30 Ekim 2013 Çarşamba

Biri Uzaylı mı Dedi?

“Dünya denen gezegeni herkes biliyor mu?” Peki, Hexonya gezegenini?

Hexonya, 6 milyar yıl önce tıpkı Dünya gibi toz ve gaz bulutuyken bir gaz patlamasıyla oluşmuş. Bu gezegendekiler Dünyalılara göre daha uzun yaşıyorlar: ortalama 500 yıl. Beden yapıları farklı; örneğin iki kalbe sahipler. Görünüşleri de farklı… O yüzden Dünya’ya gelip giderken yakalanmamak için kılık değiştirmek zorundalar.
Ya çocuklar? Görünüşleri farklı olsa da onlar da tıpkı Dünyalı çocuklar gibi…

Peki, neden Hexonya’dan bu kadar bahsediyoruz? Gezegenin 353 yaşındaki başkanı Postipidik’in bir derdi var. Yıllardır Dünyalılar, uzaylıları, gezegenlerini istila etmeye gelen kötü karakterler olarak göstermişler, bununla ilgili binlerce kitap yazmışlar, filmler çekmişlerdir. Dünyalılar hep kahraman onlar da düşman olmuştur. İşte, Başkan Postipidik’in düzeltmek istediği tarihi yanlışlık budur. Böylece kendisinden sonra gelenler onu uzay tarihine çalınan bu lekeyi temizlemekle anacaklardır. Yalnızca Hexonya’da değil, uzaydaki tüm yaşam birimlerinde kahraman olacaktır; hatta komşu gezegenler ekran koruyucu olarak bilgisayarlarında onun resmini kullanacaklardır.

Başkan Postipidik, bu yanlışlığı düzeltmek üzere bir plan yapmıştır: Dünya’ya gidecektir! Orada yakalanıp tutsak edilirse (Dünyalılar, uzaylıların bedenlerini incelerken onlara onarılmaz zararlar vermektedir) yardım çağırmak üzere yanına “göze çarpmayacak, fark edilmeyecek, önemsenmeyecek birini yani öğrencilerden birini” almak istemektedir. Bu nedenle okulu ziyarete gelmiştir. Başkan’ın niyetini öğrenen öğrencilerin iki kalbi de korkuyla çarpmaya başlar. Kimse ne diyeceğini ne yapacağını bilemez. Sonunda Başkan, babası dünyaya pek çok kez gitmiş bir araştırmacı olan 11 yaşındaki Hex’i ve yine aynı yaştaki Nen’i seçer.

Dünya’da üç gün kalacaklardır ve yalnızca üç kez kılık değiştirme hakları vardır (dördüncüde kendi bedenlerine dönmektedirler). Dünyadaki üç gün onların gezegenindeki on yıla denk geldiği ve Başkan da gelecek seçimleri kaçırmak istemediği için üç günün sonunda Hexonya’ya dönmeleri gerekmektedir. Ancak başkanın çocuklara söylemediği ya da yarım ağızla açıkladığı bazı şeyler vardır.

Böylece Hex ile Nen’in Başkan Postipidik’le birlikte yaşayacakları Dünya serüveni başlamış olur.  

Kitap, “bu maceranın sonu” ibaresiyle bitiyor. Bu da bize elbette kitabın devamının geleceğini düşündürtüyor. Bu sorunun yanıtını yazara sormak istemişler. Ancak söylentilere göre yazar Hexonya’ya tatile gitmiş…

Aytül Akal’ın yazdığı, Gökçe Yavaş’ın resimlediği Fantastik Galaksi Serisi’nin ilki olan “Biri Uzaylı mı Dedi?” Mandolin Yayınları’ndan çıktı.

Tülin Sadıkoğlu

28 Ekim 2013 Pazartesi

Felaket Henry

Felaket Henry, yazar Francesca Simon tarafından yaratılan, kafası sürekli yaramazlığa çalışan bir kahraman. Dört kişiden oluşan bir ailenin haşarı çocuğu Henry’nin, onu sürekli anne babasına gammazlayan, uslu mu uslu, “mükemmel” lakaplı Peter adında bir erkek kardeşi var.

