30 Nisan 2013 Salı

Bir Öykü Yazalım mı?

Öyküleriyle, romanlarıyla, şimdiye kadar yayımlanan yirminin üstünde kitabıyla edebiyatımızın tartışmasız en önemli yazarlarından Cemil Kavukçu’nun çocuklar için yazdığı kitaplar arasında Selo’nun Kuşları, Havhav Kardeşliği Bopato 1, Özgürlüğe Kaçış  Bopato 2, Kafeste Bir Topik  Bopato 3, Bir Öykü Yazalım mı? ve Yeşilcik bulunuyor.

Daha önce Yeşilcik adlı romanından bahsetmiştik. Bugün, yazarın, yine aynı kahramanın, sevdiği yazarın okuluna yapacağı ziyareti heyecanla bekleyen Fatoş’un başından geçenleri anlattığı Bir Öykü Yazalım mı? adlı romanından bahsedeceğiz.

Fatoş, kitap okumayı sevmesinin yanı sıra yazar olmayı da istemektedir. Ancak kafasında pek çok soru vardır. Okuduğu öyküler onu “başka bir dünyaya sürüklemekte, ama öte yandan heyecanını daha da artırmaktadır.”

“Öykülerin gizemini çözebilmek mümkün müydü? Bu işin bir sırrı var mıydı? Günün birinde kendisi de başkalarını etkileyebilecek kadar iyi öyküler yazabilecek miydi?” Fatoş, bu sorularla boğuşur. Ama kararlıdır. Çok sevdiği Yazar’ın okula geliyor olması onun için bir fırsattır. Sonraki gün Yazar’la karşılaşacak, ondan iyi bir öykü yazmak için gerekli olanları öğrenecek ve öğrendiklerini izleyerek bir öykü yazacaktır.

Cemil Kavukçu, ilgi çekici ve farklı konusu, usta kurgusu, okurun hayal gücünü hiç zorlanmadan harekete geçiren sıcak ve yalın diliyle, edebiyat tadını da alabilecekleri bir roman sunmanın yanı sıra yazar olmak isteyenlere nasıl bir yol izleyeceklerine dair romanın içerisinde pek çok ipucu veriyor.

2013 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Cemil Kavukçu’nun “Bir Öykü Yazalım mı?” adlı çocuk romanı Can Çocuk Yayınları’ndan çıktı. Kitaptaki resimler ise Mustafa Delioğlu'na ait.

Tülin Sadıkoğlu

29 Nisan 2013 Pazartesi

İşte Öyle Hikâyeler

1907 yılında verilen Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi olan İngiliz yazar Rudyard Kipling ülkemizde daha çok Orman Kitabı (The Jungle Book) ile tanınıyor. Kipling'in büyük bir öykücü olduğu ise maalesef gözden kaçıyor.

İşte Öyle Hikâyeler, Kipling'in dilimize çevrilen öykü kitaplarından bir tanesi. Kitap, birbirinden özgün öykülerden oluşuyor. Bunlardan bazıları: Balina Boğazı Nasıl Oluştu?, Devenin Hörgücü Nasıl Oluştu?, Gergedanın Derisi Nasıl Oluştu?, Leoparın Benekleri Nasıl Oluştu?, Çocuk Fil, Eski Dost Kangurunun Şarkısı, Armadillo Nasıl Oluştu?, İlk Mektup Nasıl Yazıldı?

Balina Boğazı Nasıl Oluştu, balıkları tüketen ve kurnaz bir balığın yönlendirmesi ile insan yemeğe heves eden bir balinanın öyküsünü anlatıyor bize Kipling. Öykünün bazı yerlerindeki Yunus Peygamberin öyküsü ile ortak noktalar dikkatten kaçmasa da Kipling kendine has üslubu ile başka bir dünyaya götürüyor okurlarını.

Devenin Hörgücü Nasıl Oluştu'da ise tembellikten başka bir şey yapmayan bir devenin öyküsünü anlatıyor bize. Devenin dümdüz sırtında hörgücün nasıl bitiverdiğini öğreniyoruz böylece.

