30 Ağustos 2013 Cuma

Fransız yazar Antoine de Saint-Exupéry’nin 1943 yılında yazdığı Küçük Prens 70. yılını kutluyor.

Neresi olursa olsun, bir yerde, hiç görmediğimiz bir koyunun bir gülü yiyip yemediği Küçük Prens’i seven bizler için çok şeyi değiştirir.
Gökyüzüne bakın ve sorun kendi kendinize: Evet mi, hayır mı? Koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi? Bakın nasıl her şey değişecek…
Ve hiçbir büyük, bunun ne denli önemli olduğunu anlamayacaktır!

Antoine de Saint-Exupéry, “Küçük Prens”i ülkesinden uzakta, Amerika’da olduğu bir dönemde, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yazdı. İki dünya savaşı görmüş, yaşanan “şiddet ve karmaşayla bir zamanlar kültürlerine, kurumlarına duydukları güvenleri erozyona uğramış” pek çok kişi gibi Saint-Exupéry’nin de “varoluşsal sorgulamalar yaşadığı, hayatın anlamının kaybolduğu ya da belirsizleştiği böylesi zamanlarda bir yalnızlık içerisine girdiği” söylenir. Diğerleri gibi dönemin materyalist bakış açısından rahatsız olan Saint-Exupéry bu dönemde şiirsel ifadelerin de gülünç bulunduğuna inanır. Bu duygular ve düşünceler kitapta “Küçük Prens’in ve anlatıcının yalnızlığıyla” aktarılmaktadır. Sonuçta her ikisi de, bir başlarına, “yaşamlarının anlamını ve kendilerini bulma yolculuğundadır”.  

Saint-Exupéry’nin, Amerika’da yazdığı kitabında döneme ait göndermelerin ve yazarın kişisel deneyimlerinin (uçağının Sahra Çölü’ne düşmesi, kardeşi François’nın ölümü) yer aldığı bir gerçek. Ancak Küçük Prens bundan daha fazlasını anlatıyor elbette. Bu küçük roman “insan doğasının bir çözümlemesini yapıyor, saflık ve sevginin önemini vurguluyor, dostluğun anlamını sorguluyor ve yetişkinliğin bir durum olduğunu, çocuksuluğu kaybetmemenin mümkün olabileceğini” hatırlatıyor. Tam da bu nedenlerle, yıllardır, okurlar için Küçük Prens "evrensel ve zaman ötesi" bir kitap olmuştur.

Kitapla ilgili tartışılan bir başka konu da “Küçük Prens”in yetişkinler için mi, çocuklar için mi yazıldığıdır. Tartışmaları daha da ileriye götürecek olursak: “Küçük Prens” bir alegori mi, masal mı, mesel mi, çocuk kitabı mı yoksa bir fabl mıdır? Bir araştırmada öne sürüldüğü gibi kimilerine göre kitap Saint-Exupéry’nin yaşamı ve yaşam felsefesinin otobiyografik bir alegorisidir. Örneğin kitaptaki “gül” Saint-Exupéry’nin karısı Consuelo, baobaplar da Nazilerdir. Aynı çalışmada yazarın kendi ülkesine karşı duyduğu sorumluluk duygusunun Küçük Prens’in gezegenine duyduğuyla aynı olduğu söylenir. Kimilerine göre kitap başlı başına insanlara verilen bir mesaj, kimilerine göre ise yapılan bir “davet”tir. Kimi eleştirmenlere göre de tıpkı Hans Christian Andersen’inkiler gibi yalnızca bir masaldır ve hem çocuklar hem yetişkinler içindir. Tema ya da mesajlar bir çocuğun bakış açısıyla işlenir ve aktarılır, ancak kitap tüm okurlara seslenir.

Hangi edebi türe girerse girsin, hangi yaş grubu hedeflenmiş olursa olsun ya da ister otobiyografik ister kurmaca olsun neredeyse bütün dünya dillerine çevrilen Küçük Prens, her yaşta tekrar tekrar okunan bir başucu kitabı, bir klasik olmuştur. Değeri ve önemi tartışmasız çok büyük olan bu kitap özellikle şu günlerde yeni ya da tekrar okuyacak olanların yüreğine su ve umut serpecektir.