İki kardeşin kavgaları ve kıran kırana geçen rekabetleri dizinin hemen hemen tüm kitaplarında yer alıyor. Ayrıca Felaket Henry’nin kendine ait, herkesin dişi dökülürken onunkinin niye dökülmediği ve okula gitmek gibi dertleri var. Henry dertlerine, kaba kuvvette işin içinde olmak üzere çözümler bulan bir çocuk. Bu da ona “... yapan çocuk. Boş yerleri aklınıza gelen en felaket yaramazlıkla doldurun. Felaket Henry mutlaka onu yapmıştır,” ününü kazandırmaya yetiyor. 

Felaket Henry dizisi ülkemizde 2003 yılında yayımlanmaya başladı. Kitabın yazarı Londra’da yaşayan Amerikalı yazar Francesca Simon, başarılı çocuk kitaplarına imza atıyor. Felaket Henry’nin yayımlanan maceralarından bazıları:

Felaket Henry, Felaket Henry Banka Soyuyor, Felaket Henry Çabuk Zengin Olma Peşinde, Felaket Henry Diş Perisine Oyun Oynuyor, Felaket Henry Dünyalar Hakimi, Felaket Henry Evin Patronu, Felaket Henry Gol! Gol! Gol!, Felaket Henry Kalplerin Efendisi, Felaket Henry Kraliçe ile Tanışıyor, Felaket Henry Okulun Baş Belası, Felaket Henry Ölüleri Diriltiyor, Felaket Henry ve Beter Bakıcı, Felaket Henry ve Gizli Kulüp, Felaket Henry ve Kar Adamı Yeti, Felaket Henry ve Mumyanın Gazabı, Felaket Henry ve Zalim Zaman Makinesi, Felaket Henry’nin Doğum Günü Partisi...

Felaket Henry kitaplarında yer alan resimler ise Tony Ross’a ait. İletişim Yayınları etiketi ile piyasaya çıkan kitapların çevirisinde Bahar Siber'in adını görüyoruz.
 
Ebru Akkaş

25 Ekim 2013 Cuma

Küçük Hanım

Sekiz yaşındaki Lilly ve ailesi, girişinde altın rengi bir çörek asılı, dört katlı eski bir ev olan Çörek Evi’ne taşınırlar. Bu evin avlusunda “boyu yetişkin bir penguen kadar, hava nasıl olursa olsun safari kıyafeti giyen ve şemsiyesi sayesinde istediği zaman bukalemun gibi renk değiştirebilen” Küçük Hanım yaşamaktadır. Renk değiştirebilmesi sayesinde kimse avludaki yaşlı söğüdün altına kurduğu çadırı ve Küçük Hanım’ı fark etmez. Zaten kimse de avluyla ilgilenmez…

Küçük Hanım burada yaşamaktan son derece mutludur çünkü her çalılığın arkasında farklı farklı hayvanların bulunduğu, yabani otlarla kaplı bu kocaman avludan daha gizemli bir yer görmemiştir. Küçük Hanım burada rahat bir şekilde yaşar çünkü büyüklerden kimse avluya girmez. Kapıcı Bay Leberwurst (soyadının Almancadaki karşılığı “ciğer sucuğu”) dışında tabii… Ailesi birkaç kuşaktır bu evde yaşayan Bay Leberwurst çocukları pek sevmez ve onların avluya girmesini yasaklayan bir de tabela asmıştır. Ancak şanslı bir çarşamba günü Lilly bu avluyu keşfedecek ve Küçük Hanım’la tanışacaktır.