Kitapta yer alan en güzel öykülerden biri de Çocuk Fil. Meraklı, sorularla etrafındakileri bezdiren, soru sorduğu için pataklanan bir filin hortumunun nasıl uzadığını öğreniyoruz. Öykünün sonunda Çocuk Fil herkese hak ettiği karşılığı veriyor. 

Kipling sıra dışı öykülerini bir şiirle sonlandırmayı tercih ediyor. Hayatı, kasvetli ve gri İngiltere ile renkli Hindistan arasında geçen Kipling'in öykülerinde yaşadığı yerlerin harmanını buluyor okuyucu.

Çocuk, genç ve tüm öyküseverlerin zevkle okuyacağı  İşte Öyle Hikâyeler, Begüm Kovulmaz'ın çevirisi ile İş Bankası Kültür Yayınları'nca yayımlandı.

Ebru Akkaş

26 Nisan 2013 Cuma

Satılan Gülüş

Gülüşünü satan birinin mutluluk hissetmesi neredeyse imkânsızdır.”


Hiç düşünmeden yaptığımız şeylerin hayatımızdaki yeri nedir? Gülmek, ağlamak, şaşırmak, sevmek, nefret etmek ve daha pek çok şey… Peki, size karşılığında reddedilmesi zor bir şey verilse hangisinden vazgeçerdiniz ve vazgeçtiğiniz şey hayatınızı nasıl şekillendirirdi? Alman yazar James Krüss’ün romanı Satılan Gülüş’ü okuduğunuzda siz de kendinize benzer sorular soracaksınız.

Kitap işinde olan Boy, bir matbaaya gitmek üzere Leipzig’e yaptığı tren yolculuğunda önce tuhaf bir beyefendiye sonra da matbaada çocukluk arkadaşı Timm Thaler’e rastlar. Arkadaşına, gülüşünü satan çocuğun hikâyesinin peşinde olduğunu söyler. Timm Thaler öyküyü, çocuğa kendi adını vererek anlatmaya başlar.

Üç yaşında annesini kaybeden Timm’in babası oğlu yalnız kalmasın diye ikinci kez evlenmiştir. Ancak bu Timm’in hayatını pek kolaylaştırmaz. Aksine yaptığı her şeyde onu cezalandıran üvey annesi ve kötü davranan üvey kardeşi yüzünden çok güzel bir gülüşe sahip olan Timm neredeyse gülmeyi unutacak hale gelir. Pazar günleri ise farklıdır çünkü o gün babasıyla hipodroma gidip birlikte vakit geçirirler. Babası bahisleri kazansa da kazanmasa da o mutludur. Ama bu da uzun sürmez. Timm okula başladıktan dört yıl sonra babası inşaattan düşen bir kerestenin altında kalır ve yaşamını yitirir. Böylece hayat daha da zorlaşır.

Timm çok parası olsa her şeyi yoluna sokabileceğini düşündüğü bir pazar günü farkına varmadan hipodromun yolunu tutar. Burada tanıştığı Bay L. Silbi ona hayatını değiştirecek bir öneride bulunur. Girdiği her bahsi kazanabilecektir, ama Bay L. Silbi bu yeteneği ona ancak gülüşü karşılığında verecektir. Anlaşmaya göre Timm kimseye bundan bahsetmeyecektir. Eğer bir kişiye bile anlatırsa hem gülüşünü hem de bahis kazanma yeteneğini tamamen yitirecektir. Ancak Timm bir bahsi kaybederse bu kez de Bay L. Silbi ona gülüşünü geri vermek zorunda kalacaktır. Timm borçları, eline geçecek parayla yapabileceklerini düşünür ve anlaşmayı imzalar. Bay Silbi gülerek teşekkür ederken Timm’in dudakları yalnızca ince bir çizgi halini alır. Herkese bulaşan ve ona “kahkaha bombası” adının takılmasına yol açan gülüşü artık ona ait değildir.