Antoine de Saint-Exupéry’nin yazdığı ve resimlediği Küçük Prens, Sumru Ağıryürüyen’in çevirisiyle Mavibulut Yayıncılık’tan yayımlanıyor.

Tülin Sadıkoğlu


Kitaptan alıntı:

Bu öyküye peri masallarındaki gibi başlamak isterdim. Yani şöyle:

"Evvel zaman içinde bir Küçük Prens varmış. Kendinden bir parmak büyük bir gezegende oturur, hep bir arkadaş ararmış..." Hayatı yakından tanıyanlar için böyle bir başlangıcın daha gerçekçi bir havası olurdu.

Çünkü kimse kitabımı baştan savma okusun, istemem. Bu anıları kâğıda geçirene kadar az mı çektim. Arkadaşım koyununu alıp gideli altı yıl oluyor. Onu anlatmaya çalışmam, unutmak istemeyişimdendir.




Not: Yaptığım alıntılar yıllar önce Can Çocuk Yayınları’ndan Tomris Uyar’ın çevirisiyle yayımlanan Küçük Prens’tendir. 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Yetenek Yarışması

Ayı, aslan, timsah ve yılandan oluşan bir müzik grubu, gördükleri bir ilana kayıtsız kalamaz. Yetenek Yarışması afişi, onlar kadar minik kırmızı bir kuşun da dikkatini çeker. Minik kırmızı kuş da diğerleri gibi yarışmada şansını denemek ister. Bu dileğini yüksek sesle dile getirdiğinde grup üyeleri onunla alay etmeye başlar.

Piyanoda timsahın, trompette aslanın, davulda ayının olduğu yılanın marakas çaldığı grup kolları sıvayıp hemen provalara başlar. Her şey yolunda gider gibi görünürken bir şarkıcıya ihtiyaçları olduğunu fark ederler.

Bunun için astıkları ilanı gören minik kırmızı kuş koşarak seçmelere gider ama parmak kadar olduğu için olumlu bir yanıt alamaz. O da çareyi kılık değiştirerek karşılarına çıkmakta bulur. Şarkıyı söyler söylemesine ama bu sırada foyası çıkar ortaya. Bu durumda utanacak kişi, minik kırmızı kuş değildir elbet.

Kendini kabul ettirmek, insanları yüzeysel değerlendirmenin anlamsızlığı üzerine güzel bir kitap olan Yetenek Avcısı, Jo Hodgkinson tarafından yazılıp resimlenmiş. Kır Çiçeği Yayınları tarafından yayımlanan kitabı Yıldırım Türker Türkçeleştirmiş. 

Kitap okul öncesi dönemdeki çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Ayı Olmayan Ayı

Etrafınızdaki herkes size başka biri olduğunuzu söylese ne yapardınız?

Güneye doğru uçan kaz sürüsü, sararıp kuruyarak ağaçlardan dökülen yapraklar kış mevsiminin yaklaştığını haber vermektedir. Ayı için mağaraya çekilip kış uykusuna yatma vakti gelmiştir.

Ayı mağarasında uyurken yukarıda hummalı bir çalışma başlar. Çizim planlarıyla, makineleriyle, testere ve baltalarıyla bir sürü adam gelmiş ve devasa bir fabrika kurmuşlardır. Hem de tam Ayı’nın mağarasının üstüne. Bahar gelip de Ayı uyandığında nerede olduğunu anlayamaz:

Orman neredeydi?
Çimenler neredeydi?
Ağaçlar neredeydi?
Çiçekler neredeydi?

