30 Eylül 2013 Pazartesi

Balığım Şiir Yazdı

Belki de doğadaki tekrar döngüsünün var ettiği bir özellik olarak insanda tekrar etme güdüsünün olduğunu söylemek mümkündür. Sabah devrilir, gece gelir; yaz biter, sonbahara sıra gelir. Karanlığı aydınlık, onu da tekrarla karanlık takip eder. Bu bilinen döngünün insanları tekrara yatkın kıldığını söyleyebiliriz. 

İşte Balığım Şiir Yazdı’dayı oluşturan parçalar bu tekrar duygusunu geliştirmeye yatkın. Özellikle manzumelerin kayıt altına alınmadığı sözel dönemde yıldızı parlayan ve günümüze kadar az veya çok önemini sürdüren uyaklar da Balığım Şiir Yazdı’da önemli bir yer tutuyor. 

Uyakların kulakta yarattığı ses uyumunun çocuk okurların veya ebeveynleriyle beraber kitabı takip edecek çocukların dikkatini çekecektir.

Aytül Akal ve Mavisel Yener'in ortak çalışması olan; sevimli çizgileri ve sert kapağıyla dikkat çeken Balığım Şiir Yazdı şiire geçiş için bir adım olabilir.
  
Mandolin Yayınları'nca yayımlanan Balığım Şiir Yazdı, dört yaş üstü çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

26 Eylül 2013 Perşembe

Yaşasın Ç Harfi Kardeşliği!

Beşinci sınıf öğrencisi olan Ali dönem ödevi olarak bir söyleşi yapacaktır.  “Cevap vermekten çok, soru sormaya istekli” Ali için bu güzel bir fırsattır. Ali, genellikle suskun olan annesini soru bombardımanına tutar ve o da, şaşırtıcı bir şekilde, büyük bir keyifle soruları yanıtlar. Karısının aksine "bitip tükenmek bilmeyen konuşma isteği ve her şeyin yolunda gitmesi için yazıp yapıştırdığı notları" ile baba Rıza Bey onları dinlerken, bir yandan oğlunun yaptığı gözlemlere şaşar bir yandan da bir süredir mustarip olduğu kulak çınlamasının nedenini sonunda bulur. Anlaşılan Ayla Hanım’ın, köstebekleri turplardan uzak tutmak için toprağa gömdüğü gazoz şişelerinin çıkardığı ıslık sesidir Rıza Bey’in kulağındaki. 

Rıza Bey, Ali’nin ufuk açıcı sorularından pek çok şey öğrenir ve ödevini daha kolay yapması için eski dizüstü bilgisayarını oğluna verir. Ancak ödev yavaşlar… Çünkü, “ikide bir internete girmekten yazmaya çok az vakit” kalır. Ali, Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde epey vakit harcamaktadır. Yine de soru sormayı seven Ali ödevinin sonuna gelmiştir. Amcası ve dedesiyle söyleşi yapacak, sonra da ödevini bitirecektir.

Ali’nin ödevi için nüfus kâğıdına ihtiyacı olur. Haftalarca aramış, ancak bir türlü bulamamıştır. Bunun üzerine babasıyla birlikte nüfus dairesine giderler. Buradaki memur Ali’yi tanımakla kalmaz, babası Rıza Bey hakkında da bilgi sahibidir. Bu bilgileri Facebook’tan edinmiştir. Bu sohbet sırasında memur kötü bir haber verir. Ali’nin soyadının sonuna yanlışlıkla bir “ç” harfi eklenmiş ve “Hoşgörüç” olmuştur. Rıza Bey’in “tepesi atar”, ancak “hepsinden farklı, özel bir insan olduğunu” söyleyen Ali farklı bir soyadı olmasını doğal bulur. Babası çok sinirlense de Ali’nin soyadı Hoşgörüç olarak kalır.

Ali, Facebook sayfasında soyadını hemen değiştirir. Bu değişiklikle birlikte sanal âlemde dikkatleri üzerine çeken Ali bir de “Yaşasın Ç Harfi Kardeşliği” adında bir grup kurar. Grubu aslında okulda onunla hiç ilgilenmeyen Sevinç’in ilgisini çekmek umuduyla kurmuştur. Ancak bu girişim onu hiç ummadığı kadar popüler biri haline getirecektir. Olaylar nasıl gelişecek? Peki, Ali böylesine popüler olmaktan mutlu olacak mı dersiniz?

