31 Ocak 2014 Cuma

Aysun Berktay Özmen'in Mavi Seri'si

Aysun Berktay Özmen'in yazıp resimlediği Mavi Seri, üç kitaptan oluşuyor: Mavi Mogi, Tıkır'ın Mavi Kış Masalı ve Mavi Tutkunu Karga.

Mavi Mogi, boz ayılar içinde doğan mavi renkli bir ayıdır. Rengi farklı olduğu için annesi dışında herkes Mogi'den uzak durur. Mogi balık yakalamakta doğuştan yeteneklidir. Hatta biraz fazla yetenekli olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu yetenekleri bile onu yalnızlıktan, arkadaşsızlıktan kurtarmaz. Mavi Mogi, farklılıklar ve önyargılar üzerine yazılmış mavi bir kitap.

Tıkır'ın Mavi Kış Masalı, yavru sincap Tıkır'ın bir kış günü yaşadıklarını anlatıyor. Annesi Mıkır ile yiyecek bulmaya çıkan Tıkır, annesini beklerken biraz merak biraz da aksilikler sonucu kendini evin bacasından aşağıda yuvarlanmış bulur. Burada kapalı kalır ve kurtulması için yardıma ihtiyacı vardır. Serinin bu kitabında yardımlaşma, dayanışma ön plana çıkıyor.

Mavi Tutkunu Karga, mavi olan her şeyi tutkuyla seven Maviş'in hikayesi. Maviş, mavi renge o kadar tutkunmuş ki nerede mavi bir eşya görse kimin olduğunu düşünmeden alıp yuvasına götürmekte bir sakınca görmüyormuş. Ne kadar çok mavi eşyası olursa olsun bir yenisine yer varmış onun için. Sonunda yaptığının doğru olmadığını anlayıp bir çözüm düşünüyor Maviş.

Aysun Berktay Özmen'in  insanlığa dair farklı konulara değindiği Mavi Seri'si Redhouse Kidz tarafından yayımlandı. Kitap okul öncesi çağdaki çocuklar için uygun.

Ebru Akkaş 



29 Ocak 2014 Çarşamba

Hikâye Ormanı

Annesi ağlıyordu. “Yeter artık!” diyordu Agata.
Annesi kollarını masada bitiştirmiş ağlıyordu. Agata onu okşayarak, “Ağlama artık!” diyordu.
Annesi masada bitiştirdiği kollarına başını dayamış ağlıyordu.“Bak, gitti işte!”
Annesi masada bitiştirdiği kollarına başını dayamış ağlarken yüzünü kaldırdı, ağlamaktan yüzü gözü şişmişti.
“Bak, daha ağlayacak olursan ben de giderim!” dedi Agata. Ancak annesi ağlamaya devam etti. Bunun üzerine Agata, Tilki’nin yanına gitti.
“Kara Adam döndü mü?” diye sordu Tilki.
“Döndü…” diye karşılık verdi Agata.

Kimi zaman çocukların dünyasında olamayacağını ya da olmaması gerektiğini düşündüğümüz şeyler bir anda çocuk kitaplarında karşımıza çıkar. Hemen itiraz ederiz… Çocuk kitaplarında olmaz, yazılmaz böyle şeyler deriz… Çocuklarımıza nasıl açıklarız, diye düşünürüz… Aslında, galiba, karşı çıktığımız, kitaplarda yer almamalı dediğimiz bu çok hassas konular çocukların hayatında hiç olmamasını umduğumuz şeylerdir. Ancak ne yazık ki var. Savaş var, ölüm var, kayıplar var, aile içi şiddet var… Elbette, tüm çocuklar doğar doğmaz ya da kitapla bir ilişki kurmaya başlar başlamaz yukarıda saydığımız ve daha pek çok şey ekleyebileceğimiz konularla haşır neşir olmalı demiyorum. Ancak edebiyatın bir iletişim aracı olarak gücünü ve ebeveynin çocuğunu tanıması açısından kitapların önemini göz önünde bulundurursak yakın çevresinde cereyan eden ya da bizzat yaşadığı aynı ya da benzeri travmaları anlamlandırabilmesi, dillendirebilmesi açısından bu tür deneyimleri ele alan kitapların yararlı olabileceklerine inanıyorum.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan İtalyan yazar Angela Nanetti’nin yazdığı, Brunella Baldi’nin resimlediği ve Filiz Özdem’in çevirdiği Hikâye Ormanı’nda da oldukça hassas bir konu ele alınıyor: Aile içi şiddet. Angela Nanetti, zor konuları son derece ustalıkla ele alan, olayların “dehşet”ini olağanüstü bir naiflikle sarmalayarak ortaya koyan bir yazar. 6-10 arası yaş grubu için önerilen bu kitapta da aile içi şiddeti, yazar, aynı hassasiyetle işliyor.  