Ayı, rüya görüp görmediğini anlamaya çalışırken binalardan birinden bir adam çıkar ve ona işinin başına dönmesini söyler. Ayı, bir ayı olduğu yanıtını verir. Ama ne ustabaşı, ne genel müdür, ne üçüncü, ne ikinci, ne birinci başkan yardımcısı, ne de başkan onun ayı olduğuna inanır. Onlara göre Ayı, “ayı falan değildir. İyi bir tıraşa ihtiyacı olan, kürk palto giymiş budala adamın tekidir”.  Başkan, bir ayı olsaydı Ayı’nın fabrikada değil bir hayvanat bahçesinde olacağını söyler. Ayı, ısrar edince de onu alıp hayvanat bahçesindeki ayıların yanına götürür. Oradaki ayılara göre de Ayı bir ayı değildir, öyle olsaydı kafesin dışında değil, onlarla birlikte kafesin içinde olurdu. Ayı, tekrar bir ayı olduğunu söylediğinde hayvanat bahçesindeki bir yavru ayı onun kim olduğunu bildiğini iddia eder: “İyi bir tıraşa ihtiyacı olan, kürk palto giymiş budala adamın teki”dir. Sonra sirke giderler. Orada da Ayı, ayı olduğuna kimseyi inandıramaz. Böylece fabrikaya geri dönerler ve Ayı bir sürü adamla birlikte bir makinenin başında çalışmaya başlar.

Aradan uzun bir zaman geçer; fabrika kapanır ve bütün işçiler evlerine doğru yola koyulurlar. Ayı’nın ise gidecek bir yeri yoktur. Yürürken başını kaldırıp gökyüzüne baktığında güneye doğru uçan kazları, ardından da sararıp kuruyarak ağaçlardan dökülen yaprakları görür. Bunlar kış mevsiminin yaklaştığının habercileridir. Ayı için mağaraya çekilip kış uykusuna yatma vakti gelmiştir. Devasa bir ağacın kökleri arasındaki mağaraya doğru yürür, ama tam içeri girecekken durur. Bir mağaraya girip kış uykusuna yatamaz ki; o bir ayı değil, “iyi bir tıraşa ihtiyacı olan, kürk palto giymiş budala adamın tekidir”.

Kış gelir, her yer karla örtülür. Mağaraya girmeyip dışarıda kalan ve üzeri bembeyaz bir örtüyle kaplanan Ayı’nın ayak parmakları buz keser, kulakları donar, dişleri takırdar. “İyi bir tıraşa ihtiyacı olan, kürk palto giymiş budala adamın teki kar ortasında donarak ölmek üzereyken ne yapar,” bilemez. Ayı ne yapacak sizce? Sonunda bir ayı olduğunu hatırlayacak ve mağarasına dönecek mi?

“Farklı olma” teması son zamanlarda çocuk kitaplarında sıkça kullanılıyor. Bana kalırsa iyi de ediliyor. Kimi zaman toplum, sandığı ve umduğu kadar hoşgörülü olamıyor ne yazık ki. O nedenle kişisel olarak bu kitapları önemsiyorum. Elbette ki didaktik olan, bir parmağı havada yazarın sesini duyduğumuz metinlerden değil edebiyatın sunduğu sonsuz olanaklar çerçevesinde yazılmış edebi metinler ve çocukları görsel açıdan da zenginleştiren nitelikli kitaplardan bahsediyorum.

Bu kitap ise biraz farklı. Pek çok soru sorduran, düşündüren metniyle (ve resimleriyle) yazar aslında toplumsal bir eleştiri yapıyor. Toplumun belli kalıplar içinde düşünmesinin ve hareket etmesinin, kalıpların dışına çıkıldığında ise bunun toplum tarafından derhal reddedilmesinin yanlışlığının altını çiziyor; çevre duyarlılığına dikkat çekiyor; yüksek sesle ve sürekli olarak aslında düşündüğü gibi olmadığı söylense de kişinin “kendi”nin farkında olmasının ve “kendi”ne inanmasının önemini vurguluyor. Tam da bu nedenlerle her ne kadar beş yaş ve üstü çocuklar için önerilse de Ayı Olmayan Ayı her yaştan okurun okuyabileceği bir kitap.  

