmiştir.

Arjantinli yazar A.G. Roemmers “Bu özel çocuk aramızda yaşamaya devam etseydi ne olurdu?” sorusunun yanıtını düşünmekle kalmamış, yazıya dökmüş. Genç Prens’in Dönüşü, pilot arkadaşını bulmak için bu sefer okyanus diğer yakasına gelen Genç Prens’in öyküsünü anlatıyor.

Patagonya’da aracı ile tek başına seyahat eden anlatıcımızın dikkatini yol kenarında bir karaltı çekiyor. Kuş uçmaz kervan geçmez bu yerde mavi bir battaniyeye sarılmış sarı saçlı bir gencin uyuduğunu fark ediyor. Bu genç o kadar derin bir uykuda ki anlatıcı onu uyandıramıyor ve onu orada bırakmaya gönlü el vermediği için aracına taşıyor.

Sonrasında bu genç, anlatıcıya otoyol nedir, problem nedir gibi çok basit sorular soruyor.  Bu konuşmalarda alışılmış tepkiler, kaybedilen değerler ön plana çıkıyor. Her şeyi karmaşık bir hale getirmektense farklı bakış açısı getirmenin daha iyi olduğu vurgulanıyor.

"Hepimiz prens olarak doğarız, bazıları bunu bilmez, bazılarıysa unutur. Benim krallığım yalnızca içimdedir."

Genç okurlara hitap eden, Laurrie Hasting’in resimlediği, Deniz Torcu’nun Türkçeleştirdiği kitap Timaş tarafından yayımlandı.


Ebru Akkaş

8 Mart 2013 Cuma

Doğumgünü Hediyesi

Resimli öykü kitaplarında illüstrasyonun en az yazılı metin kadar önemli olduğu bir gerçek. Öykünün resimlerle takip edilebilmesi, hatta resimlerle okunabilmesi çocukların hayal gücüne önemli bir katkı kuşkusuz. Son yıllarda da illüstrasyon uluslararası alanda “bağımsız bir sanat disiplini” olarak görülmeye başlandı. Bu çoğu kişiye göre “illüstrasyonun, yazı dünyasına nazaran geleneksel olarak oynadığı ikinci ya da yan rolden kurtulduğu” anlamına geliyor. İllüstrasyonun öneminin kabul edilmesiyle, özellikle son zamanlarda, yazılı öykülerin yanı sıra “görsel öyküler” de karşımıza daha sık çıkıyor.

Behiç Ak’ın, Can Çocuk Yayınları tarafından Okul Öncesi Kitaplığı dizisinden yayımlanan “Doğumgünü Hediyesi” isimli kitabı tamamen resimlerden oluşuyor. İlk sayfada deniz, gökyüzü ve denizle gökyüzünün kesiştiği yerde yeşil bir leke görülüyor. İkinci sayfaya geçtiğinizde leke biraz daha yakınlaşıyor. Bu kez üzerinde beyaz, başka lekeler beliriyor. Üçüncü resimde bunların ev olduğu anlaşılıyor. Evlerin yanı sıra ağaçlar ve bir de kayık bulunuyor. Daha sonra evlerden birinde bir çocuğun bir hediye aldığını görüyoruz. Takip eden resimde çocuk hediyesiyle dışarıya koşuyor. Öykü resimlerle devam ediyor...

Yazılı bir metin olmaması bu kitapta kesinlikle bir engel oluşturmuyor. Çünkü çocuklar öyküyü kendileri, kendi kelimeleriyle yazabiliyor ya da anlatabiliyor.

Metni olmayan bir kitap ilk bakışta kitabın “ruhuna” aykırı görünüyor belki de. Ancak çocukların yazıyla, “söz”le ilişkisini kuvvetlendirmesi açısından çok önemli bana kalırsa. Bir de sanırım farklı bir kitapla karşılaşmış olmak çocukları ve biz yetişkinleri alışılmışın dışına çıkmaya, sıra dışı düşünmeye itiyor.  

Tülin Sadıkoğlu

7 Mart 2013 Perşembe

Delidolu Arkadaşım


Daniel Pennac’ın 2000’li yılların başında “Kamo Kitapları” olarak basılan dört kitabı, Delidolu Arkadaşım adı altında tekrardan yayımlandı. Kitapta Asrın Fikri, Kamo ve Ben, Babil Ajansı ve Kamo’nun Kaçışı öyküleri yer alıyor.