Hipodromda kazandığı paralar nedeniyle bir olayda onu hırsızlıkla suçlarlar, ama gerçek anlaşılır. Kazandığı paraları gören üvey annesinin para hırsıyla Timm bahis oynamaya devam eder. Artık zenginleşmişlerdir, ama bu arada oğlanın hiç gülmeyen yüzü onu insanlardan uzaklaştırmıştır.

Timm kazanabileceği büyük servetten vazgeçerse Bay Silbi’nin ona gülüşünü geri verebileceğini umarak kentin kenar bölgelerinde onu arar. Ancak oğlanın karşısına çıkmaktan kaçınan ve onu uzaktan gözleyen Bay Silbi’yi bulmayı başaramaz.

On dört yaşına bastığında Timm son bir bahis oynar ve büyük bir ikramiye kazanır. Artık üvey annesinin ve üvey kardeşinin ona ihtiyacı yoktur. Timm “gülüşünü aslında hiç ihtiyacı olmadığı bir şey uğruna” sattığını anlamıştır ve gülüşünü geri almaya kararlıdır. Ama bunu nasıl yapacağını bilemez. Karşısında çok zeki, kurnaz biri vardır; üstelik anlaşmanın şartları gereği bu konudan kimseye bahsedemez, kimseden yardım isteyemez. Tümüyle yalnız kaldığını düşünse de karşısına ona yardım edecek insanlar çıkacaktır.

Bay Silbi’yi alt etmek hiç kolay olmayacaktır.

Alman edebiyatının önemli yazarlarından James Krüss’ün en çok okunan kitaplarından biri olan Satılan Gülüş, arka kapak yazısında belirtildiği gibi “her şeyin satılık olabildiği bir dünyada değerlerin önemine dikkat” çekmesinin yanı sıra okurlara, bir çaba göstermeden sahip olduğumuz şeylerin yaşamlarımızdaki yerini fark ettiriyor.

James Krüss’ün yazdığı, Suzan Geridönmez’in çevirdiği “Satılan Gülüş”, Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlandı.  

Tülin Sadıkoğlu


Yazarla ilgili bilgi edinmek isteyenler için:

James Krüss, 1926’da Helgoland’da doğdu. 1942-1944 arası öğretmenlik seminerlerine katıldı ve eğitimini savaştan sonra Lüneburg Pedagoji Yüksekokulu’nda tamamladı. 1948-1949 arası Reinbek bei Hamburg’da yaşadı, ardından Münih’e taşındı. 1960’a kadar "Helgoland" dergisini yayımladı, gazeteci olarak çalıştı ve Bavyera Radyo’sunda çalıştı. 1960’ların ortalarından itibaren Gran Canaria’ya taşındı.

"Der Leuchtturm auf dem Hummerklippen" (1956) ve "Büyük Dedem ve Ben" (1960) adlı kitaplarıyla çocuk kitabı yazarı olarak adını duyurdu. "Satılan Gülüş" kitabıyla popüler oldu. 
Krüss, 41 dile çevrilen çocuk kitapları külliyatının yanı sıra, çocuklar için oyunlar yazdı, televizyon programları yaptı ("James Tierleben"). Yapıtları birçok ödül kazandı. Tüm eserleri için 1968’de Hans Christian Andersen Ödülü’nü aldı. James Krüss, 1997’de Gran Canaria’da hayata gözlerini yumdu.


Kaynak: Goethe Enstitüsü (http://www.goethe.de/ins/tr/lp/prj/uak/ij/kru/trindex.htm)

25 Nisan 2013 Perşembe

Hep Hayır Diyen Aslan


Yeri geldiğinde itiraz etmek, karşı çıkmak ilişkilerin gereğiyken; her zaman hayır demekse ilişkileri zorlayan birine dönüştürüyor bireyi. Hatta insanın adını huysuza çıkarıyor. Christine Beigel ve Herve Le goff’un ortak çalışması Hep Hayır Diyen Aslan’ın kahramanı da adı huysuza çıkanlardan.