Amerikalı çizgi filmci, senaryo yazarı ve yönetmen Frank Tashlin’in yazıp resimlediği, Şiirsel Taş’ın Türkçeleştirdiği Ayı Olmayan Ayı, Hayykitap’tan yayımlandı.

Tülin Sadıkoğlu

23 Ağustos 2013 Cuma

Kötü Adam Bay Çiklet

Andy Stanton yazdığı, David Tazzyman’ın resimlediği Kötü Adam Bay Çiklet, seçici kurulu sadece çocuklardan oluşan 2007 RedHouse Çocuk Kitapları Ödülü ve 2008 Roald Dahl En Komik Kitap Ödülü’nü almıştı.

Limonlu Bayırdan hikâyeler anlatan dizinin bu ilk kitabında kahramanlar ile tanışıyoruz. Dizi, adını kötü karakter Bay Çiklet’ten alıyor. Bay Çiklet, elinde bastonu ile tahta iskemlesinde oturan ve kendisi ile uğraşan çocuklara bastonunu sallayan ya da taş atan bizim huysuz ihtiyarları andırsa da aslında onlardan tehlikeli ve kötü. Tüm bu kötülükleri birlikte yaptığı bir suç ortağı var: kasap Üçüncü Bay William. Zaten bu kasabın Bay Çiklet’ten başka bir müşterisi de yok.

İyiler cephesinde ise samanlıkta iğne bulmuş tek insan Friday O’Bilir ve arkadaşıysanız Polly değilseniz İspanyollara taş çıkaracak uzunluktaki adı ‘Peril Beril Meril Hopps Hoppa Londra Stereo İo İo Leb Leblebi Armonika La Hoykala Hopşin Topşin Kapşin Lolipop Hulahop Mutlu Yıllar Tobi’ olarak çağırmanız gereken bir kız çocuğu var.

Huysuz bir adamı, korkunç bir kasabı, sevimli bir çocuğu ve başı derde girenlerin kurtarıcısını karşı karşıya getirense kasabanın sevgili sokak köpeği Köpek Jake.

Çocukların severek takip edeceği dizi kitaplardan biri olmaya aday Kötü Adam Bay Çiklet dizisinin ilk kitabı “Sen Kötü Bir Adamsın Bay Çiklet”i Elif Yalçın Türkçeleştirdi. 7–11 yaş aralığındaki çocuklara hitap eden dizinin Tudem tarafından yayımlandı. 

Ebru Akkaş

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Sıradan Bir Çocuk

Kendini “gösterişsiz ve sıradan” hisseden altıncı sınıf öğrencisi Jordan’a göre “başarılı olduğu şeylerin hiçbirinin önemi yoktu – en azından okulda. Gerçekten başarılı olacak kadar sevdiği şeylerse… Bunlar ödül kazandırmıyor, onu popüler kılmıyor ya da oğlanların onu fark etmesini sağlamıyordu.”

Jordan altıncı sınıfı bitirirken onu ortaokula “parlak bir zaferle, şan şerefle, superstar’lar gibi gönderecek bir plan” yapmıştır. Ancak hiçbir şey istediği gibi gitmez ve bunun nedeninin de yaptığı listeler olduğuna inanır. Jordan'ın üç listesi vardır: İyi Oldukları, İdare Ettikleri, Çuvalladıkları. Listeler arasında en kötü durumda olan iyi olduklarını sıraladığıdır. İşte bu listeler okuldaki bir başka kızın, Marlea’nın eline geçmiş ve o da bunları Jordan’a karşı kullanmaktan geri durmamıştır. Bu durum Jordan’a göre “düşman komutanın, en zayıf sınır noktalarını ve saldırıya en açık yerleri gösteren eksiksiz bir haritayı ele geçirmesine” benzemektedir. Her ne kadar okulda öğrencilerin zorbalık yapması önemsenen bir konu olsa da ve derhal önlem alınsa da Jordan okul yetkililerine şikâyet ederse durumunun daha kötü olacağına inanır. Jordan ayrıca bu zorba kıza karşı beslediği nefretten ve öfkeden de rahatsız olmakta, bundan kurtulmak istemektedir.