Lilly o gün okul şöleninde bir fotoğraf makinesi kazanmıştır. Hemen eve gidip bir an önce fotoğraf çekmeye başlamak isteyen küçük kız annesini mutfakta bulur. Makinesine çipin nasıl takılacağını bilmeyen Lilly annesinden yardım ister. Ancak hamur yoğurmakta olan annesinin ona ayıracak vakti yoktur. Oysa normal bir günde annesi mutlaka onunla birlikte oturur, fotoğraf makinesini incelerdi. Aynı şey babası ve beş yaşındaki kız kardeşi için de geçerlidir. Normal bir günde hepsi Lilly’le ilgilendirdi. Ancak o gün normal bir gün değildir; küçük kızın şanslı günüdür. Nasıl mı? Kimse onunla ilgilenmediği için herkesten uzaklaşmak, kaçmak isteyen Lilly avluya gider. Gri ve sıkıcı gibi görünen avlu hiç de öyle değildir. Tahmin ettiğinden çok daha büyüktür ve kıvrımlı patikalarıyla, çalıları, ağaçları, devasa söğüt ağacıyla Lilly’nin karşısında çiçekli bir çayır uzanmaktadır.

Lilly söğüdün yanındaki bir duvara oturup fotoğraf makinesini incelemeye başladığında karşısında birdenbire elinde şemsiyesi, söğüt yeşiline bürünmüş Küçük Hanım’ı bulur. Küçük Hanım hareket ettikçe renk değiştirmektedir. Lilly’nin heyecandan kalbi küt küt atarken Küçük Hanım şemsiyesini kapatır, duvara oturur, bacak bacak üstüne atar ve şöyle der: “Yav, yav, relmik şimleg?” Her şey böyle başlar. Lilly, Küçük Hanım’la arkadaş olacak, birlikte avluyu keşfedecekler, bu arada avluda kimseyi özellikle çocukları istemeyen Bay Leberwurst’a karşı yine birlikte mücadele vereceklerdir.

İletişim Yayınları’ndan çıkan bu son derece eğlenceli romanı Alman yazar Stefanie Taschinski yazmış, Nina Dulleck resimlemiş. Türkçeye ise Ayça Sabuncuoğlu çevirmiş. Kitabı sekiz yaş ve üstü çocuklar için önerebiliriz.

Tülin Sadıkoğlu   



23 Ekim 2013 Çarşamba

Midilli Tutkunu Prenses

Ellie, resmi adı ile Prenses Aurelia, kendi de bir midilli tutkunu olan İngiliz yazar Diana Kimpton’un dizisi Midilli Tutkunu Prenses’in kahramanı. Söz konusu kahraman sıradan bir prenses değil, bir midilli tutkunu. Prenses Ellie, taç takmak, zarif kıyafetler içinde dolaşmak veya balo salonlarında boy göstermek yerine midillileri ile vakit geçirmeyi tercih ediyor.

Güneşdansı, Gökkuşağı, Ayışığı, Gölge, Yıldızışığı... Bunlar Prenses Ellie’nin birbirinden çok sevdiği midillilerinin isimleri. Elinde olsa midillileri ile uyuyacak bu prensese sorumluluklarını her daim mürebbiyesi Bayan Stringle hatırlatıyor. Otoriter mürebbiye ayrıca prensese el sallama, milyonlarca farklı kaşık çatalı kullanma, başında taşıdığı kitaplarla yürümek gibi farklı meziyetleri kazandırmak konusunda kararlı. Ne de olsa bir prensesin bunları öğrenmesi gerekli.

Prensesimiz ise kararlılığını midillilerinden vazgeçmemek konusunda gösteriyor. Bu konuda ona seyisi Meg elinden geldiğince destek oluyor. Aşçının torunu Kate ise prensesin saraydaki tek dostu ve oyun arkadaşı.  

İş Kültür Yayınları'nca Sevin Okyay’ın çevirisi ile yayımlanan dizide yer alan kitaplarsa şöyle:

Prenses Ellie İmdada Yetişiyor
Prenses Ellie’nin Sırrı
Prenses Ellie için Bulmaca
Prenses Ellie’nin Ayışığı Gizemi
Prenses Ellie’nin Yıldızışığı Macerası
Prenses Ellie ve Saray Entrikası
Prensess Ellie'ye Sürpriz
Prenses Ellie'nin Tatil Macerası


Midilli Tutkunu Prenses, 7 yaş üstü tüm çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

21 Ekim 2013 Pazartesi

Dünya Şampiyonu! - Antoine Lebic'in destansı hayatı

5 Numara bir çalım attı, sağlı sollu ilerliyor, Benjamin’i geçti, şut… ve gooolllll! Kalecimiz Jonathan golü kurtarmak için bir şey yapamadı çünkü o sırada eğilmiş, çözülen bağcıklarını bağlıyordu.