Kitaba gelecek olursak… Agata, bitpazarında, bir sürü kürkün bulunduğu tezgâhın üzerinde gördüğü mavi gözlü tilkiyi görür görmez gözlerini ondan ayırmayan tilkinin kendisiyle gelmek istediğini anlar. Annesini tilkiyi almaya ikna eder. Önceleri dolabın içinde, annesinin mantosunun üzerine yerleştirilmiş bir halde duran tilki sonunda, annesinin de izniyle, Agata’nın odasında yaşamaya başlar. Böylece Agata ve Tilki arkadaş olur. Tilki, Agata’ya kendi hikâyesini anlatır. Bir zamanlar uzaklardaki bir ormanda yaşamaktadır, Tilki. Yaşamak için şahane bir yerdir; bir de avcılar olmasa… Tavşanlar, ceylanlar, kuğular ve daha pek çok arkadaşı canından olmuştur; ama hiçbir avcı kurnaz Tilki’yi ele geçirememiştir. Ta ki üç günden bu yana aç olduğu bir gün, ateşin başında bir şeyler pişiren “Kara Adam”ı görüp yanına yaklaşana kadar. Tilki, kurulmuş olan kapana yakalanır. Önce, onu yakalayan adamın karısının mantosuna kürk, ardından kızının odasında yere serilen post olur. En nihayetinde de bitpazarındaki tezgâha düşer.

Agata, Tilki’ye ormandaki adamın annesini ağlatan Kara Adam olup olmadığını sorar. Tilki, Kara Adamların çok olduğunu, tilkilerin olduğu kadar çocukların, hatta balıkların, köpeklerin, kuşların da Kara Adamları olduğunu söyler.  

Agata ve Tilki, hikâyelerden daha fazlasını paylaşırlar. Hatta bir gün Kara Adam, Agata’nın annesini ağlatmakla kalmaz, yere çarptığı Tilki’nin kuyruğunu da koparır. Bunun üzerine Agata epeydir ormanına dönmek isteyen Tilki’yle beraber yola koyulmaya karar verir. Yolda Isidoro adında bir kediye ve Valentina adında tek kolu kopuk bir bebeğe rastlarlar. Onları da Hikâye Ormanı’na götürmek üzere yanlarına alırlar. Ancak çok yorulan Agata bahçedeki bir banka oturmayı ve Tilki’den bir hikâye anlatmasını ister. Hikâye bütün gece sürer. Ertesi sabah odasında uyanan Agata çevresine bakınıp yerde duran Tilki’yi, bebek Valentina’yı ve kedi Isidoro’yu görür. Her şey bir rüya mıdır? Rüya idiyse bile Agata’nın babasına söylediğine göre, “Kara Adamlar gerçekten var.”


Tülin Sadıkoğlu

27 Ocak 2014 Pazartesi

Benim Adım Hiç Kimse

Ortaokulda okuyan Julie'nin, yakın arkadaşı Mimi'nin onu evine davet etmesi, beğendiği çocuk Shocky'nin onu fark etmesi gibi gündelik dertleri vardı. Mimi'nin annesi makyaj malzemelerini kullanmalarına izin verdiği için Julie ne yapıp ne edip kendini davet ettirmeyi başarıyordu.