Jordan, Marlea’yla başa çıkmak için arkadaşı Nikki’nin kızın suratına bir yumruk indirme önerisini de benimsemez. Saldırgan biri gibi algılanmak istemez. Daha da önemlisi kendisi gibi davranması ve Marlea’nın ya da bir başkasının ona “olmayacak bir şey yaptırmasına ya da söyletmesine” izin vermemesi gerektiğine inanır. Sonunda bir yol bulur, ama işe yarayacak mıdır?

Bu arada Jordan’ın yaşadığı Illinois’de hava aşırı sıcak ve nemlidir. Her şey normal gibi görünmektedir; ancak gökyüzündeki bulutlar hava durumu yorumcusunu endişelendirir. Jordan’ı, okuldaki çocukları ve tüm bölgeyi hiç ummadıkları bir felaket beklemektedir.

Bunun Adı Findel, Karne Oyunu, Konuşmak Yok!, Tek mi? Çift mi? romanlarının yazarı Andrew Clements’in “Sıradan Bir Çocuk” adlı kitabı Mine Kazmaoğlu çevirisiyle Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlandı. Dokuz yaş ve üstü çocuklar için önerilebilecek romanda genel başarı profiline uymadığı için sıradan olduğuna inanan ancak hayatla başa çıkarken kendisinin farkında olacak ve kişiliğine sadık kalmayı başarabilecek kadar güçlü bir karakteri olan Jordan’ın yaşadıkları, düşünceleri aktarılıyor.

Tülin Sadıkoğlu

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Kuyruklu Yıldız Geliyor



Kuyruklu Yıldız Geliyor, Finlandiyalı yazar Tove Jansson’ın okuduğum ilk kitabı. Jansson, Kuyruklu Yıldız Geliyor’un kahramanı Mumi kitaplarını hem yazıp hem de resimlemiş. Vakit geçirdiği Finlandiya Körfezi’nde gördükleri ilham kaynağı olmuş onun için.

Mumiş’in babası nehrin üzerine köprü inşa edince Snif ile beraber Mumiş yeni yerler keşfetmeye çıkarlar. İlk önce yakınlarındaki ormanda bir geziye başlarlar. Düzenledikleri ilk sefer hiç de fena geçmez. Snif bir mağara, Mumiş de inci bulur. Heyecan içinde evlerine döndüklerinde her şey normal ilerlerken akşam başlayan fırtına ve köprü inşa edilirken evi yıkılan Misk Faresi’nin kapılarını çalmaları ile olaylar değişir. Fırtınanın ve yağmurun doğal olmadığını söyleyen Misk Faresi öyle hikâyeler anlatır ki Snif ve Mumiş’in aklına dünyanın yok olmak üzere olduğu fikrini sokar. Çocuklar da haliyle endişelenir. Anne ve babaları evden biraz uzaklaşmalarının işe yarayacağını düşünerek onları gözlemevine göndermeye karar verir. Mumiş ve Snif’in yolculuğu böylece başlar. Yolda türlü macera ve dostla karşılaşırlar. Bu dostlardan biri olan Mumrik’in “Benim bildiğim macera öykülerinin kahramanları hep kurtulurlar,” dediği gibi zorlukların üstesinden gelirler.

Kuyruklu Yıldız Geliyor, korkular ve mülkiyet üzerine yazılmış güzel bir roman. İçinde barındırdığı “Düşünsene yemek yemeği unutacak kadar da mutlu olunuyormuş,” ya da “Şeylere sahip olup onlar yalnızca kendinizin olsun istediğinizde her şey zorlaşıyor,” gibi diyaloglar çocuk algısını zorlamayacak nitelikte.

Kuyruklu Yıldız Geliyor, Yıldız Samer’in çevrisi ile Ayrıntı Yayınları’nın Dinozor Çocuk markası ile yayımlandı. Kitap 9 yaş üstü çocuklara hitap ediyor. 