Okullar arası şampiyonanın ilk turundaki bu maçı Antoine Lebic’in kaptanı olduğu takım 18-0 kaybeder. Harikalar yaratmayı beklemeyen, maça çok da iyi hazırlanmamış olan takım yine de bu sonuç karşısında şaşkındır. Kimine göre hakem taraf tutmuştur, kimine göre kaleci “kova”dır, kimine göre ise hangi oyuncunun defansta hangi oyuncunun ileride olduğu bile belli değildir. Takımı çalıştıran Dard Hoca’ya göre ise çocuklar kendi hatalarını örtmek için başkasına suç atmaktadır: Onlar sporun yüz karasıdır. Artık okullar arası şampiyonanın onun için bitmiş olduğunu bildiren Dard Hoca bundan sonra onlara ancak badminton çalıştıracağını söyler. Fakat, “hayatta bazı anlar vardır. Her şey berbat olmuş gibi hissedip gelecekten umudunuzu kesmişken, [….] uğradığınız haksızlığa yanarken hooop, bir anda durumu kurtaran inanılmaz bir şey oluverir.” Karşı takımın çalıştırıcısının şanssız bir kaza sonucu iki bacağı birden alçıya alınınca ve yerine de kimse bulunamayınca takım oyundan çekildiğini ilan eder. Bu durumda bir önceki turda yendiği takım onun yerine geçer. Yani bizim futboldan pek bir şey anlamayan ve 18-0 yenilen takım… Çocuklar, Dard Hoca’yı zorlukla ikna ederler. Ancak onları zorlu bir çalışma süreci beklemektedir. Diğer yandan takımın amigosu Magali onlara psikolojik destek vereceğini ilan eder. Magali’ye göre kazanmak için karşı takımın oyuncularına bakışlarıyla “DEH-ŞET” salmaları gerekmektedir. Onların yeterince korkutucu olamadıklarını görünce de aksesuvar kullanmalarını önerir. Her gün düzenli olarak antrenman yapan, Dard Hoca’nın söylediklerini harfiyen yerine getiren ve bu arada futbol kurallarını da öğrenen çocukların çabaları ve azmi ailelerini ve etraftaki insanları da etkiler. Onlar da ellerinden geldiğince çocuklara destek olurlar. Ancak Magali’nin tavsiyeleri sonucu maça korkutucu aksesuvarları ve formalarına yazdıkları “Dehşetengiz Julien, Terminatör, Ölüm Meleği” gibi isimlerle çıkmaları maçın sonucunu nasıl etkileyecek dersiniz?

Fransız yazar Sophie Dieuaide’in yazdığı, Jacques Azam’ın resimlediği ve Ece Nahum’un dilimize kazandırdığı Dünya Şampiyonu! Antoine Lebic’in Destansı Hayatı, Hayykitap’tan yayımlandı. Sekiz yaş ve üstü çocukların okuyabileceği bu eğlenceli maceraların devamı da var…

Tülin Sadıkoğlu

13 Ekim 2013 Pazar

Bugün, çocuk ve gençlik kitaplarının usta yazarı Christine Nöstlinger’in doğum günü!


 Yazar olmayı aklından geçirmemiş olsa da yazdığı “Kim Takar Salatalık Kralı”, “Konrad ya
da Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk” gibi kitapları ile çocukların gözdesi olan Avusturyalı
yazar Christine Nöstlinger bugün 77. yaşını kutluyor. Nöstlinger’i nerdeyse dünyanın tüm
çocukları tanıyor.
 