Tavuk Nine, uyku saati geldiğinde uyumayı istemediklerini söyleyen civcivlere bir masal anlatmaya başlar.  Her şeye hayır diyen bir aslanın masalıdır bu. Annesinin sözünü de dinlemeyip ona da hayır diyormuş hep. Annesi ise hayırdan başka bir şey söylemesi için yalvarıyormuş yavru aslana. Minik aslanın tavrı yine değişmiyormuş, ısrarla hayır demeye devam ediyormuş.

O gün de diğer günler gibi küçük aslan hayır der.
Hayır aşağı hayır yukarı,  orda hayır burda hayır.
Hayır, hayır ve hayır!
Ve sırtını dönüp uzaklaşır.

Günlerden bir gün zebra sürüsüne katılıp onlarla birlikte yürümeye başlamış. Sürüdekiler ona laf atıyor, bir şeyler söylüyormuş ama yavru aslanın yanıtı hiç değişmiyormuş: Hayır, hayır ve hayır! Zebra sürüsünün koruyucuları belirmiş etrafında. Gergedan onu güzellikle ikna etmeye çalışmış ama yavru aslan hayır demekten geri durmayınca çita, yavru aslanı ensesinden kaptığı gibi onu dünyanın bir ucuna götürmüş. Belki yavru aslan hayırdan başka bir şey demeyi öğrenmiştir gittiği bu yerde.

Nesin Yayınevi’nden Ali Nesin çevirisi ile çıkan Hep Hayır Diyen Aslan okul öncesi döneme ait çocuklara hitap ediyor.

Metin kadar kitapta yer alan görseller de ön plana çıkıyor. İllüstrasyonda kullanılan sıcak renkler hikâyeye daha da bir sıcak hava katıyor.

Ebru Akkaş
  

24 Nisan 2013 Çarşamba

Sırlarla Dolu Konak


Yiğit, dedesini ve babasını yedi yaşındayken bir tren kazasında kaybeder. Aile daha sonra memleketteki “kocaman eski evi” satıp İstanbul’da, bir kenar mahalledeki küçücük bir eve taşınır. Kız kardeşi Elif, annesi ve babaannesiyle birlikte yaşayan Yiğit yalnızca babasını ve dedesini değil her şeyini kaybetmiş gibidir. Ancak zaman geçtikçe yaşadığı yeri ve buradaki insanları sevmeye başlar. “Yoksullukta eşit” olduğunu düşündüğü bu insanlar arasında yine de şanslı olduğuna inanır çünkü arkadaşı Mehmet gibi çalışmak zorunda değildir en azından.

Yiğit, şimdiki evlerini sevmesine sever ama “ev” denince aklında doğup büyüdüğü üç katlı, eski ev canlanır. Bir de sırlarla dolu “o konak”… Yiğit kendini bu terk edilmiş konakta “kayıp yurdunda, yuvasında, geçmişinde” hisseder. Belki de eski yaşamına duyduğu özlemin bir yansımasıdır bu.

O gün lapa lapa yağan kar nedeniyle okullar tatil edilmiştir. Böylece arkadaşı Mehmet’le birlikte kendini dışarı atan Yiğit, sabah gördüğü ve içinde dedesinin olduğu rüyanın da etkisiyle “sırlarla dolu o konağa” gitmek ister. “Sanki boynuna görünmez bir ip bağlanmış, onu o konağa çekip” durmaktadır. Mehmet itiraz eder, karla kaplı konağa o gün gitmek istemez. Ancak sonunda razı olur. Konağa girdiklerinde merdiven başında oturmakta olan bir kedi görmek onları şaşırtır. Kedi sanki onları bekliyor gibidir, çünkü merdiven başına varır varmaz çocukları bir odanın aralık kapısına doğru yönlendirir. Tedirgin olan Yiğit ve Mehmet kapıyı açıp da yerde yatan bir adam gördüklerinde ne yapacaklarını bilemezler. Ailelerinden habersiz buraya geldikleri için Yiğit’in içinden hemen oradan kaçmak gelse de polise gitmeye karar verirler. Bu olaydan sonra Yiğit’in, ailesinin, hatta mahallelinin hayatları çok değişecektir. Hayat türlü türlü acılar, zorluklar, mutsuzluklar getiriyor ama bunun yanı sıra güzel sürprizler de gerçekleşebiliyor. Yiğit’in dediği gibi “bildik hayatları kesintiye uğrayanlar bir daha eskisi gibi olmuyorlar” belki ama “mutluluğun başka başka şekillerini öğreniyorlar”.