Okulun ikinci döneminde sınıflarına Moğolistan'dan gelen Nergui ve ağabeyi Chingis ile birlikte Julie'nin okul hayatı da değişmeye başlar. Dünyanın en seyrek nüfuslu ülkesinden gelen bu çocuklar, göçebe bir hayat yaşadıkları için yeni yerlerde İyi Rehber bulmaları gerektiğini söyleyerek Julie'den onların İyi Rehberi olmalarını isterler. Julie'de daha önce kimse ondan böyle bir şey istemediği için bu teklifi hemen kabul eder.

Bu sayede Moğolistan hakkında bilgi edinmeye, ödevler yapmaya başlar. Gün geçtikçe Nergui ve Chingis'in evlerini görmek için duyduğu dayanılmaz istek artar. Kendini eve davet ettirme teknikleri hiç işe yaramaz. Hatta bir gün kendi tuzağına kendi düşer ve Nergui ve Chingis'i kendi evlerinde misafir ederken bulur. Aynı gün çocukların peşlerinde biri olduğunu ve bu sebeple İngiltere'ye geldiklerini öğrenir.

Julie onlara elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışır. Ancak Nergui, Chingis ve ailesinin peşinde başkaları da vardır.  Julie, yıllar sonra okula yaptığı ziyarette tüm bunları hatırlar ve internet üzerinden arkadaşlarına ulaşmaya çalışır.

Carnegie Madalyalı Frank Cottrell Boyce, kitabın sonsözünde hikâyenin dokunaklı çıkış noktasını anlatmış. Bu kitabı benim için daha da değerli kılan güzel bir not oldu.

Arif Cem Ünver'in çevirdiği Tudem Yayınları'ndan çıkan Benim Adım Hiç Kimse 2012 Guardian Çocuk Edebiyatı Ödüllü bir kitap. Roman, 12 yaş üstü çocuklara tavsiye ediliyor.

Ebru Akkaş

24 Ocak 2014 Cuma

Bir Köpeğin Samimi İtirafları

Adı aslında Brendon olan Anton’un bize anlattıklarından öğrendiğimize göre kendisi eski bir çoban köpeği cinsindendir ve Macaristan’dan gelmektedir. Üç erkek kardeşi vardır, ama onları gözden kaybetmiştir. Anton bize köpekler için durumun hep böyle olduğunu anlatır. Doğduktan hemen sonra birbirlerinden ayrılırlar, yeni bir yuvaları, yeni sahipleri, yeni bir çevreleri, yeni kokuları olur. Anton yeniye uyum sağlamak kolay olmasa da akıllı olduklarını, bu yüzden hemen ayak uydurduklarını söyler. Şimdi de bir baba, bir anne ve küçük bir çocuktan oluşan bir ailenin yanındadır. Evde, adı Mizzi olan bir kedi vardır ki araları pek de iyi değildir. Yine de Anton’a yani Brendon’a göre “şansı yaver gitmiştir, şikâyet ettiği yoktur.”


Ufaklık, Anton’un en sevdiği aile ferdidir. O da Anton gibi yerlerde yaşamaktadır henüz. Anton, ufaklığı korur, göz kulak olur. Örneğin; fazla yağlı beslenmemesine dikkat eder. O nedenle bisküvilerinin yarısı onun hakkıdır. Eğer ufaklık unutursa elinden bisküvileri kapıverir.

Evde bazı kurallar vardır, ama Anton bu kurallara uymakta kimi zaman zorlanır. Örneğin; yatak odasına girmesi yasak olduğu halde yine de, özellikle geceleri, bu yasağı dinlemez. Bunun oldukça geçerli bir nedeni vardır: Söğüt dallarından örülmüş köpek sepetinde uyumak yerine yatak odasındaki postu tercih etmektedir.