13 Ekim 1936’da orta hâlli bir ailenin çocuğu olarak Viyana’da dünyaya gelen Nöstlinger’in annesi anaokul öğretmeni, babası bir saatçidir. II. Dünya Savaşı öncesi şartlarında işsiz olan baba kızının bakımını askere alınana kadar sürdürür. Sığınaklarda, siren sesleriyle çocukluğunu geçiren Nöstlinger, sevgili babasına tam altı yıl sonra kavuşur. Bu arada bombardımanlardan birinde bulundukları sığınak vurulmuştur, Nöstlinger enkaz altından sağ salim çıkarılır. 9 yıllık hayatının üçte ikisini sığınaklarda ve diktatör rejimi ile geçirmek üzerinde ister istemez izler bırakır. Yazar bu zamanla ilgili “Çocukluğumda daha sonra hiç hissetmediğim derecede mutlu anlarım oldu –tabii bu mutsuzluklarım için de gerçerli...” diyor.
 
Çocukların gündelik dertlerinden, konuşan salatalıklara değin farklı konularda yazan Nöstlinger yapıtlarında toplumsal hayata dair eleştirilerini/endişelerini dile getiriyor. Bu yüzden kendinden biraz bahsedilmesi istendiğinde söyleceği her şeyi yapıtlarıyla dile getirdiğini belirtiyor.
 
Okurlarını kimi zaman iğneleyici bazen alışılmadık tiplerle eğlendiren, antiterbiyeci  Nöstlinger yapıtlarında bu öğelerden ziyade kullandığı “dil”in daha önemli olduğunu vurguluyor. Yazılarının edebî ve eleştirel anlamda değeri olmadığını söylese de bazı eleştirmenler Nöstlinger yapıtları okumamış olmayı bir kayıp olarak görüyor. Yüzün üzerinde yapıt veren Nöstlinger aralarında “Hans Christian  Andersen Madalyası”, “Astrid Lindgren Ödülü”nün -ki Nobel Edebiyat Ödülü’nden sonra
ikinci en büyük edebiyat ödülü- bulunduğu birçok ödülün de sahibi.
 
Nöstlinger’in yapıtları 1990’lı yıllarda Türkçeye çevrilmeye başladı.

Ebru Akkaş

12 Ekim 2013 Cumartesi

Kaçan Uykuların Peşinden

Bu kadar hoyrat bir yaşamda uykuya yer kalır mı?

İkiz kardeş olan Tarçın ile Kimyon adındaki iki sincap Emirgan Korusu’nda yaşamaktadır. Ağaçlarıyla, çiçekleriyle, burada yaşayan çeşit çeşit hayvanlarıyla tüm canlılar koruda mutlu bir yaşam sürmektedirler. Ancak Tarçın’ın dikkatini çeken bir şey vardır: Pek çok bebek uyuyamamaktadır. İki kardeş bu konuyu konuşurken onlara kulak misafiri olan Güvercin, İstanbul’da olan her şeyi gören ve her şeyden haberdar olan Galata Kulesi’ne danışmalarını söyler. Ancak buraya yolların çok kalabalık olduğu gündüz vakti değil gece gitmelerini salık verir. 

Kimyon başlarına kötü bir şey geleceğinden endişe ettiği için kararsız ve isteksizdir, ancak Tarçın bebeklerin kaçan uykularının peşinden gitmeye kararlıdır. Anne Kızıl Sincap bir yandan yavrularından ayrılacağı için üzgündür, ama bir yandan da onların başkalarının derdine bir çare bulmak için gidiyor olmalarına sevinmektedir. 

İlk kez korunun dışına çıkan iki sincap yoldan karşıya geçerken üzerlerine gelen otomobille bir tehlike atlatsalar da cesaretlerini kaybetmezler, yola devam ederler. Böylece iki sincabın İstanbul turu başlar. İlk durakları, ağaçları kesilmeden önce Emirgan Korusu’yla tek bir orman olan Yıldız Parkı olur. Buradan Galata Kulesi’ne, çınar altındaki Şair’i bulmak için Beyazıt Meydanı’na, Durusu Kaynağı’na, Botanik Bahçesi’ne, Dolmabahçe Sarayı’na giderler. Son durakları ise Paşabahçe Vapuru’yla gittikleri Sivri Ada olur. İki sincap çocukların kaçan uykularını bu adada bulurlar, ama görürler ki uykuların geri dönmeye pek niyetleri yoktur.