“Sırlarla Dolu Konak”ta on üç yaşındaki Yiğit’in çocukluktan ergenliğe geçerken yaşadığı büyüme sancılarını ve kayıplarının yol açtığı özlemlerle nasıl başa çıktığını okumanın yanı sıra büyük kentlerde yaşamanın bir bedeli olarak insanların giderek yalnızlaştığı, çocukların eve kapatıldığı günümüzde mahalle arkadaşlığını, aşklarını, iyiliğin ve paylaşmanın mümkün olduğu pek de eskilerde kalmayan o zamanları da hatırlıyoruz. Tam da bu nedenlerle kitabı okuyup bitirdiğinizde yüzünüzde bir gülümseme, içinizde bir sıcaklık kalıyor.      

Hem yetişkinler hem de çocuklar için kitaplar yazan çevirmen, editör, yazar Filiz Özdem’in “Sırlarla Dolu Konak” adlı ilkgençlik romanı Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

Tülin Sadıkoğlu

23 Nisan 2013 Salı

Tavşan Peter'in Bütün Maceraları

Bazı kitaplar nasıl ki edebiyatın temel taşları ise 1866 yılında Londra'da dünyaya gelen Beatrix Potter'ın yazıp çizdiği Tavşan Peter (Peter Rabbit) de çocuk edebiyatının temel taşlarından biri desek abartmış olmayız.
On iki yaşında sanat dersleri almaya başlayan Beatrix Potter, Benjamin Bouncer adını verdiği ilk tavşanını 1890’da satın aldı. Bundan üç yıl sonra tavşanı ölünce yapıtlarına esin kaynağı olacak yeni bir tavşan daha aldı ve ona Peter adını verdi.

Aynı yıl Tavşan Peter’in Masalı adını verdiği mektup kartları hazırladı ve bunları gönderdi. 1901 yılında siyah beyaz resimlediği Tavşan Peter’in Masalı’nın özel baskısını yaptırdı. Bundan bir sonra 1902'de Tavşan Peter’in Masalı Frederick Warne&Co. tarafından yayımlandı. 

İş Bankası Kültür Yayınları, Tavşan Peter'in Bütün Maceraları’nı Volkan Yalçıntoklu çevirisi ile ciltli yayımladı. Özgün metin ve orijinal resimleri ile basılan bu kitapta, Tavşan Peter'in Masalı, Tavşan Benjamin'in Masalı, Pofuduk Tavşancıkların Masalı, Bay Tod'un Masalı yer alıyor.

İlk masalda burnunun dikine girmeyi seven Pete'in Bay Yeşilbahçe'nin tarlasında yaşadığı heyecan anlatılıyor. Tavşan Benjamin'in Masalı'nda Peter'in kuzeni ile tanışıyoruz. Pofuduk Tavşancıkların Masalı'nda Tavşan Benjamin ile Podufuk'un kurduğu aile ve yavrularının öyküsünü öğreniyoruz. Bay Tod'un Masalı'nda yerinde duramayan, pek de sevilmeyen bir tilki ile kötü niyetli Paytakporsuk'dan bahsediyor Potter.

"Eğer küçük çocukların, dürüstlüğü ve küçük mutlulukları takdir etmesini sağlayacak ufacık bir şey yapmayı başardıysam o zaman küçük de olsa bir şey yapmışım demektir," diyen Beatrix Potter, sadece çocuklar için değil doğayı korumak için de zamanında öncü diyebileceğimiz büyük işleri de kararlılıkla sürdürmüş biri.