Kimi zaman da bir köpek, özellikle çoban köpeği olduğu ve doğasına uygun davrandığı için sorun çıkar. Ancak Anton, yani Brendon’ın şikâyet ettiği yoktur, şansı yaver gitmiştir.

Kitap boyunca benzer pek çok olay yaşanır. Bir arada yaşamanın, birbirini anlayabilmenin ve kabullenebilmenin zaman zaman o kadar da kolay olmayabileceğini Anton’un yani köpeğin gözünden görürüz. Ancak ne olursa olsun her defasında şikâyet etmediğini, şansının yaver gittiğini söyler, Anton. Bunun ne anlama geldiğini de kitabın sonunda ufaklığın babasından öğreniriz.

Alman yazar Jutta Richter’in yazdığı, Hildegard Müller’in resimlediği, Tuvana Gülcan’ın Almacadan çevirdiği kitap Hayykitap’tan yayımlandı.

On bölümden oluşan “Bir Köpeğin Samimi İtirafları”, neşeyi ve hüznü bir arada barındırmasının, okuru kimi zaman güldürmesi kimi zaman da düşündürmesinin (özellikle bir hayvanla birlikte yaşamanın aslında ne olduğuna dair) yanı sıra kitabın şiiri andıran bir tarzla yazılmış olması da metne akışkan bir ritim kazandırmış.

Keyifli bir hafta sonu geçirmek için “Bir Köpeğin Samimi İtirafları” harika bir fırsat! Üstelik hem büyükler hem küçükler için...

Kitabı 8 yaş ve üstü tüm okurlar için önerebiliriz.


Tülin Sadıkoğlu

20 Ocak 2014 Pazartesi

Belleğini Yitiren Tilkinin Öyküsü

Kırmızı, akıllı, güzel ve hızlı tilki, bir tilkinin bilmesi gereken her şeyi bilir. Örneğin; keçilere nasıl tuzak kurulacağını, tavşanların yoluna nasıl çukur kazılacağını, tavukların nasıl kızartılacağını, av köpeklerinin önünden nasıl kaçıp kurtulacağını… Sahip olduğu bilgileri yalnızca kendine de saklamaz; genç tilkileri haftada bir kez davet eder ve bir yandan onlara yemek pişirirken bir yandan da becerilerini öğretir.

Uzun ve maceralarla dolu bir hayatı olsa da tilki sonunda yaşlanır. Sakalları beyazlar; eskilerden kalma birkaç yara izi de vardır ama en önemlisi unutkanlık başlar. Önce haftanın günlerini karıştırır. Sonra arkadaşlarının doğum günlerini unutmaya başlar. Bunlar tilki için sorun değildir, ama bir gün evinin yolunu bulamaz. Ava çıktığı başka bir sefer de avlanmayı unutur. O ana dek hep kaçmayı başardığı köpeklerden kaçması gerektiğini de hatırlamaz, yine de şans eseri ellerinden kurtulur.

Köpeklerden kaçmaya çalışırken yara bere içinde kalan tilkiyi genç tilkiler bulur ve onu alıp götürürler. Bütün yaralarını iyileştirirler. Ancak hafızası için yapabilecekleri hiçbir şey yoktur: “Tilki belleğini yitirmiştir ve nerede kaybettiğini hiç kimse bilmez…”

Tilkinin hasta olduğunu duyan bazı hayvanlar onunla dalga geçer. Öfkelenen tilki onları yemek üzere koşar, ama birkaç metre sonra öfkesinin nedeni aklına gelmez. Tilki, artık bir tilki olduğunu unutmuştur.

Tilkinin hâlâ sevdiği şeyler vardır. Hiç sevmediği şeyse yalnız uyumaktır. Neyse ki tilki yalnız uyumak zorunda değildir artık…

Alman çocuk kitapları illüstratörü Martin Baltscheit’in yazıp resimlediği, 2011 Alman Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ödülü’nü alan Belleğini Yitiren Tilkinin Öyküsü, Gergedan Yayınları’ndan çıktı. 