Ebru Akkaş

16 Ağustos 2013 Cuma

Hannah - Tersine Akan Nehir

Fransız yazar Jean-Claude Mourlevat’ın yazdığı “Tersine Akan Nehir” adlı dizinin ilk kitabında Tomek’in başından geçenler yine onun ağzından aktarılmıştı. İkinci kitapta ise hikâyeyi bu kez Hannah anlatıyor.

Hannah’nın babası kızının istediği turkuvaz mavisi muhabbet kuşunu alabilmek için tüm mallarını satar. Bununla da kalmaz tefecilerden borç alır. Olanlara katlanamayan annesi, Hannah’nın ağabeyleriyle birlikte onları bırakıp gider. Bunun üzerine baba-kız bir kulübeye yerleşirler. Hannah’nın babası hamallık yapmaya başlar; ancak üç yıl sonra yorgunluktan ölür. Dokuz yaşında bir başına kalan Hannah’yı uzak bir akrabası evine alır. Yeniden bir yuvaya, bir aileye kavuşan Hannah mutludur. Yine de babası aklına geldiğinde acı çeker. Böyle zamanlarda küçük muhabbetkuşunu görmeye gider. Bir gün kuşu hasta, titrer halde bulunca onu kaybedeceğinden, böylece geçmişten geriye hiçbir şey kalmayacağından endişe etmeye başlar. Kuş bir süre sonra iyileşir iyileşmesine ancak Hannah’nın korkusu geçmez. Aklına masalcı adamın bahsettiği tersine akan Qjar Nehri ve bu nehrin ölümü engelleyen suyu gelir. On iki yaşındaki Hannah bir gece, güneyde bir yerde, kumun ve suyun ötesindeki nehri bulmak üzere tek başına yola çıkar. Böylece Hannah’ın serüveni başlamış olur.

Hannah, başından geçenleri anlatmaya başlamadan önce Tomek’e şöyle diyor: “Bu hikâye sana sunabileceğim en güzel şey. Tabii ki sana verebileceğim daha binlerce armağan var, üstelik çoğu çok güzel: Örneğin el üstünde koşan şu minyatür atları biliyor musun? Ya da geceleri bazen kendi kendine çalan flütü? Peki, ya hiç solmayan çiçeği? Ya konuşan taşı? Elimden gelse sana tüm bunları vermeye çalışırdım. Ama bu armağanların hiçbirinin sana anlatacağım hikâyenin yerine geçmeyeceğini bilmelisin. Bir tek sana anlatacağım çünkü sen sahip olduğum en değerli şeysin.” İyi yazılmış, iyi bir öykü her çocuk için farklı nedenlerle yeri doldurulmayacak ve ömür boyu yanında taşıyabileceği bir armağan gerçekten de.

Jean-Claude Mourlevat’ın yazdığı, Ömrüm Erdaş’ın çevirdiği “Hannah – Tersine Akan Nehir”, Can Çocuk Yayınları’nın “Heyecanlı Kitaplar” dizisinden çıktı. On bir yaş ve üstü genç okurlar için önerilen kitaptaki resimler ise her çalışmasında metinlere görsel olarak farklı bir boyut kazandıran ve okurun hayal gücünü görsel açıdan da besleyen Gözde Bitir’e ait.

Tülin Sadıkoğlu




14 Ağustos 2013 Çarşamba

Yazının Öyküsü




Yazının Öyküsü, yazının neden ortaya çıktığını, yazı ile ilgili buluş sayılabilecek öğelerin nasıl ortaya çıktığını kısacası yazının tarihini anlatan bir kitap.

Yazı yazarak bilgiyi depolar ve koruruz. Bu sayede diğer insanlarla iletişim kurar ve yapmamız gereken ya da ihtiyacımız olan şeyleri kendimize hatırlatabiliriz. Eğer yazı yazmasaydık çok fazla konuşmamız ve çok iyi bir hafızaya sahip olmamız gerekirdi.