Tavşan Peter’in Maceraları 1921 yılında görme engelliler için Braille alfabesi ile de yayımlandı. Tavşan Peter neredeyse tüm dünya çocuklarının sevdiği bir kahraman olmaya devam ediyor.

Ebru Akkaş

22 Nisan 2013 Pazartesi

Pembe Ayıcığın Düşü

Pembe tüylü bir ayıcık nehir kıyısında oturmuş ağlamaktadır çünkü düşünü kaybetmiştir. Bunu öğrenen zürafa ağaçların tepesinden uzanıp gökyüzünün dört bir yanını arayıp tarar ve sonunda yumuşacık, rengârenk bir atkıyla geri gelir. Ancak pembe ayıcık ağlamaya devam eder.

At, dörtnala koşarak dünyanın dört bucağını arayıp tarar ve bir çift nal bulup getirir; kurbağa ise suyun derinliklerini arayıp tarar ve bir güneş gözlüğü bulur. Ama hiçbir şey pembe ayıcığın ağlamasını durduramaz. Bunların hiçbiri onun düşü değildir.

Ne yapacaklarını bilemeyen kurbağa, at ve zürafa, pembe ayıcığı teselli etmeye çalışır. Bu arada uykusundan yeni uyanan Baykuş sesleri duyar ve neler olduğunu öğrenir. “Baykuş bir an düşündükten sonra” sorar:

“İyi ama… sizler ne aradınız?”
“Ben, ayıcığın uzun boynunu sıcak tutacak bir atkı aradım,” dedi zürafa.
“Ben ayıcığın toynakları için rahat nallar aradım,” diye ekledi at.
“Ve ben de ayıcığın patlak gözlerini güneşten koruyacak bir gözlük aradım,” diye açıkladı kurbağa.

Oysa pembe ayıcığın ne uzun bir boynu, ne toynakları ne de patlak gözleri vardır. Böylece anlaşılır ki zürafa, at ve kurbağa farkında olmadan kendi düşlediği şeyi bulup getirmiştir. Peki, küçük pembe bir ayının düşü ne olabilir? Baykuş, bunu pembe ayıcığa sorar. Sonunda herkes kendi düşüne kavuşmuştur.

Roberto Aliaga’nın “anlattığı”, Helga Bansch’ın resimlediği Pembe Ayıcığın Düşü, Redhouse Kidz tarafından yayımlandı. 

Tülin Sadıkoğlu







19 Nisan 2013 Cuma

Bir Kitap Lütfen, Yaprak Moralı’yı konuk ediyor!


Animatör, illüstratör Yaprak Moralı’yla Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nda bir söyleşi gerçekleştirdik. Uzun yıllardır yurtdışında yaşayan ancak Türkiye’yi yakından takip etmeye devam eden, kitaplar yazan-resimleyen Moralı’ya çocuk kitapları resimlemeye nasıl başladığını, bu alandaki gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini ve Bologna Çocuk Kitapları Fuarı izlenimlerini sorduk.


Çocuk kitapları resimlemeye nasıl başladınız?
Ben asıl çizgi filmciyim. Mesleğimi on iki senedir yapıyorum. Çocukluğumu Roma, Brüksel ve Londra'da geçirdim ve o dönem şahane çocuk kitapları, dergiler ve öyküler okuyarak, çizgi filmler izleyerek büyüdüm.
Çocukluğumdan beri resim yapmayı çok severim. Okulda hep defterlerin kenarlarına karalamalar yapardım. Evimizde boyama defterleri hiç eksik olmazdı.

Mesle
ğime başladıktan sonra, çizgi film ve illüstrasyonun ne kadar bağlantılı olduklarını fark ettim. Biz de çalıştığımız filmlerde animasyon bölümüne gelene kadar yüzlerce illüstrasyon yapıyoruz. Zaten tanıdığım birçok çizgi filmci, çocuk kitapları yazar ve çizer.

2003'de Türkiye'ye döndüğümde, mesleğimin yanı sıra, Türkiye'ye çocukluğumun çizgi romanlarını getirtmek istiyordum. 1960-1970'de yazılmış mangaları, Japon çizgi romanlarını Türkiye'de yayınlayabilmek için araştırmalar yaptım. Bir arkadaşım beni Can Yayınları'nın kurucusu Erdal Öz'e gönderdi.
Oturdum Erdal Bey’in önüne, dizdim bütün sevdiğim kitapları masasının üstüne, anlattım ve anlattım. Erdal Bey, yarım saate yakın bir süre boyunca beni sessizce dinledi, gülümseyerek sigarasını içti. İlgili olduğunu bile düşünmeye başlamıştım ki sonunda, “Şimdi Yaprak, bırak sen bu çizgi romanları, asıl bana kitap resimlemeye ne dersin?” dedi. Ben de tamam dedim.
Manolito'nun haklarını almıştı Erdal Bey ama çizim haklarını alamıyordu. “Bana Manolito resimleri yap,” dedi.
K
ısa bir süre içinde kitapları okudum, bir sürü resim çizdim. Orijinal resimler o kadar esprili ve hayat doluydu ki onlar kadar iyi resim yapabilir miydim? Ama ben okumayı Pıtırcık ile öğrenmiştim. Onun havasında espri dolu yeni resimler yapmaya çalıştım. Ayrıca öykü o kadar güzel yazılmıştı ki bana çok ilham vermişti. Öyküye yakışan resimler yapmaya çalıştım. Kendi çapımda bir stil buldum ve Erdal Bey’e geri döndüm. Maalesef o zamana kadar, Manolito'nun resim hakları eline geçmişti. Bunun üzerine bana Bilgin Adalı'nın Zaman Bisikleti'ni verdi ve böylece başladım.


Hem kendi metinlerinizi hem de başka yazarların metinlerini resimliyorsunuz, hangisi daha zor?
Nemika Tuğcu'nun Minik kitabını resimlerken çok eğlendim çünkü kendi çocukluğumu çok anımsattı bana. Hatta Aydan ve Aylin'i çizerken, daha çok ablam ve kendimi çizdim sanırım.

Bilgin Adalının kızları Yağmur ve Damla da bana ablam ve kendimi hatırlattıkları için büyük zevkle çizdim. 
Ancak insan bir metni yazarken aklında bazı görseller oluşuyor, metin ile birleşiyorlar. Bilgin Bey mesela bazı resimlerimi gördükten sonra onları baştan yapmamı istemişti çünkü hayal ettiği “cihazlardan” farklı cihazlar yaratmıştım.

Kimsecikler Yok mu? kitabımda, hedeflenen yaş grubundan dolayı metin ve cümleler kısa olmalıydı. Onun için metnin eksikliklerini resimlerle tamamlamaya çalıştım. Mesela, öyküde çocukların bütün gece birbirlerinin fotoğraflarını çekmelerini istiyordum. Tabii bunu öyküye eklemek metni gereksiz yere uzatacaktı.
Onun için uygun olan resimlere bir fotoğraf makinesi ekledim. Kitabın giriş sayfasına da çocukların çekmiş oldukları “fotoğrafları” serpiştirdim.

Kimsecikler Yok mu?'daki insan karakterler gerçek hayattaki arkadaşlarım. Ebru anne, Tan ve Aya, oyuncakların arasındaki Teo ve gözlüklü sakallı oyuncak, hepsi hayatımdan insanlar. Aslında ilk Nisa ve Tan'dı çocukların ismi. Nisa diğer bir arkadaşımın ismi. Ama sonra, Tan'ın kız kardeşi Aya dünyaya geldi. Nisa'yı da o zaman Aya yaptım. Tabii bunun neticesi olarak, geçen sene Tan'ı gördüğümde bana şöyle dedi: “Yaprak, resimlerinde bir hata var ve düzeltmen gerek!” Hemen anladım neden bahsettiğini, “Bu kitapta Aya benden büyük ama aslında ben ondan büyüğüm, düzeltmen gerek!” dedi.