Kitapta Ali’nin, malların ömürlerini kısaltma konusunda bir uzman olan “ömür törpüleme mühendisi” amcasıyla ve yaşı dahil anlattığı hikâyelerin doğruluğunun tartışıldığı dedesiyle tanışıyoruz. Tanışmakla kalmıyor farklı yaşam tarzlarını ve tüketim alışkanlıklarını da öğreniyoruz. Diğer yandan Ali’nin bir şekilde tanıştığı eskici çocuk Ümitsu’nun yaklaşımının ise bambaşka olduğunu görüyoruz: Ümitsu tüketmektense biriktirmeyi tercih etmektedir.

Behiç Ak’ın yazıp resimlediği Yaşasın Ç harfi Kardeşliği!, Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. 8-12 yaş grubu için önerilen romanında Behiç Ak, her zaman olduğu gibi eğlenceli bir okuma sunmanın yanı sıra son yıllarda hayatımıza giren ve “yerleşen” sosyal medyanın yaşamlarımızı nasıl şekillendirdiğini gösteriyor.

Tülin Sadıkoğlu

25 Eylül 2013 Çarşamba

Küçük Findus Kaybolunca

Küçük Findus Kaybolunca, İsveçli yazar ve illüstratör Sven Nordqvist'in yaşlı Pettson ile kedisi Findus'un maceralarını anlattığı dizinin kitaplarından bir tanesi.

Kitap kedi Findus'un kaybolma hikâyesini sahibi Pettson'dan tekrar anlatmasını istiyor. Findus'u kıramayan Pettson da olayları en başından beri anlatmaya başlıyor.

Pettson bir çiftlik evinde yaşayan, bazen de kendini çok yalnız hisseden birisi. Arada komşuları ziyaretine geliyor ama o da kırk yılın başı. Bu misafirliklerden birinde Pettson'un komşusu Beda Andersson, onun bir kedisi bile olmadığından dem vurur. Bir sonraki ziyaretinde bir yavru kedi getirir komşusuna. Pettson, yavru kediye içinde olduğu karton kutunun üzerinde yazan ismi verir: Findus! Sonra bir akşam Findus merakına yenik düşüp çiftliği keşfetmek ister ve kaybolur. Serüveni de böyle başlar.

Küçük Findus Kaybolunca'da Findus küçük bir çocuk gibidir. Bildiği ve yaşadığı bir olayı defalarca anlatmasını ister sahibinden. Sonunu bildiği için bu öykü ona güven verir. Tıpkı defalarca aynı kitabın okunmasını talep eden çocuklar gibi...

Pettson ve Findus'un maceralarının anlatıldığı kitaplarda sadece metinler değil resimler de oldukça dikkat çekici. Metinleri tamamlayan resimlerin kendi içinde bin bir detay barındırdığı ve kitaba ayrı bir mizah duygusu kattığı ise başka bir gerçek. Metinler bir kez okunduğunda hikâye anlaşılır ama resimlerdeki ayrıntılar için kitaplar defalarca karıştırılır.

İlk kez 1985 yılında yayımlanmaya başlayan Pettson ve Findus kitapları birçok dile çevrilmiş. Dokuz kitaptan oluşan dizinin Türkçeye çevrilen 4 kitabı var. Ayrıntı Yayınları'nca Ali Arda çevirileri ile yayımlanan kitaplarsa şöyle: Doğum Günü Pastası, Pettson Çadır Kuruyor, Küçük Findus Kaybolunca ve Tilki Avı.


Sven Nordqvist, çocukların kütüphanelerinde en azından bir kitabının olması gereken bir yazar.

Ebru Akkaş

23 Eylül 2013 Pazartesi

Annemin Çantası

İki kardeş, güzel bir yaz gününde, omzunda kocaman bir çanta asılı olan anneleriyle birlikte parka gider. Parkta kardeşlerden birinin pantolonu yırtılır, diğeri çamura batar. İkisinin de giysilerini değiştirmesi gerekmektedir. Sanki olacakları önceden biliyormuş gibi yeni giysiler çantadan çıkıverir. Giysi sorunu hallolmuştur, ama bu kez de küçük kız dizini kaydırağın kenarına çarpar. Daha eski yarası iyileşmeden bir yenisi açılmıştır; dizi kanamaya başlar. Annesi hemen çantadan merhem ve yara bandı çıkarır. Çanta bir yardım uzmanı olmuştur şimdi de.

Öğlen olduğunda ve güneş tam tepeye çıktığında bir ağacın gölgesine çekilirler. Anneleri çantadan "güzel mi güzel bir öykü kitabı" çıkarır ve okumaya başlar. Tam o sırada karınları acıkmış, susamıştırlar. Çare yine çantadadır. Çantadan çıkan yiyeceklerle ve içeceklerle açlıklarını, susuzluklarını gideren yalnız onlar değildir. Kedicik için de süt vardır.