Kitabın konusu bebeklerin kaçan uykularına ne olduğu, ancak Doğan Gündüz’ün bu romanını fark edilir kılan, genç okurlarının dikkatini çok önemli bir soruna çekiyor olması bana kalırsa. Yıllardır süregelen kentleşme ve bunun yarattığı tahribatı, yeşilin yok olması ve günlük yaşamın artan hızıyla insanların doğayla ilişkisinin nasıl kesildiğini gösteriyor yazar. Kitapta yer alan pek çok ağacın, bitkinin ismini bilen kaç çocuk var? Ya da Botanik Bahçesi’nden haberdar olan, Yıldız Parkı’nda bir Ginkgo olduğunu bilen?.. Hayatında bir sincap görmüş olan?.. Hatta kaç yetişkin var?     

Doğan Gündüz’ün yazdığı Kaçan Uykuların Peşinden Can Çocuk Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap on yaş ve üstü okurlar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

6 Ekim 2013 Pazar

Saftirik Greg'in Günlüğü

Son dönemde çocukların ilgisini çeken, Jeff Kinney'in yazdığı Saftirik dizinin kahramanı, aslında öyle kahraman da diyebileceğimiz bir çocuk değil. Pal Sokağı Çocukları’nın Nemeçek’i ya da Roald Dahl’ın Matilda’sı ile kıyaslamak, örnek alınmasını düşünmek söz konusu bile olamaz.

Greg Heffley, annesinin zoru ile günlük tutmaya başlıyor ve kimsenin ondan “Sevgili Günlük, bugün kendimi şöyle hissediyorum,” tadında bir şeyler yazmasını beklememesini de peşinen söylüyor. Saftirik, zengin ve ünlü olduğunda bu günlüklerin işine yarayacağını düşündüğü için katlanıyor bu zahmete. Yoksa bilgisayar oyunu oynamak varken bu devirde kim mektup ya da günlük yazar ki?


Ailenin ortanca çocuğu Greg Heffley, ortaokula gidiyor. Buluğ çağının tüm sıkıntılarını kendinde barındırıyor. Kendini ne tam çocuk ne de tam yetişkin göremediği bu ara dönemde, sakarlığı ve bencilliği ile hiç istemediği olayların içinde buluyor kendini. Ağabeyi tarafından ezilen, küçük kardeşi tarafından gammazlanan Greg hep bir sorunla karşılaşıyor. Hayalperestliği de bu yaşananlara tuz biber ekiyor.

Kitapların içinde yer alan karikatür bantları kitabın cazibesini artırıyor. Siyah beyaz basit çizgilerden oluşan bu bantlar okumayı sıkıcı bir eylem olmaktan uzaklaştırıyor. Metin ve çizimler Jeff Kinney’e ait olduğu için bir uyumsuzluk da yaşanmıyor.

Saftirik dizisinden şu ana kadar yedi kitap yayımlandı. Dizi kitaplarına ek olarak Saftirik'in sinemaya uyarlanma macerasını anlatan ve Saftirik gibi kendi günlüğünü tutmak isteyen çocuklar için hazırlanan iki kitabı piyasada bulmak mümkün.

Ebru Akkaş

Ağaçtaki Ev

Sekiz yaşındaki Aglaia ile “büyük” arkadaşı Bianca şehirde bir apartman dairesinde yaşamaktan sıkılırlar ve birlikte bir ağaçta yaşamaya karar verirler.