Kitapta yazının macerasının piktogramlar yani resim yazıları ile başladığını aslında hesap kaydı tutmak için böyle bir çözüme gidildiği iddiası yer alıyor. Yüzyıllar içinde büyük bir değişikliğin gerçekleşip sesleri ifade eden işaretlerin yani fonogramların kullanılmaya başlandığı ifade ediliyor.

Sümerlerin çivi yazısı ila başlayan anlatım Mısırların hiyeroglif yazısı ile devam ediyor. Bazı uzmanların Eski Mısırlıların Sümerlerden etkilenip yazmaya başladıkları gibi ilgi çekici iddialara da yer veriyor. 

Yazının tarihini etkileyen alfabenin bulunuşunun nasıl gerçekleştiği ise halen gizemini koruyor. Bilim adamları bununla ilgili teori üretmekten ileriye gidemiyor maalesef.

Yazının Öyküsü sadece yazıyı değil yazı yazmak için gerekli olan kâğıt, papirüs, kalem gibi temel malzemeleri atlamıyor elbet. Ayrıca Kiril, İbrani, Japon, Arap alfabesi ile yazılan metinlerden örneklere yer veriyor.



Carol Donoughue’nun kaleme aldığı kitabı Sevgi Atlıhan Türkçeleştirmiş. İş Bankası Kültür Yayınları’nca yayımlanan kitap 9 yaş üstü çocuklar ile yazının tarihini merak eden herkese hitap ediyor.  

Ebru Akkaş

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Teneke Orman

Bir zamanlar uçsuz bucaksız, rüzgârlı bir yer vardı.
Dünyanın bir ucunda, unutulmaya yüz tutmuş bu yer, hiç kimsenin istemeyeceği şeylerle doluydu.
Bu ıssız yerin tam ortasındaki küçük evin küçücük pencerelerinden görünen tek şey, insanların attığı çöpler ve yağmurlu havaydı.


Bu evde yaşlı bir adam yaşamaktadır. Hurdalığa dönüşmüş bu yerde bu yaşlı adam yine de bir çaba gösterir, “her gün çöpleri toplar, ayırır ve ayıklar, gömer ya da yakar”. Geceleri ise rüyasında “rengârenk kuşların, tropikal ağaçların, nadide çiçeklerin ve dev gagalı tukanların, ağaç kurbağaları ve kaplanların” olduğu bir ormanı görür.

Bir gün yaşlı adamın dikkatini çeken bir şey ona bir fikir verir ve üzerinde düşündükçe:

Düşünce giderek köklendi, filizlendi.
Çöplerin üzerinde serpilip yaprak verdi.
Gövdesinden dallar çıktı.
Büyüdükçe büyüdü, uzadıkça uzadı.

Böylece yaşlı adam çöplerden, tenekelerden bir orman yapar. Hayallerindeki gibi değildir, ama yine de bir ormandır. Ve bir gün küçük bir kuş gelir ormana. Sonra eşini getirir, gagalarında tohumlarla birlikte. Tohumlar açar, kuşlar şarkılar söyler, böcekler vızıldar, yapraklar hışırdar, yabani hayvanlar oradan oraya dolanır.

Bir zamanlar bir orman vardı.
Dünyanın bir ucundaki bu orman, herkesin isteyeceği şeylerle doluydu.
Ormanın tam ortasındaki küçük bir evde, bahçesinde dev gagalı tukanları, ağaç kurbağaları ve kaplanları olan yaşlı bir adam yaşardı.

Helen Ward’un yazdığı, Wayne Anderson’ın resimlediği ve Şiirsel Taş’ın Türkçeye çevirdiği Teneke Orman, Remzi Kitabevi’nden yayımlandı. Öykü, çevre duyarlılığının yanı sıra şartlar ne olursa olsun umudumuzu kaybetmememizi, çabalarımızın sonucunu bir gün mutlaka alacağımızı ve hayallerimizi gerçekleştirebileceğimizi anlatıyor. 

Tülin Sadıkoğlu