Parktan sonra deniz havası almaya karar verirler ve motora binerler. Motorla gezerken martıları ve balıkları da unutmazlar; çantadaki birkaç dilim bayat ekmeği ufalayıp yem yaparlar. Ancak o da ne; dönüş yolunda motor bozulur. Denizin ortasında kalakalırlar… Annelerinin çantası bu soruna da çare olacak mıdır? Kitabı okuyunca göreceksiniz!

Sara Şahinkanat’ın yazdığı Ayşe İnan Alican’ın resimlediği okul öncesi resimli öykü kitabı “Annemin Çantası”, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Şahinkanat ve Alican, daha önce de pek çok ortak çalışmaya imza attı. Bu ortaklığın sonucunda ortaya harika kitaplar çıkıyor. Üstelik bu kez, bu kitabı yalnızca çocuklar değil, “çanta”nın anlamını ve önemini bilen anneler de eğlenerek okuyacaklar.

Tülin Sadıkoğlu



20 Eylül 2013 Cuma

Momo

Fantastik edebiyatın en güzel örneklerinden biri olan Bitmeyecek Öykü ile tanıdığımız Michael Ende'nin tek kitabı bu değil kuşkusuz. Hem büyüklere hem çocuklara hitap eden Momo, yazarın en iyi kitaplarından biri sayılıyor.

Momo, ilk bakışta cinsiyetini hemen anlayamayacağınız bir çocuk. İnsanların bin yıllardır yaşadığı bir şehirde yaşıyor. Hatta evi barkı olmadığı için geldiği bu yeni yerde antik tiyatro kalıntısında yatıp kalkıyor. Kısa zamanda çevresinde sevilen biri oluyor Momo. Herkes konuşup kendini anlatma derdindeyken bu kız çocuğu dinlemeyi tercih ediyor. Kendine anlatılanları büyük bir sükunet ile dinleyip huzur veriyor. Momo herkesi çok seviyor ama dostları arasında kendine yakın bulduğu iki kişi var: Yaşlı Beppo ile Turist Rehberi Gigi. Yaşlı Beppo ne kadar duyarlı, temkinli ise, genç Gigi onun tam tersi bir kişiliğe sahip. Düşünmeden hareket eden, uçarı biri.
  
Birbirlerinden zamanı esirgemeyen, paylaştıkça daha çok paylaşmayı isteyen bu insanların gizli düşmanları da var elbet. Ağızlarında sigaraları, gri elbiseleri, kafalarındaki şapkaları ile geldikleri yerde soğuk rüzgârlar estiren adamlar. Bu adamların derdi ise insanların zamanları. Onlara zamanlarını tasarruf etmelerini tavsiye edip zamanlarını çalmakta ustalık gösteriyorlar ve çaldıkları bu zamanlarla var oluyor bu soluk benizliler.

Momo'yu da tuzaklarına düşürmek isterler ama yöntemleri onun üzerinde pek etkili olmaz. Momo, bu hırsızlara karşı koymak için çok uğraşır ama Beppo, Gigi dahil tüm dostları bu çetenin kurbanı olduğu için tek başına mücadele etmek zorunda kalır. İlk defa korkuya kapılır. Bu esnada yardımına kaplumbağa Kassiopeia koşar ve onu Hora Usta'ya götürür. Çalınmış zamanları geri getirmeye uğraşır Momo.

Tüketebileceğini bilemeden biriktirmenin; başkalarının tüketimi için fark etmeden sömürülmenin; tek tipleşmenin eleştirisinin yapıldığı bir kitap Momo. İlk kez 1973'de yayımlanan kitap çağımızın gerçeklerini fark etmemizi sağlıyor.

Momo, Kabalcı Yayınları tarafından Leman Çalışkan'ın çevirisi ile yayımlanıyor. 

Ebru Akkaş

18 Eylül 2013 Çarşamba

Acaba

Norveçli yazar Jostein Gaarder, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Sofi’nin Dünyası” adlı kitabıyla tanındı. Kitap, on beş yaşındaki Sofi’nin posta kutusunda önce “Kimsin”, sonra “Dünya nasıl meydana geldi?” sorularının yazılı olduğu iki mektup bulmasıyla başlıyor. Sofi bu sorulardan yola çıkarak felsefe tarihine bir yolculuk yapıyor. Gaarder’in, Pan Yayıncılık’tan çıkan “Acaba” adlı kitabı da benzer bir soruyla başlıyor: “Dünya nereden geldi?”. Ancak bu kez filozoflar ve felsefi yolculuklar yerine yalnızca sorular var.