İlk bakışta diğerleri gibi görünse de seçtikleri ağaç farklıdır. Dikkat edildiğinde ağacın dibinde bir kapı fark edilir. Kapıdan gövdenin içine girilir. Ağacın gövdesinin içi boştur ve burada yukarıdaki dallara çıkan bir merdiven bulunmaktadır. Gövdenin üstünde, gizlendiği için yerden görünmeyen bir platform vardır. Bu platformda ayrıca bir gizli kapı bulunur. Buradan yukarıya yiyecek hatta ihtiyaç duyulsa bir piyano bile çıkarılabilir. Kimsenin Aglaia ve Bianca’nın burada yaşadığından haberi yoktur. Bu, ikisi ve Çalçene Boşboğaz Bey arasında bir sırdır.

Ağaçta başka kimse yok gibi görünse de Çalçene Boşboğaz Bey, Bianca ve Aglaia’nın gelmesinden çok önce ağaçta yaşamaya başlamıştır. Gerçi kimse bunu doğrulayamaz. Bir gün Bianca’nın siyah kedisi Mürdüm kuşları kovalarken henüz keşfedilmemiş dallara çıkar. Burada ikinci bir platform ve üzerinde de kapısı zincirlerle çevrelenmiş bir kulübe vardır. Paspasın üzerinde “hoş geldin” yerine “gidin” yazar. Pencereden bir tüfek görünür ve zilin yanında da “azgın köpek, kaybolun!” yazan bir tabela vardır. Burası Çalçene Boşboğaz Bey’in evidir.

Bianca, bu geçimsiz komşunun sızlanmalarından sıkıldığı bir gün etobur bir bitkiyi evinin yakınlarına koyar. Ancak Çalçene Boşboğaz Bey bitkiyi ehlileştirmeye karar verir ve ona bir isim de koyar. Bitkiyle kurduğu ilişkiyi kıskanan köpeği ise Bianca ve Aglaia’nın yanına sığınır.

Bu arada çıkan su sorununu halletmek üzere bir tesisatçıyı uyurken evinden alıp ağaç eve getirirler, gözlerini de bağlarlar. New York’ta Özgürlük Heykeli’nin tepesinde olduğunu söylerler. Böylece su tesisatını kurar tesisatçı. Ertesi gün karısına bir daha brokoli pişirmemesini, yediklerinden dolayı o gece kötü bir rüya gördüğünü söyler.

Kitabın devamında göç eden leylekler çatısına pisledikleri için Çalçene Boşboğaz Bey’in epey gözlem yaptıktan sonra fırsatını kollayıp birkaçına ateş etmesiyle gelişen olaylara tanık oluruz. Bianca ve Aglaia leyleklerin yanına gittiğinde bebek taşıdıklarını görürler. Sonrasında bir şekilde leyleklerin taşıdığı dört bebek onlarla kalır. Çocuklara süt vermek için önce bir kurt düşünürler. Ama bir kurdun bunu kabul etmeyeceğine karar verip Saint Bernard cinsi bir köpek bulurlar. O da diğerleriyle birlikte ağaçtaki evde yaşamaya başlar. Öyle ki bir süre sonra ağaçta yaşaya yaşaya köpek doğasını kaybeder. Hatta ileride kanatları çıkacak ve uçacaktır.

İtalyan çocuk edebiyatının önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Bianca Pitzorno’nun yazdığı, Quentin Blake’in resimlediği ve Nilüfer Uğur Dalay’ın çevirdiği Ağaçtaki Ev adlı roman Günışığı Kitaplığı tarafından  yayımlandı.


Tülin Sadıkoğlu

4 Ekim 2013 Cuma

İnternet Canavarı

Muharrem Buhara'nın yazdığı, Sezai adlı ortahalli bir ailenin tek çocuğunun macerasının anlatıldığı İnternet Canavarı dizisinin şu ana kadar dört kitabı yayımlandı. Sezai diğer çeviri kitap kahramanlarının özelliklerine sahip değil; hatta fazlasıyla bizden biri. Sokaktaki çocuk ile aynı lisanı konuşuyor, argoyu kullanıyor; sigara böreği yiyip ilkokulda öğrendiğimiz çocuk şarkılarını söylüyor.

