
Masal, küçük-büyük herkesin ilgisini her zaman çekmiştir.
Küçükken anlatılan masallar eğlendirirken büyüdükçe daha farklı bir anlam kazanmıştır
belki de. Hayal dünyasını tazeleme, yeni ve olumlu bir bakış kazabilme, engellere
rağmen yeni ve farklı bir yolun olduğunu bir kez daha fark etme ya da yalnızca hoş
vakit geçirme… Hangi nedenle olursa olsun çoğu yetişkin zaman zaman masalların
dünyasına geri dönmüştür.
Son zamanlarda masal kitaplarında bir artış olduğunu
söyleyebiliriz. Bu artış olumlu gibi görünse de hem yerel hem dünya masalları
böylesine zenginken yayımlanan kitapların sayısı yine de yetersiz kalıyor.
Yapı Kredi Yayınları’ndan
çıkan Tarık Demirkan’ın derleyip
çevirdiği ve Feridun Oral’ın
resimlediği Güz Masalları, Kış Masalları, Yaz Masalları ve Bahar
Masalları başlıklı dört çalışma masal derlemelerinin güzel örneklerinden. Mevsimlerle
ilişkilendirilmesi, kitaplarda yer alan masalların ağırlıklı olarak temaları
içeren masallar olması ilgi çekici, bana kalırsa. Bizi yağmurlu, serin bir
hafta sonu bekliyor olsa da çiçek açan ağaçları ve ara ara kendini gösteren
güneşiyle baharın gelişini duyumsadığımız şu günlerde “Bahar
Masalları” keyifle okunabilir.
Kitapta Polonya, Hollanda, Estonya, Vietnam, İspanya, Çin,
Letonya ve Slovakya’dan masalların yanı sıra Italo Calvino, Zoltán Zelk,
Rudyard Kipling ve Oscar Wilde’ın yazdığı masallar da buluyor.
Masalın yaşı olmaz, kitapta da yaş grubu belirtilmemiş. Yine
de, kanımca, bu kitap 9 yaş ve üstü çocuklar ve masala ihtiyaç duyan tüm büyükler
için.
Tülin Sadıkoğlu
"Bahar Masalları" kitabından "Kardelen" masalını, yayınevinin sitesinden "Tadımlık" olarak biz de aktarıyoruz! (http://www.ykykultur.com.tr/kitap/bahar-masallari)
KARDELEN
Ormanlar, kırlar hâlâ kalın bir kar tabakası altındaymış. Ama artık giderek
ısınan güneş, karların altındaki minik çimen sürgünlerinin kıpırdanmalarına
neden oluyormuş. Derin uykularından uyanan narin çimenler minik bedenlerini
harekete geçirmeye çalışıyorlarmış. “Pısst, uyuyor musun daha?” demiş
çimenciklerden biri yanındaki arkadaşına. Evet, henüz uyuyormuş o. Yalnızca o
değil, karların altında kış uykusunda yatan öteki çimenlerin hepsi hâlâ derin
bir sessizlik içindeymiş. Ama erken uyanan minik çimenin seslenmesiyle,
yanındaki çimencik de uyanmış. Tam da güzel bir rüya görüyormuş o sırada.
Rüyasında sıcak güneşin altında gökyüzüne doğru uzanıyormuş. Sabah serinliğinin
minik bedeni üzerinde bıraktığı su damlacıklarının tadını çıkarıyormuş. Bu
yüzden de uyandığında bir gülümsemeyle çevresine bakınmış. “Niye
gülümsüyorsun?” diye sormuş komşusu. “Rüzgâr bizi çağırıyor, öyle değil mi?”
“Ne rüzgârı?” demiş öteki. ”Henüz ılık bahar rüzgârı falan yok ortada. Karların
altındayız.” “Karların altında mıyız?” diye şaşırmış uykudan uyanan çimencik.