Ülkemizde son zamanlarda art arda çocuklar için felsefe kitapları yayımlanmaya başlandı. İster felsefeyle ilgilenin ister ilgilenmeyin yalnızca çocuklar değil büyükler de kendilerine zaman zaman felsefenin temel sorularını sorar. İnsanın yaşamla, kendisiyle, dünyayla kurduğu ilişkinin gereğidir bu. Yetişkinlere oranla daha çok merak duygusuna sahip olan çocuklar, ayrıca, nesnel algılamaya da daha yatkındırlar. Çocuklar için Felsefe hareketinin kurucusu olan Mathew Lipman çocukları bu nedenle “doğal filozoflar” olarak adlandırıyor. Buradan yola çıktığımızda aslında bu tür kitapların ülkemizde önemli bir boşluğu doldurduğunu söyleyebiliriz.

Jostein Gaarder’in “Acaba”sında yanıtlar yok, yalnızca sorular var. Ancak bu sorular yukarıda da değindiğim gibi yaşama, insana, dünyaya ve felsefeye dair en temel sorular. Bunlar üzerinde düşünmeye başlayan çocuklar hem kendilerini hem yaşadıkları dünyayı anlamaya başlamanın yanı sıra “ felsefi düşünme yöntemine” de bir giriş yapmış oluyorlar.

Soruları görsel olarak destekleyen, en az onlar kadar okuru düşünmeye iten resimler Akın Düzakın’a ait. 8-12 yaş grubundaki çocuklar için önerilen kitabı Türkçeye Ayfer Erbaydar çevirdi.

Tülin Sadıkoğlu

16 Eylül 2013 Pazartesi

Sineklerin Tanrısı

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi William Golding'in 1954 yılında yayımlanan ilk romanı Sineklerin Tanrısı, ilk başta R. M. Ballantyne'nın Mercan Adası'nın modern bir uyarlaması gibi gözükebilir. Sineklerin Tanrısı, kahramanlarının adı, Pasifik'te mercan bir adada kalmaları, hepsinin erkek çocuğu olmaları gibi Mercan Adası'na göndermelerle dolu olsa da bambaşka bir hikâye anlatır.

Nükleer ehlikeden uzakta olmaları için tahliye edilmeye çalışılan çocukların uçağı Pasifik'te bir adaya düşer. Kaza sonrasında önce Ralph ve gerçek adını hiçbir zaman öğrenemediğimiz Domuzcuk lakaplı çocuk bir araya gelirler. Başka kurtulanlar olup olmadığını öğrenmek için buldukları denizkabuğunu boru gibi kullanırlar. Bu ses adadaki diğer çocukların dikkatini çeker ve Jack'in liderliğini yaptığı diğer grupla tanışmalarını sağlar. Kendi aralarında bir lider seçmeleri gerekir ve çoğunluk Ralph'ı seçince Jack buna içerlese de önce itiraz etmez. Domuzcuk, kilolu, gözlüklü bir olduğu için alay konusu olmaktan kurtulamaz ama grupta doğru düzgün düşünen ve yapıcı önerileri olan ondan başka bir çocuk yoktur. Bir ateş yakılmasını ve  dumanın onların tek umudu olduğuna diğerlerini ikna eder. Kibritleri olmadığı için ateş yakmak istediklerinde Domuzcuk’un gözlüğünün camlarından faydalanarak tutuştururlar dal parçalarını.

İlk zamanlarda grup kararları uygulanırken sonra bir gevşeklik başlar. Ralph'ın olumlu liderliği karşısında Jack'ın yıkıcı liderliği sorunların doğmasına neden olur. Bununla birlikte yaşça daha küçük çocukların kâbus ve korkuları işleri daha da karıştırır.
  
İş Bankası Kültür Yayınları’nca Mina Urgan'ın çevirisi ile yayımlanan kitabın sonunda Urgan'ın kitap üzerine yazdığı bir değerlendirme yer alıyor. Urgan, bu yazısında "Hamlet'e sadece bir öç alma tragedyası ya da Moby Dick'i sadece bir balina avı öyküsü saymak ne denli yanlışsa Sineklerin Tanrısı'nı da çocuklar için yazılmış bir serüven romanı saymak o denli yanlıştır." diyerek  kitabın önemimi bir kez daha belirtiyor. 

Ebru Akkaş



13 Eylül 2013 Cuma

İyi ki doğdun, Roald Dahl!

Bugün dünyaca ünlü çocuk kitapları yazarı Roald Dahl’ın doğum günü!

Yetişkinler için de yazan Roald Dahl, dünya çocuk edebiyatında kuşkusuz çok özel bir yere sahip. Kitapları milyonlarca çocuk tarafından halen okunuyor. Eğlenceli, mizah yönü güçlü romanları çocukların macera duygusuna da hitap ediyor. Yalnızca mizah, güldürü ve serüven yok Dahl’ın kitaplarında; kahramanlar kimi zaman çeşitli trajediler de yaşıyor. Ancak bu karakterler ne yaşarlarsa yaşasınlar, sevdiklerinin de destekleriyle, asla olumlu bakışlarını kaybetmiyorlar dersek yanılmış olmayız. Dahl’ın kitaplarını, her ne kadar fantastik öğeler kullansa da, bu kadar gerçekçi ve çocuklara yakın kılan bana kalırsa bu özelliği. Çocukların yaşamları en az yetişkinler kadar zor olabiliyor. Ancak hayal dünyaları çoğu yetişkin gibi henüz kısırlaşmamış, merak ve öğrenme duygularını kaybetmemiş, her şeye rağmen oyun, serüven ve eğlence heyecanını sürdüren, önyargıları olmayan çocuklar dünyaya ve olaylara yetişkinlerden, kuşkusuz, daha farklı bakıyor. Hayatında pek çok trajedi yaşamış Roald Dahl bahsettiğimiz çocuksu bakışı ve yaklaşımı kaybetmemeyi neyse ki başarmış ve böylelikle hayal gücü yüksek, yaratıcılığı teşvik eden bu müthiş kitapları yazabilmiş.

Yazarın kullandığı dil oyunları çocukların dilsel açıdan da gelişmelerine katkıda bulunuyor ve onlara nitelikli kitap okuma zevkini aşılıyor.   

Roald Dahl’ın bir başka özelliği de yazarın yarattığı dünyaların ve karakterlerin artık okurlar için neredeyse gerçek dünyalar ve karakterler haline gelebilmesi, hatta yaşamlarının bir parçası olabilmesi bana kalırsa: Charlie’nin Çikolata Fabrikası’ndaki Charlie ve ailesi, Willy Wonka; Cadılar’daki küçük çocuk, büyükannesi ve tabii korkutucu cadılar; Dev Şeftali’deki James; Matilda adlı romanına adını da veren kitap kurdu Matilda ve daha niceleri…

Roald Dahl’ın kitapları Can Çocuk Yayınları tarafından yayımlanıyor. Bu çok özel yazarın şimdiye kadar yayımlanan kitapları: Charlie’nin Çikolata Fabrikası, Charlie’nin Büyük Cam Asansörü, Matilda, Cadılar, Dev Şeftali, Yaman Tilki, Kaplumbağa, George’un Harika İlacı, Büyülü Parmak, Bay ve Bayan Kıl, Dünya Şampiyonu Danny, Koca Sevimli Dev ve Zürafa, Peli ve Ben. Dahl’ın en az kitapları kadar ilginç yaşamını merak edenler ise Küçük Adam Büyürken ve Tek Başına'yı okuyabilirler.


İyi ki doğdun, Roald Dahl!

Tülin Sadıkoğlu

11 Eylül 2013 Çarşamba

Eğer Babamı Kazara Astronot Yapmasaydım




Tilda, başına hep tuhaf şeyler gelen bir çocuk. Sadece tuhaf şeyler olsa iyi ancak bir de aksiliklerin peşini bırakmadığı biri. Tilda babasını özlüyor, her fırsatta gelip onu almasını bekliyor ama bu dileği gerçekleşmiyor. Babasının arada bir gönderdiği hediyelerle yetinmek zorunda kalıyor.

Okulda arkadaşları babalarının işlerini söyleyip bununla hava atarken Tilda’nın ağzından birden “Benim babam da astronot,” lafı çıkıyor. Tilda, bazen doğru söylemediğini kabul ediyor. Babasının astronot olduğunu söylerken arkadaşlarının bunu araştıracağı ya da ondan bunu ispatlamasını isteyebilecekleri aklının ucundan geçmiyor.
 
Doğru söylemediği için içinde ikilemler yaşıyor ama “yalan söyledim” demek de ağırına gidiyor. Bir büyüğünden yardım istemeyi düşünüyor ama sonra “Onlar benim halimi asla anlamazlar, sanki kendileri hiç yalan söylemiyormuş gibi davranırlardı,” diye iç geçirip vazgeçiyor bu fikrinden. İşler kontrolden çıkınca ne olursa olsun en yakın arkadaşı Julia’ya gerçekleri söyleyeceğine dair kendine söz veriyor ve sözünü de tutuyor. Julia, sınıfta yaptığı harika bir hamle ile Tilda’nın kötü duruma düşmesini engelliyor.

Eğer Babamı Kazara Astronot Yapmasaydım doğrular, hayal gücü, çaresizlik ve dostluk üzerine sıcacık bir kitap.

İsveçli yazar Ingelin Angerborn’un yapıtını Türkçeye Ali Arda çevirmiş. Kitabı Taner Duran resimlemiş.
8 yaş üstü çocuklara hitap eden kitap Paloma Yayınevi’nce yayımlandı.

Ebru Akkaş

9 Eylül 2013 Pazartesi

Mantova'nın Cüceleri

Hans Christian Andersen Ödülü sahibi dünyaca ünlü İtalyan yazar ve gazeteci Gianni Rodari çocuklar için yazdığı kitaplarla İtalyan edebiyatının yirminci yüzyıldaki en önemli yazarı olarak görülüyor. Yalnızca çocuklar için değil, eğitim alanında yaptığı çalışmalarla öğretmenler ve anne-babalar için de önemini halen koruyan bir isim Rodari. 

Ülkemizde bu önemli yazarın çeşitli yayınevlerinden kitapları yayımlanıyor. Son olarak Yapı Kredi Yayınları’ndan Filiz Özdem’in çevirisiyle Mantova’nın Cüceleri çıktı. Genç İtalyan illüstratör Margherita Micheli’nin resimlediği kitap, 7-10 yaş grubu çocuklar için öneriliyor.

Mantova Düklük Sarayı’nda çok tuhaf bir kat bulunmaktadır. “Bu katın odaları ufacık, salonları küçücük, koridorları minnacık, oyuncak” gibidir. Çocuklar için yapıldığı düşünülse de burası sarayın cücelerine aittir.

Cüceler ise hallerinden pek de memnun değildirler. Dük, muhafızların başı Yüzbaşı Bombardo, sarayın soytarısı Rigoletto gibi uzun boylu olmak isterler. Boylarını uzatmak için türlü türlü çarelere başvururlar. Ancak yaptıkları hiçbir şey işe yaramaz; boyları bir santim bile uzamaz. Sarayın soytarısı,“Boyunuz uzasın mı istiyorsunuz? Kolayı var! Akşamları ayaklarınızı suya koyun,” diyerek onlarla dalga geçer.

Aralarındaki en kısa cüce olan Fasulyecik bir gün şehre gidip büyümenin sırrını öğrenmeye karar verir ve yola çıkar. Sonunda Té Sarayı denen bir yere varır. Burada, Dük’ten ve Yüzbaşı Bombardo’dan bile daha uzun adamların olduğu Devlerin Salonu’na girer. Fasulyecik onlara iriyarı olmak için ne yapmak gerektiğini sorar. Devler bir süre ses etmeden onu dinlerler, ancak bir yanıt vermezler. Sonunda içlerinden biri ona acır ve şöyle der:

“Dostum, biliyor musun, siz niye cüce kalmışsınız? Cücelerin evinde yaşıyorsunuz da onun için. Anladın mı?” demiş.
“Yoo! Dediklerini duydum, ama anlamadım!”
“İnsanların çoğu duyar, ama ne dendiğini anlamaz zaten. Git biraz düşün söylediklerimi. Belki anlarsın.”

Fasulyecik bu haberi arkadaşlarıyla paylaşmak üzere aceleyle eve döner. Tam o sırada Yüzbaşı Bombardo gelir ve Dük’le Düşes’in eğlenmek istediği haberini verir. Bunu sağlamak için de Soytarı Rigoletto’nun önerisiyle cüceler hükümdarın önünde birbirleriyle gerçekten savaşacaklardır. Öfkelenen ve gururları kırılan cüceler saraydan kaçarlar. Ancak nereye gideceklerini bilemezler. Üstelik Yüzbaşı Bombardo ve adamları da peşlerine düşmüştür. Cüceleri önce soytarının kızı Güzel Gilda, sonra da halk evlerinde saklar. Cüceler bir yandan saklanırken bir yandan da çalışmaya başlar. Kimi balıkçılık, kimi terzicilik yapar; kimi mühendis kimi ekmekçi olur. Ancak bir gün Yüzbaşı Bombardo casuslarından biri sayesinde cücelerin izini bulur.

Ama bu defa, cüceler korkmuyormuş. Boyları hiç uzamamış uzamasına, ama yürekleri kocaman olmuş meğer. Her birinin yüreği cesaretle doluymuş.


Tülin Sadıkoğlu

6 Eylül 2013 Cuma

Gözlerinde Güneş Var

Sevim Ak, çocuklara destek olmak amacıyla İlköğretime Yardım Vakfı (İLKYAR) ve ODTÜ ile birlikte gerçekleştirilen Gezici Deneyler Projesi’nde Mavi Otobüs’ün dokuz yıl boyunca gönüllü yolcularından biri olmuş. Bu sürede çocuklarla kaynaşmış, aynı yatakhanede yatmış, dertlerini dinlemiş, onlara yol göstermeye çalışmış. 

Gözlerinde Güneş Var, yazarın bildiğimiz öykülerinden daha farklı bir yerde duruyor. Ak, kitabın ortaya çıkış sürecini çocuklara hitaben yazdığı önsözünde şöyle anlatıyor: “Yolculuğun ilk günlerinden beri beni derinden etkileyen köy çocuklarının öyküsünün yazılması gerekliliğine inanmıştım. Büyük kentlerin tüketim çılgınlığına kapılmış, el bebek gül bebek büyütülen, en iyi eğitimi alabilmesi için büyük paralar harcanan çocuklarıyla çocukluğu, oyunu, oyuncağı bilmeden yoksulluğun, cehaletin sorunlarıyla bu çocuklar aynı ülkede birbirlerinin varlığından habersiz yaşıyorlar.

Çoğunluğu yatılı ilköğretim bölge okulu (YİBO) öğrencisi olan çocukların hikâyelerini, kendi öyküleri ve Anadolu masalları ile harmanlayıp çocukluğunu yaşayamadan ergen olan küçük adam ve kadınları anlatmış. Onların batıl inançlarından, hacıdan hocadan medet uman hallerini aktarıp Anadolu’da masallar kadar şaman ve pagan adetlerinin halen devam ettiğini bizlere bir kez daha hatırlatmış. Kitaptaki hikâyeler sanki bu çocuklarla aynı coğrafyada değilmişiz hissini veriyor.

Depreme uygun yapıldığı söylenen ve depremde çöken Bitlis’teki YİBO’dan kurtulan ve kurtulamayan çocukları hatırlamak ve anmak; hapishaneden bozma okulda demir parmaklıklı derslikler, teneffüslerde oynamak yerine volta atan çocuklar… Bu hikâyeler, toplumumuzun balık hafızasını tazelemekle birlikte insanı hüzünlendiriyor, gerçeklerle yüzleştiriyor.

Anadolu’da 630 YİBO ve bu okullarda eğitim gören 300 bin köy çocuğu var. Her birinin anlatmakla bitmeyecek bir hikâyesi olduğuna hiç şüphe yok. Bu hikâyelerin bazılarından haberdar olup kentli şımarıklığından sıyrılmak isteyenler Gözlerinde Güneş Var’ı okusunlar ve okutsunlar.

Ebru Akkaş



3 Eylül 2013 Salı

Özgürlüğünü Arayan Kelebek





Küçük bir tırtılken,
Orada burada sürüne sürüne gezinirken,
Bir akşam bir koza ördüm etrafıma ipekten.
Yumuşacık bir uykuya daldım,
Rengârenk rüyalara yelken açtım.
Sabah olunca herkes gibi ben de uyandım.
“Yeter,” dedim, “bu kadar dinlenmek!
Artık dışarı çıkmak gerek.”
Kemiriverdim kozamı çabucak.
Kanatlarımı görünce anladım,
Rüyalarım gerçek olacak.
Artık ben bir kelebeğim.
Göklerde uçmalı,
Bahçelerde dolaşmalıyım.







Sevgili Ebru Akkaş’ın, yine "Bir Kitap Lütfen"de tanıttığı Meraklı Gezginler adlı dizinin ilk kitabı “Yemeğini Arayan Tırtıl”daki tırtıl artık bir kelebek olmuştur. Şimdi keşfetme arzusuyla doludur.