Kitabın ilk öyküsü Asrın Fikri’nde, Kamo ve sınıf arkadaşları ile tanışıyoruz. Çocuklar, beşinci sınıftan altıncı sınıfa geçme telaş ve baskısı altındadır. “Altıncı sınıfa gidecek çocuk şöyle yapmaz, böyle davranmaz” yorumlarından sıkılan çocuklar bu konudan hiç söz etmeyen sınıf öğretmenleri kendi deyişleri ile “Sevgili Örtmenleri” Mösyö Margerelle’den yardım isterler. Bu yardımın nasıl olacağına dair asrın fikrini ise Kamo ortaya atar.

İkinci öykü Kamo ve Ben’de, Kamo ve arkadaşları biraz daha büyümüş, korku ile bekledikleri altıncı sınıfı geride bırakmışlardır. Bu dönemdeki korkuları ise Fransızca öğretmenleri Crastaing’dir. Aslında öğretmenlerinden değil de onun haftada bir verdiği kompozisyon ödevlerinden korkarlar. Çocukların ödevlerini kolay kolay beğenmeyen Fransızca öğretmenlerinin verdiği son ödev herkesi yavaş yavaş yatağa düşürmeye başlayınca bu işin içinden çıkmak da yine Kamo’nun asrın fikirlerinden biri ile mümkün olur.

Babil Ajansı’nda ise Fransızca argo konusunda uzman olan Kamo’nun aynı beceriyi İngilizce dersinde gösteremediğini anlarız. Yabancı dil öğrenmek konusunda pek de istekli olmayan Kamo, İngilizce öğrenmesini şart koşan annesinin önerisi ile bir mektup arkadaşı edinir. Bu işe kendini o kadar çok kaptırır ki en yakın arkadaşı ile bozuşmayı bile göze alır.

Kitabın son öyküsü Kamo’nun Kaçışı’nda Kamo’nun annesi köklerini araştırmak için uzun bir yolculuğa çıkar. Arkadaşının ailesine emanet edilen Kamo bu sırada bir kaza geçirir. Yakın arkadaşlarının Kamo’yu hayata döndürmek için denedikleri yöntem ise herkese örnek olacak nitelikte.

Pennac’ın kaleme aldığı Günışığı Kitaplığı'ndan Filiz Atay çevirisi ile yayımlanan Delidolu Arkadaşım, dostluk, arkadaşlık ve aile hayatını incelikle ele alıyor.

Ebru Akkaş

6 Mart 2013 Çarşamba

Kurdun Gözü

Mavi Kurdun dolanıp durduğu kafesin önünde bir çocuk hareketsiz ve sessiz onu izler. Bu kurdu sinirlendirir. Çocuğun bir süre sonra pes edeceğini düşünür. Kendisi sabırlıdır, bir kurttur o… Ancak ertesi sabah tek gözünü açtığında çocuğu yine karşısında bulur. Tek gözü vardır kurdun çünkü on yıl önce insanlar tarafından yakalandığında onlarla mücadele ederken bir gözünü kaybetmiştir.
Günler geçer ama çocuk hep kafesin önünde, onu izlemeye devam eder. Mavi Kurt da ona bakmaya karar verir, ama tek gözü vardır ve çocuğun hangi gözüne bakacağını bilemez. Gözü sağa sola, sola sağa hareket eder. Bu onu çok rahatsız eder ve kapalı gözünün yara izinin kenarında bir damla gözyaşı belirir. “Bunun üzerine çocuk kurdu sakinleştiren, güvenini yerine getiren garip bir şey yapar. Bir gözünü kapar.” Bu kurda göre “kibar bir harekettir”. Böylelikle, kurdukları bu göz temasıyla, birbirleriyle konuşmaya başlarlar.

Kurt, çocuğa Alaska’daki yaşamını, ailesini, insanların acımasızlıklarını ve sonunda nasıl yakalandığını anlatır. Onlar için insan “iki ayak ve bir silah”tan ibarettir. “Peki, ama ya sen? Sen? Sen de kimsin? Ha? Kimsin sen? Ama önce adın ne?” diye sorar Mavi Kurt. Adı, Afrika’dır çocuğun. “Fakat çocuk, öyküsü olmayan bir ismin anlamı olmadığını gayet iyi biliyordu. Hayvanat bahçesindeki kurt gibi: yaşamöyküsünü bilmezsen diğerlerinden farksız bir hayvansın.” Böylece o da kendi hikâyesini anlatmaya başlar.

Tıpkı kurdun yakalandığı geceye benzer patlamaların, çığlıkların, koşma seslerinin olduğu korkunç bir Afrika gecesinde, bir kadın, yularından tuttuğu deveyi çekmekte olan bir adama doğru bağırarak koşar. Bu satıcı Toa’dır ve kadın kollarındaki bebeği, sahip olduğu tüm parayla birlikte ona verir. Afrika büyümüştür ve çok güzel hikâyeler anlatmasının yanı sıra hayvanlarla konuşabilmektedir. Toa, onun hikâye anlatma özelliğinden yararlanır ama bir süre sonra Afrika’yı çoban olarak satar. Yaşadığı pek çok şeyden sonra Afrika’nın yolu bir ormanda yaşayan Baba Bia ve Anne Bia ile kesişir. Ancak burada da uzun süre kalamazlar. Her yıl, kesilen ağaçlarla orman daha da seyrekleşir. Bu nedenle yağmur yağmaz, toprak sertleşir ve hiçbir şey yetişmez olur. Böylece şehre giderler ve Baba Bia hayvanat bahçesinde iş bulur. Afrika, burada eski arkadaşlarıyla karşılaşacak ve yeni bir arkadaş daha edinecektir.

Fransız yazar Daniel Pennac’ın büyük bir duyarlılıkla kaleme aldığı “Kurdun Gözü”, insanın doğaya ve doğada yaşayan canlılara verdiği zarar, acımasızlık ve dostluk üzerine etkileyici bir roman. Can Çocuk Yayınları’ndan çıkan, Ömrüm Erdaş’ın çevirdiği “Kurdun Gözü” 9-12 yaş arası çocuklar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu  

4 Mart 2013 Pazartesi

Lulu ve Brontozor

Camın arkasından sokağı seyreden cici bici kızların yanında huysuzluk edip dediğini yaptırmak için ayaklarını yere vuran kızlar da var. Judith Viorst'un kahramanı Lulu da bunlardan biri.

Lulu, huysuz mu huysuz bir çocuk. Her şeyi istiyor, ailesi de tüm isteklerini yerine getiriyor. Çünkü Lulu ailenin biricik çocuğu. Her dediğini yaptırıyor çünkü ailesi ona sınır koymaya kalktığında kendini yerden yere atıp onlar pes edene kadar bu tarz davranışlarını sürdürüyor. Doğum günü yaklaşan Lulu olmadık bir hediye istiyor; bir brontozor!

İnsanlarla dinozorların yeryüzünde aynı zaman diliminde yaşamadığını biliyorum. Dinozorların artık yaşamadığını da biliyorum.

Evcil brontozor isteği bu kez ailesi tarafından pek hoş karşılanmıyor. Ailesini ikna edemeyeceğini anlayan Lulu, küçük bir bavul hazırlayıp bir brontozor bulmak için evden ayrılıyor. Ailesi de buna izin veriyor. Lulu, brontozor ararken orman sakinlerinin huzurunu kaçırıp onları da canlarından bezdiriyor. Sonunda istediğini buluyor ama işler hiç de onun istediği gibi ilerlemiyor. Ava giden Lulu avlanıyor.

Lulu ve Brontozor, Hayykitap tarafından yayımlandı. Lane Smith'in resimleri de en az metin kadar ilgi çekici. Şiirsel Taş'ın çevirdiği kitap 7 yaş üstü çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

Köstebek Kuki

Köstebek Kuki eğlenmeyi sever. Kim sevmez ki… Ama Kuki’nin eğlence anlayışı arkadaşlarınınkine pek benzemiyor.
Güzel bir bahar gününde çiçekler açmış, güneş pırıl pırıl parlamaktadır. Tarla Faresi de çok güzel bir gün olduğunu düşünür. Kuki’ye göreyse sıkıcıdır, eğlenmek için bir şeyler yapmak gerekmektedir. Birlikte oyun oynamayı önerir Tarla Faresi, ama arkadaşının aklında başka şeyler vardır… Tam o sırada ertesi gün doğum günü olan Kurbağa Kurbiş yeni elbisesiyle karşılarına çıkar. Köstebek Kuki için bu bir fırsattır. Hemen Kurbağa Kurbiş’in yakınındaki çamur birikintisine sıçrar. Üzerine sıçrayan çamurla Kurbiş’in elbisesi mahvolur. Kurbağa ağlaya vıraklaya giderken Kuki “karnını tuta tuta güler”. Sonra topladığı cevizleri kırmakta olan Sincap Zıp Zıp’a rastlarlar. Sincap, cevizleri birlikte yemeyi teklif eder ama Kuki ceviz yığınına koca bir tekme savurur. Etrafa savrulan cevizlerle yiyecek hiçbir şeyi kalmayan Sincap Zıp Zıp hem şaşkın hem üzgündür. Tarla Faresi de üzüntüyle arkadaşını izlemektedir, ama onu engelleyez de...


Kuki o gün Kaplumbağa Topik ve Tavşan’la da karşılaşır. En sonunda Tarla Faresi, Kuki’nin yaptıklarına dayanamaz ve onunla arkadaşlık etmek istemediğini söyler. Kuki’nin, arkadaşı Tarla Faresi için de düşündüğü bir şeyler vardır…


Köstebek Kuki, mutlu mutlu evine döner. O gün çok eğlenmiştir. Ertesi gün Kurbağa Kurbiş’in doğum günü partisinde daha da eğleneceğini düşünür. Kuki partiye gider, ancak kimse onunla birlikte olmak istemez. Tek başına kalmıştır. O gün evine üzgün döner. Arkadaşlarına yaptıklarını aklından geçiren Kuki herkesin canını acıttığını fark eder. Pişmanlık duyan Köstebek uzun uzun düşünür ve kendini affettirmenin bir yolunu bulur.


Betül Sayın’ın yazıp resimlediği, ÇGYD’nin Yılın Çocuk Kitapları 2007 seçiminde Yılın En İyi Resimli Öykü Kitabı seçilen “Köstebek Kuki”, Günışığı Kitaplığı’nın İlk Kitaplar dizisinden yayımlanıyor.


Tülin Sadıkoğlu

1 Mart 2013 Cuma

Kumkurdu

Kumkurdu, İsveçli yazar Asa Lind’in çocuklar için kaleme aldığı ve özgün adındansa (Sandvargen) Türkçe adının kulağa daha hoş geldiğini söylediği dizinin ilk kitabı.

Tek çocuk olan Zackarina, ailesi ile deniz kıyısında bir evde yaşıyor. Denize yalnız girmesine izin olmadığı için vaktini sahilde geçiriyor. Klasik aile yapısında alıştığımız baba çalışır, anne çocuğa bakar rolleri Zackarina'nın ailesi için geçerli değil. Zackarina'nın annesi çalışmaya giderken babası evde onunla kalıyor; ancak vaktinin tamamını kızı ile geçirmeyi tercih etmeyen baba, kızını dinlemek yerine "Öyle mi? Ne hoş!" diyerek geçiştiriyor. Yine böyle zamanlardan birinde kumsala inen Zackarina, Kumkurdu ile karşılaşıp her gün yeni bir şey öğreniyor.

"Benim yalnızca bana ait bir dilim var," dedi Zackarina.
"Çok mutlu olmalısın," dedi Kumkurdu. "Öyle herkesin kendi dili olmaz."

Harika bir çocukluk geçirdiğini söyleyen yazar, babasının olağanüstü öyküler anlatığını, annesininse daha açıklayıcı olduğunu ama fazla vakti olmadığını 2005'te İstanbul Kitap Fuarı'ndaki söyleşisinde aktarmıştı. Kumkurdu'nun esin kaynağınınsa bir tatilde sahilde Kumkurdu'nu gördüğünü söyleyen kızı olduğunu da ekledi.

"Kumkurdu”, “Daha Fazla Kumkurdu” ve “Daha da Fazla Kumkurdu” kitapları okuyucu ile buluştu. Kristina Digman tarafından resimlenen kitaplar, Murat Özsoy tarafından çevrildi.

Ebru Akkaş

Not: Yazıya konu olan kitap Yerdeniz Yayınları'nca 2004'te yayımlanmıştır.
Kitap şu an piyasada farklı bir yayınevinden farklı bir çeviri ile bulunabilir.