Yaşlılık ve buna bağlı olarak unutkanlık temasının işlendiği, metnin resimlerle kuvvetli bir şekilde desteklendiği “Belleğini Yitiren Tilkinin Öyküsü” ilk okumada fark edemeyeceğiniz pek çok ayrıntının bulunduğu özel bir kitap. O nedenle belki de öykünün sonunda yer alan “Çevirmenden” notunu önceden okumak faydalı olacaktır.

Anne-babaların çocuklarıyla birlikte okumalarını önerebileceğim bu kitap için 6-9 yaş grubu belirlenmiş. Özellikle etraflarında çok yaşlı insanların bulunduğu çocuklar için onları anlamak ve bir şekilde ilişki kurabilmelerini sağlamak açısından da önemli bir araç olacaktır bu kırmızı, güzel ama artık yaşlanmış tilkinin öyküsü…

Tülin Sadıkoğlu

17 Ocak 2014 Cuma

Cin Ali

Rasim Kaygusuz'un metinlerini yazdığı, Selçuk Seymen'in resimlediği Cin Ali, yayımlanmaya başladığı 1968 yılından beri birçok çocuğun okuma yazma öğrenme sürecinde sıralarından ve çantalarından eksik olmadı.

Rasim Kaygusuz, uzun yıllar ilkokula başlayan çocuklara okuma yazma öğrettikten sonra çocukların bu süreçte faydalanabileceği fazla sayıda kitap olmadığını fark edince bu boşluğu doldurmak amacıyla Cin Ali kitaplarını kaleme almaya başlamış. 10 kitaptan oluşan dizide kolaydan zora doğru bir sistematik izlemiş. Kitapların son sayfasında şöyle seslenmiş veli ve öğretmenlere:

Cin Ali hikaye kitapları, seri halinde çıkmakta ve kolaydan zora doğru bir sıra takip etmektedir.

Çocukların okuyamadığı zor kelimelerden kaçınarak, bildikleri kolay kelimelerle, çocuklara tekrar ettire ettire okumayı kavratmaktadır. Cin Ali hikaye kitap dizisini birinci kitaptan başlayarak sıra ile okutunuz.

Okuma-yazmayı öğrenmemin üzerinden otuz yıldan fazla bir zaman geçti. Cin Ali dizisinin Cin Ali Yayınları tarafından yeniden yayımlandığını görünce bütün kitapları aldım ve Rasim Kaygusuz'un önerisine uyarak ilk kitaptan okumaya başladım.
  
Dizinin ilk kitabı Cin Ali'nin Atı'nda seçilen kelimelerin kolaylığı dikkatimi çekti. Üşenmeden kitaptaki tüm cümlelerde yer alan kelime sayılarını saydım; cümleler en fazla sekiz kelimeden oluşuyordu. Olay örgüsü de kademeli gelişiyordu. Gerçekten de tam bir uzmanın elinden çıktığını hissettim kitabı bitirdiğimde. Rasim Kaygusuz'a duyduğum saygı daha da arttı.

Annesi, babası, ablası Selma ve kardeşi Suna'dan oluşan beş kişilik bir ailenin ferdi  Cin Ali'nin maceraları ilgiyi ve övgüyü hak ediyor. 

Ebru Akkaş 

15 Ocak 2014 Çarşamba

Widu'nun Kalbi

Widu, çocukların sevindikleri ve bir şeyi çok beğendikleri zaman kalplerinin nasıl hızlı çarptığını anımsadı. Akşam yattığında ilk kez, bunun nasıl bir duygu olabileceğini düşündü. Acaba bir trompet yutmak gibi miydi?

Nina yağmurlu, güneşsiz, soğuk bir havada annesi ve babasıyla birlikte bir bitpazarına gider. Nina bitpazarlarını sever, burada bir şeyler aramaktan hoşlanır. Ne aradığını kendi de tam olarak bilemez, ama her seferinde bir şeyler bulur: tahta bir lokomotif, küçük bir sallanan at, bebekler için oyuncak mutfak, tahta bir trompetçi. Bu kez, Nina, derin bir çanağın içinde, bacakları havada dikili duran yeşil gözlü, kıpkızıl saçlı bir bebek görür. İçinden bir ses ona ne zamandır aramakta olduğu şeyi bulduğunu söyler.

Bebekleri duyabilen, onlarla konuşabilen Nina, bebeğin adının Widu olduğunu öğrenir. Widu, Nina’ya, çok korktuğu zaman onu sıkıca göğsüne bastırmasını, böylece Nina’nın bütün korkusunu emip alabileceğini söyler. O günden sonra ne zaman Nina’yı korkutacak bir şey olsa Widu onu rahatlatır. Yalnızca bununla kalmaz; Widu ona bodrumda çıkan ürkütücü seslerin aslında rüzgârın sesi olduğunu, hayaletin çıkardığı gıcırtı sesinin aslında yağlanması gereken kapının çıkardığı ses olduğunu anlatır. Nina’nın bu türlü korkularının hep mantıklı bir açıklaması vardır. Ancak Nina, bir süre sonra Widu’nun her şeyi mantığa bağlamasına öfkelenir. Widu ise kalpte yaşayan öfke, korku, özlem ve benzeri duyguları anlamaz çünkü onun bir kalbi yoktur. Kalbinin olmasını da pek istemez doğrusu; eğer kalbi olursa sonsuza kadar yaşayamayacaktır... Yine de Widu ilk kez bir kalbi olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeye ve yine ilk kez diğer çocuklardan farklı olarak yanında olmadığı zamanlar Nina’ya özlem duymaya başlar.

Widu ve Nina pek çok şey paylaşır; birlikte pek çok korkunun, üzüntünün, kızgınlığın, kaybın, sorunun üstesinden gelirler. Ölümün nasıl bir şey olduğunu birlikte tartışırlar. Widu’nun Nina’nın her sorusuna verecek bir yanıtı, her sorununa önerecek bir çözümü vardır. Ta ki Nina bir gün çok, ama çok hastalanana kadar… Bebek Widu, Nina’ya bu kez yardım edebilecek mi dersiniz?

Çocuk kitaplarında bazı konuların işlenmesi, ele alınması zaman zaman sakıncalı görülür ve bundan kaçınılır. Kişisel olarak yaş gruplarına göre her konunun çocuklara anlatılabileceğine inanıyorum. Yetişkinlerin çocukları korumak istemesi anlaşılabilir, ancak yine kişisel olarak kendilerine uygun ve açık bir dille açıklandığında çocukların yetişkinlere nazaran olayları daha kolay kavradığını ve önyargılardan bağımsız oldukları için daha kolay özümsediklerini düşünüyorum.

Rafik Schami de “Widu’nun Kalbi”nde yaptığı gibi zor konuları, üstünü örtmeden, açıklıkla ama sevimli, hatta eğlenceli diyebileceğimiz bir tarzla ele alabilen bir yazar. Bölümlerden oluşan ve bağımsız okunduğunda da birer öykü tadı veren kitapta gerçekle hayal gücü ustalıkla harmanlanmış.

Almanya’da yaşayan ve Alman edebiyatının önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Şam-Suriye doğumlu Rafik Schami’nin yazdığı, Neylan Eryar’ın Türkçeleştirdiği “Widu’nun KalbiKırmızı Kedi Yayınevi’nin çocuk dizisinden yayımlandı. Kitaptaki resimler ise Kathrin Schärer’e ait.

Yayınevlerinin çocuk kitaplarına önem vermeye başlaması, okurlarına hem içeriği hem baskı kalitesi açısından iyi kitaplar sunması son derece olumlu bir gelişme. Son birkaç yıldır çocuk kitapları yayımlamaya başlayan Kırmızı Kedi de yayın yelpazesini hızla genişletiyor. Umarız aynı hızla, gerek yurt içinden gerek yurt dışından nitelikli çocuk kitapları yayımlamaya devam ederler.   

“Widu’nun Kalbi”ni on yaş ve üstü çocuklar için önerebiliriz.


Tülin Sadıkoğlu


Rafik Schami, 1946 yılında Şam, Suriye’de doğdu. 1971 yılında Almanya’ya göç etti ve burada kimya doktorası yaptı. Dergi ve antolojilerde eserleri yayımlanan Schami, 1982 yılında serbest yazarlığa başladı. 
Günümüzde Almanya’da, Almanca-yazan-konuşan en başarılı Arap kökenli yazar olarak kabul edilen ve kitapları pek çok dile çevrilen Schami, sayısız uluslararası ödülün de sahibidir. 
Yazar halen Kirchheimbolanden-Pfalz’ta yaşamaktadır. 

13 Ocak 2014 Pazartesi

Molekül Macerası

Sayılar, varsayımlar, problemler ve elbette matematik ve matematiğin içine girdiği alanlardan bireyler nedense uzak durmaya çalışıyor. İşin işine rakamlar girince korku da kendini gösteriyor. İşin eğlenceli yanı ise maalesef bu yüzden ıskalanıyor. Tom Adams ve Thomas Flintham’ın hazırladığı Molekül Macerası kimyayı bir karmaşa olmaktan çıkarıp zevkli hale getiriyor.

Kitap, atom, element, proton, nötron gibi kimyaya ait terminoloji ile başlıyor. Tüm bunlar o kadar sade ve anlaşılır bir şekilde yapılıyor ki unutmak pek mümkün gözükmüyor. Helyum elementinin hafif bir gaz olduğundan bahsedip balon ve zeplinlerin bu yüzden helyumla doldurulduğunun söylenmesi bunun en güzel örneklerinden biri.

Maddenin halleri, kimyasal tepkimeler, tehlikeli kimyasal maddeler, radyoaktivite gibi konular kitapta yer alan başlıklardan bazılar. 3 Boyutlu kitapta ayrıca ufak deneylerle birlikte kimya alanında çalışma yapmış bilim insanlarının kısacık biyografileri de yer alıyor.

İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan kitabı Türkçeye Çağlar Sunay çevirmiş. Kitabın arka kapağında deneylerin büyüklerin denetiminde yapılmasına dair küçük bir hatırlatma da mevcut. 

Ebru Akkaş


10 Ocak 2014 Cuma

Görünmez Olan Tonino'nun Maceraları

Tonino doğum gününde ders çalışmak istemediği için ödevini yapmamıştır. Üstelik annesine de bu konuda yalan söylemiştir. Ertesi gün okula giden Tonino sınıf kapısına doğru ilerlerken, “Şimdi ne olacak?” diye düşünür yeniden. Öğretmenleri, her zamankinden daha ciddi ve daha gergin bir halde sınıfa girdiğinde Tonino, sisten bir pelerinin içine saklanarak sınıftan kaçabilmeyi, en azından bir günlüğüne görünmez olabilmeyi diler. Yoklamayı yapan öğretmen onun adını okur, Tonino da yanıt verir, ancak ne öğretmen ne de sınıf arkadaşları onun orada olduğunun farkında değildir. Tonino’nun dileği gerçekleşmiş, görünmez olmuştur. Yerinden kalkar, tahtaya gider, sıraların arasında bir aşağı bir yukarı yürür. Kimse onu görmemektedir. Bir gün görünmez olsa neler yapacağını pek çok kez düşünmüş olan Tonino için bu harika bir fırsattır. Arkadaşı Siyah Beyaz’ın saçını çeker; arkadaşı arka sırada oturan Motta’yı suçlar ve böylece aralarında bir tartışma başlar. Bir başkasının daha saçını çeker. Tonino yalnızca birkaç dakika içinde sınıfı baştan aşağı dolaşarak bir karmaşa yaratmayı başarır. Ancak saç çekmek için görünmez olmanın gerekmediğini, daha farklı bir şeyler yapmak gerektiğini düşünür. Tahtaya doğru gider ve tahtayı çevirmeye başlar. Öğrenciler bunu yapanın hayalet, ruh olduğunu düşünür; ama öğretmenleri dönen tahtayı durdurarak bunların saçma olduğunu belirtir. 

Tonino’nun maceraları bu kadarla bitmez. Tramvaya biner, pastaneden bir kestane şekeri aşırır, sinemaya gider… Ancak onu kimse görmez, arkadaşlarıyla konuşamaz, yaşadıklarını kimseyle paylaşamaz. Görünmez olmak o kadar da eğlenceli değildi belki de. Sonra ne olacak dersiniz?

Andersen Ödülü sahibi İtalyan yazar Gianni Rodari’nin Görünmez Olan Tonino’nun Macareları adlı kitabı Can Çocuk Yayınları’ndan çıkıyor. Yedi yaş ve üstü çocuklar için önerilen kitabı Sedat Girgin resimlemiş, Yelda Gürlek Türkçeleştirmiş.

Tülin Sadıkoğlu

8 Ocak 2014 Çarşamba

Pál Sokağı Çocukları

Çocuk edebiyatının vazgeçilmez kitaplarından biri olan Ferenc Molnár’ın Pál Sokağı Çocukları, bizi yüz yıl öncesinden selamlıyor. 

Pál Sokağı Çocukları, Arsa’larına sıkı sıkıya bağlı Budapeşte çocuklarının 20. yüzyıl başlarındaki hayatlarını anlatıyor. Bahsi geçen öyle sıradan bir Arsa değil ama... Nemecsek, Boka ve sokağın diğer çocuklarının nefes alabildikleri tek yerdir. Okulun, evdeki yemeğin bitmesini Arsa’larında vakit geçirmek için beklerler. Ast üst ilişkisinin yaşandığı dernekleri, kararlarını yazdıkları kara kaplı defterleri Boka gibi cesur bir liderleri olsa da onlara bu aidiyet duygusunu yaşatan bu Arsa’dır.

Dünya savaşlarının henüz yaşanmadığı bir dönemde geçen hikâyede çocukların aralarında askeri bir hiyerarşi vardır. Arsa’larında oynadıkları oyunlar bile bu hiyerarşi dâhilindedir. Pál Sokağı Çocukları’nın en önemli neferi ise derneğin en ufak tefeği olan, sarışın Nemecsek’tir. Liderine öykünen, kendini ispatlamaya çalışan küçük bir çocuktur Nemecsek.

Rütbeleri farklı olsa da uğruna savaşacakları bir Arsa’ları vardır. Nitekim arsalarını ellerinden almaya çalışan Kızıl Bereliler ile savaşırlar da… Ama işin kolayına kaçmadan, hile yapmadan, centilmence savaşırlar… İş sadece savaşla da bitmez aralarından birinin ihanetine de onları sarsar. Yine de küçük yaşlarında yüzleştikleri şeylerin masumiyetlerini, dostluklarını bozmalarına izin vermezler.

Kitabı Türkçeye çeviren Tarık Demirkan, Pál Sokağı Çocukları’nın ortaya çıkış hikâyesini bize şöyle aktarıyor: Budapeşte’deki bir okulun, mütevazı bir edebiyat öğretmeni, edebiyat dergisi çıkarma fikri ile eski öğrencilerini aramaya başlar. Öğretmeninin, eski öğrencileri arasında, Ferenc Molnár da vardır. Molnár, edebiyat hocasının teklifini reddedemez ve bir şeyler yazmayı kabul eder. Dergi için tefrika bir çocuk romanı yazmaya koyulur. Yayımlandığı andan itibaren çocuklar bir sonraki bölümü merak içinde beklerler. Çocukların yoğun ilgisine mazhar olan Pál Sokağı Çocukları 1907 yılında kitap olarak yayımlanır. Ardından da ünü ülke sınırlarını aşar ve dünya dillerine çevrilmeye başlar.

Pál Sokağı Çocukları, hiçbir zaman güncelliğini yitirmeyecek bir kitap.

Ebru Akkaş