Şimdi ikinci okul öncesi kitabımı hazırlıyorum. Bir baykuş başkahramanım, kitabın ismi Umut Sesini Ararken. Bu baykuş ailesi için de arkadaşlarımın içinden bir aile seçtim.



Uzun süredir yurtdışında yaşıyorsunuz. Türkiye’deki çocuk edebiyatındaki gelişmeleri nasıl takip ediyorsunuz?
İnternete şükürler olsun! Gmail'in blogger kısmına bütün izlemek istediğim siteleri döşedim. Gazete okumak beni depresyona sokuyor artık ama her sabah kahvemi içerken yaptığım ilk iş bu blogları okumak. Blogger'deki siteler, Bir Kitap Lütfen ve Facebook sayesinde Türkiye'de olup bitenleri mümkün olduğu kadar yakından izlemeye çalışıyorum. 

Birkaç dil konuştuğum için Fransa, İtalya, İngiltere ve Norveç'deki çocuk kitaplarını rahatlıkla ve ilgi ile takip ediyorum. Karşılaştırmak, araştırmak, neyin nerede nasıl geliştiğini incelemek sağlıklı bir rekabetin kurulmasını sağlar ve sanatın gelişmesini sağlar bence. İnternet artık hayatımızı çok kolaylaştırdı.
Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nda da pek çok yenilik gördüm. Türkiye'de olduğum zaman da TÜYAP kitap fuarına gitmek çok faydalı oluyor.

Uzaktan nasıl görünüyor buradaki işler?
Son yıllarda çocuk kitabı piyasasında kocaman bir ilerleme görüyorum. Tabii Türkiye'de yazılmış/çizilmiş kitaplardan bahsediyorum. Zor bir piyasa bu. Hem bugün çocuklarımızın dünyası biraz daha farklı hem de ebeveynleri tatmin etmek, ikna etmek, belki biraz daha zor, daha fazla çaba gerektiriyor. Bazen kalıpları yıkmak zor olabiliyor. Artık hayat çok değişti ama değişiklik illa yanlış veya zararlı değildir.
Eşcinsel ebeveynlerin başkarakter oldukları okul öncesi kitaplar var artık. Hayat değişiyor, ilgi alanları ve işlenilen konular genişledi. Ama daha da önemlisi, çocuklar bu yeni konuları rahatlıkla benimseyip kabul edebiliyorlar. Çocukları asla sadece “çocuk” olarak görmemeliyiz. Onlar birer birey. Düşünen, akıllı, zengin hayal gücü olan, komiklikler yapan minik insanlar onlar.

Ben hayal gücü açısından zengin, şiirsel bir dille yazılmış, espri dolu, akıllı kitaplar arıyorum çocuklar için.
Çocuklarımızın hayal gücünü zenginleştirince toplumun gelişeceğine inanıyorum. Çocuklarımızı mümkün olduğu kadar çok güzellik ile aşılamamız gerektiğini düşünüyorum.

Bologna Çocuk Kitapları Fuarı izlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Bu sene Bologna fuarına ilk defa gittim. Amacım hem dostlarımı görmek, hem Türk masasına katılmak hem de tabii diğer stantları gezmekti. Çok etkilendim. Japonların stantları tabii en sevdiklerimdi. Ama bu kadar büyük bir fuar beklemiyordum. Geze geze bitmedi kaç gün boyunca. Her şey çok ilham vericiydi! En sevdiğim yayınevlerini gezdim, yeni çıkarttıkları kitapları karıştırdım, bir sürü illüstratörün çalışmalarını inceledim. Çok mutluyum böyle bir etkinliğe katıldığıma. Çok şey öğrendim. Ve çok güzel insanlarla tanıştım.

Tülin Sadıkoğlu & Ebru Akkaş