Kelebek kanatlarını açar ve göklere uçmaya hazırlanır. Ancak hiç beklemediği bir engelle karşılaşır. Önünde kocaman bir pencere vardır. Bu, apartman penceresidir ve arkasında ne olduğunu öğrenmek için kelebeğin pencereyi açması gerekmektedir. Kalabalık sokaklar, dizi dizi binalar, fırın, kasap, manav arasında dikkatini bir çiçekçi dükkânı çeker. Tam uçup gidecekken Ayşe’yi fark eder. Tırtılının bir kelebek olduğundan habersiz olan küçük kız onun kaybolduğunu zanneder. Annesi ise parmağına konan kelebeğin Ayşe’nin tırtılı olduğunu anlar. Yapacak bir şey yoktur, “uçup gidecek, doğayı keşfedecektir” kelebek.

Aklı Ayşe’de kalsa da büyük bir keyifle bir çiçek demetinden diğerine uçar. Ne kadar zaman geçtiğinin farkında olmayan kelebek birden Ayşe’yi ve annesini yanında buluverir. Annesi, çok üzülen kızını teselli etmek için dedesiyle ninesinin çiftliğine götürecektir. Giderken de ninesine çiçek alacaklardır. Ayşe, kelebeğinin üzerine konduğu çiçek demetini almak ister. Kelebek de memnundur bundan. Hem küçük kızla birlikte olacak hem de bahçede istediği gibi dolaşacaktır.

Azıcık kestirmeye karar veren kelebek gözlerini açtığında önünde kocaman bir pencere daha bulur. Bu, araba penceresidir. Arkasında ne olduğunu anlaması için kelebeğin pencereyi açması gerekmektedir yine. Kelebeğin karşısına başka başka pencereler çıkar. Her birinin ardında farklı şeyler keşfeder kelebek ve sonrasında da uçup gider. Ayşe’yi özleyecektir ama yine de gider. O “özgür ve mutlu bir kelebektir”.

Çocukların oyun ve merak duygusuna hitap eden metniyle ve bu iki öğeyi destekleyen resimleri ve sayfa tasarımıyla Yemeğini Arayan Tırtıl üç yaş ve üzerindeki çocukların severek, eğlenerek okuyacağı bir kitap. Hikâyenin sonundaki, "Senin pencereni açınca ne görünüyor?" sorusu ise çocukların hayal gücünü harekete geçiriyor. 

Tülin Kozikoğlu’nun yazdığı Burcu Musselwhite’ın resimlediği Özgürlüğünü Arayan Kelebek Redhouse Kidz tarafından yayımlandı. Yemeğini Arayan Tırtıl ve Özgürlüğünü Arayan Kelebek’i dizinin diğer iki kitabı takip ediyor: Kelebeğini Arayan AyşeBulutunu Arayan Su Damlası.

Tülin Sadıkoğlu
    



2 Eylül 2013 Pazartesi

Mimar Sinan


Tasarlayıp uyguladığım birçok cami, mescit ve diğer anıtsal yapıları bir kitapta topladım. Dünya durdukça eserlerimi gören sağduyu sahiplerinin çabamın ciddiyetini anlayacaklarını umarım. O zaman eserlerime insaf ile bakarak beni hayırlı dualarla anacaklardır inşallah. 
Mimar Sinan

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, adını aldığı büyük mimara vefa göstererek Mimar Sinan'ı çocuklara anlatan bir kitap yayımladı.

Suphi Saatçi'nin yazdığı, Y. Metin Keskin'in resimlediği kitapta Mimar Sinan'ın hikayesi çocukluğundan anlatılmaya başlıyor. Kayseri'de başlayan dülgerlik eğitimi, yeniçeri ocağına katılması ile devam eden hikaye ve hüneri ile dikkat çektiği işleriyle devam ediyor.

Sefer sırasında Prut Nehri üzerine yaptığı köprü ile dönemin padişahının övgüsünü kazanan Mimar Sinan kısa bir süre sora mimarbaşı görevine getirildi. Bundan sora başta İstanbul olmak üzere Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu'da olmak üzere büyük eserler verdi.

Kitapta Sinan'ın yaşam öyküsü kadar yapıtları da  anlatılıyor. Y. Metin Keskin'in resimlediği yapılar, eserlerin künye bilgileri diyebileceğimiz özellikleri ile veriliyor. Mesela Büyükçekmece Köprüsü'nün Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile yapılmaya başlandığını Sultan II. Selim zamanında 1568'de tamamlandığını bu bilgilerden öğreniyoruz.

Kitabın sonundaki sözlük bölümü çocukların metni daha iyi anlamaları için oluşturulmuş ve çok da iyi olmuş.

Umarım bu kitap Mimar Sinan gibi büyük bir ustayı çocuklara anlatmak için yazılan onlarca kitabın ilki olur.

Ebru Akkaş