“Bense bahar çoktan geldi sandım. Off, ne zaman kalkacak üzerimizden bu kar
tabakası?” Bitmez tükenmez kışı düşününce yeninden kederlenmiş. Yattığı yerde
birazcık dönmeye çalışmış. “Uyuyalım bari. Madem daha kış sürüyor, yeniden
uyumayı deneyelim. Belki yine rüya görürüz.” “Hayır, hayır. Uyumayalım,” demiş
arkadaşı. “Ben çoktan uyandım. Bence dışarısı artık iyice ısındı. Gel yukarıya
çıkalım, karların üzerinde ne var bakalım.” “Deli misin sen? Nasıl çıkarız
karların üzerine? İstesek de yapamayız. Biz minik çimenleriz, karların
arasından yukarı çıkamaya gücümüz yetmez.” Çimenciğin bu yakınmaları işe
yaramamış. Arkadaşı kararlıymış. “Evet, gerçekten çıkamayız, dediğin doğru. Ama
bunun bir çaresi de olmalı. Onu bulmalıyız. Madem kışın bitmesini diliyoruz,
madem yukarıda artık havanın ısınıp ısınmadığını merak ediyoruz, o zaman biz
yapamasak bile bunu yapacak birilerini bulmalıyız.” “Ama nasıl?” Arkadaşı bir
süre yanıt vermemiş. Sonra anısızın “Buldum!” diye bağırmış. Zaten kısacık olan
bedenini toprağa doğru iyice yatırmaya çalışmış. Elinden gelse boylu boyunca
toprağa uzanacakmış. “Onları uyandıracağım. Toprağın altında baharı bekleyen,
ama bir türlü uyanamayan arkadaşlarımıza haber vereceğim.” “Sen küçücüksün,
onları nasıl uyandıracaksın?” diye sormuş kuşkucu minik çimen. Ama arkadaşının
onun sözlerine kulak asmadığı belliymiş. “Olsun, hiç olmazsa denerim.” Bunu
söyledikten sonra da minik gövdesiyle toprağa vurmaya başlamış. Durmadan, ara
vermeden pıt pıt pıt vuruyormuş yere. Gerçekten çok ses çıkmıyormuş bu
vuruşlardan, ama kalın kar tabakasının yarattığı derin sessizlikte en küçük
kıpırtılar bile yankılanarak uzaklara ulaşabiliyormuş. Biraz sonra toprağın
altından sesler duyulmaya başlamış. Bu sesler minik çimenin azmini daha da güçlendirmiş.
Daha kararlı bir biçimde vuruyormuş toprağa. Hatta artık tıklamanın da ötesinde
ağzını toprağa yakınlaştırıp seslenmeye de başlamış: “Günaydıııııınnnn! Artık
uyanıııııınnnnn!” Toprağın hemen altında, filizlerinin arasında uyuyan kardelen
yavaşça gözlerini açıp kıpırdanmış. “Neler oluyor? Kim vuruyor toprağa?” “Ben
minik çimenim dostum, uyan artık.” “Minik çimen mi? Sen uyandın mı?” “Elbette
dostum. Uyan artık, uyku zamanı geçti.” “Sen uyandıysan ben çok bile uyumuşum
demektir,” demiş kardelen ve minik başını toprağın üzerine doğru uzatmaya
başlamış. Zaten başını kaldırır kaldırmaz sabırsızlıkla kendini bekleyen minik
çimenlerle karşılaşmış. Özlemle kucaklaşmışlar. Nemli topraktan başını
çıkarması kolaymış. Ama üzerlerini kalın bir yorgan gibi kaplayan kar
tabakasını nasıl delecek, yeryüzüne nasıl çıkacakmış? “Biliyorum sen cesur bir
kardelensin,” demiş minik çimen. “Bizlerin, artık uyanan tüm bitkilerin de tek
umudusun. Bunu başarabilirsin! Yapacağın tek şey yılmadan gökyüzüne doğru
yükselmek. Bu kar tabakasının artık çok kalın olduğunu sanmıyorum. Yukarıdaki
güneşi hissedebiliyorum. Artık bizim zamanımız geliyor. İlkbahar geliyor, inan
bana. Çıkıp bakman gerek. İlkbahar güneşinin gökyüzündeki yerini alıp
almadığını öğrenmemiz gerek… Bunu da bir tek sen yapabilirsin.” Kardelen fazla
nazlanmamış. Derin bir nefes almış ve küçük vücudunu yukarıya doğru yükseltmeye
başlamış. Gerçekten de hiç zor olmamış. Kısa bir süre sonra kardelen birden
başının kar tabakasının üzerine çıktığını fark edivermiş. “Ne kadar güneşli
burası,” diye seslenmiş çimenciklere. “Gökyüzü ne kadar mavi.” Kardelenin
sevinç çığlıklarını duyan yalnızca küçük çimenler değilmiş. Gökyüzünde bahar
sıcağını çevresine yaymaya çalışan güneş de duymuş. Bu sevinç çığlıkları, artık
kışın bittiğini, yeşil bitkilerin, renk renk çiçeklerin boy vereceği günlerin
geldiğini de müjdeliyormuş. Güneş sesini duyduğu beyaz çiçekli minik kardelene
gülümsemiş. Güneş gülümseyince hava da ısınır, öyle değil mi? İşte kardelenin
çevresindeki karlar bu yüzden hızla erimeye başlamış. Kısa bir süre sonra,
erken uyanan iki küçük çimen kendilerini güneşin altında buluvermişler.
Gökyüzündeki güneş onlara gülümsüyormuş. Kardelen de bembeyaz çiçeğiyle güneşi
selamlıyormuş. Herkesin özlemle beklediği bahar işte böyle gelmiş…