İnternet Canavarı dizisinin ilk kitabında Sezai’nin hayatı sınıf arkadaşı Burcu’ya âşık olunca değişmiş ve onunla haberleşmek için internette gezmeye başlamış, aşkı uğruna maceradan maceraya atılıyor.Dizinin ikinci kitabı İnternet Kardeşim Muku’da Sezai internetteki gezilerinden birinde süt içmeyi seven üstün yetenekleri olan bir kardeş ediniyor. Dizinin üçüncü kitabı Neredesin Burcu’da ise kaybettiği sevgilisinin peşine düşmüştü.

Sezai son macerası İnternet Canavarı Mucize’de 12. yaş gününü kutluyor. Artık kocaman adam olsa da adı yerine çocuk diye hitap edilmekten çok sıkıldığı için bir an önce büyümek istiyor. Elbette Sezai’nin tek derdi bu değil. Kim bilir belki Sezai’nin dileği kabul olur, birdenbire büyüyüverir; belki kardeşi Muku bir sürpriz yapar; belki yeni bir aşka yelken açar.

Birol Bayram'ın resimlediği, Muharrem Buhara'nın yazdığı İnternet Canavarı dizisi İş Bankası Kültür Yayınları'nca yayımlanıyor.

Ebru Akkaş

2 Ekim 2013 Çarşamba

En Güzel Bir Yer

Can Çocuk Yayınları’ndan yayımlanan Denize Düşen Yıldız, Kılçık Uçurtma ve Paprika adlı çocuk kitaplarının ardından Handan Durgut bu kez okul öncesi çocuklar için bir resimli öykü kitabı yazdı: En Güzel Bir Yer. Kitabı resimleyen ise Gözde Bitir.

Can arkadaşı Doğan’ın evine gider. Ancak arkadaşını değil onun Can için bıraktığı notu bulur. Notta, “Çok güzel bir yerdeyim. Sen de gel!” yazmaktadır. Can, Doğan’ın çizgi film seyrettiğini, çok güzel bir yerin de televizyonun karşısı olduğunu düşünür. Ancak televizyon kapalı, Doğan’ın koltuğu da boştur. Televizyonun etrafında dağınık halde duran film kutularına bakarken birdenbire yerinden fırlayıverir. Arkadaşının odasında yeni treniyle oynadığını, çok güzel bir yerin olsa olsa oyuncak dolu bir yer olacağını düşünmüştür. Ancak Doğan odasında da değildir. Nerede olabileceği üzerine kafa yorarken aklına gelen bir fikirle bu kez banyoya koşar. Arkadaşının banyoda ördekleri ve gemileri yüzdürdüğünü, köpüklerle oynadığını düşünür. Can, banyoya girdiğinde diş macununa basar, fışkıran macun küvetin önündeki lastik çizmenin içine girer. Bütün bu olanlar onu eğlendirir, ama arkadaşını hâlâ bulamamıştır. Çok güzel yerler olduğunu düşündüğü başka başka odalarda arkadaşını arar, ama Doğan ortalarda yoktur. Üzgün üzgün dolaşır bir yandan da “Hem sen de gel diyor hem orası neresi söylemiyor. Bir ipucu yazsaydı şıp diye bulurdum o çok güzel bir yeri...” diyerek kendi kendine söylenirken tam o anda… Daha sonra neler olduğunu, Doğan’ın çok güzel bir yer derken nereyi kast ettiğini kitabı okuyunca göreceksiniz! Ancak şunu belirtmeliyim ki benim için de “en güzel bir yer” Doğan’ınkiyle aynı.

Peki, sizin için “en güzel bir yer” neresi?


Tülin Sadıkoğlu





Sevgili "Bir Kitap Lütfen"ciler! 

Öyküsünün sonunda sevgili Handan Durgut, "çok güzel yerler"in nerede bulunabileceğini bizlere söylüyor. 

Peki, sizin için " 'En güzel bir yer' neresi?" 

Yanıtlarınızı Facebook'taki sayfamızda bizlerle paylaşır mıydınız? 

Bir Kitap Lütfen: