31 Mart 2014 Pazartesi

Ay Ne Zaman Gelecek?

Bir gece, karnı aç olduğundan olsa gerek küçük tavşan uykusundan uyanır. Gözlerini ovuşturur, pembe burnunu oynatarak havayı koklar ve yiyecek bulmak için yuvasından çıkar. Tam o sırada çıtırtılar duyar; etrafa bakınır ama her yer karanlıktır ve çok sessizdir. Oysa o bir çıtırtı duyduğuna emindir.

Az ilerideki çalılıkların arkasında bir ışık vardır. Sanki bir şey çalılıların arasında gezinmektedir… Merakla çalılıklara doğru koşar ve karşısına çıkanı görünce çok şaşırır: Çalılıkların arasında olan Ay’dır! 

Ay’ın da uykusu yoktur ve karnı açtır. Karanlık olduğu için yiyecek bir şeyler aramak üzere fazla uzağa gidemeyen küçük tavşana eşlik etmeyi önerir Ay. Küçük tavşanın çok hoşuna gider bu öneri ve el ele tutuşup ormanda dolaşmaya başlarlar. Ay’ın ışığı sayesinde olgun tatlı meyveleri, dağ çileklerini, yabani turpları ve taze otların yerlerini kolayca bulurlar ve afiyetle yerler. 

Arkadaş olan küçük tavşan ve Ay, geceler boyunca birlikte dolaşırlar. Ormanın dışında kasabalara, uzaktaki köylere giderler. Sonra bir gün bir tepeye tırmanırlar. Gökyüzüne bakan küçük tavşan kayan bir yıldızı görüp de heyecanlanınca Ay, onu, yıldızların yanına götürmeyi teklif eder. Buna çok sevinen küçük tavşanı Ay kucağına alır ve birlikte yavaş yavaş gökyüzüne yükselirler. Gökyüzünde, yıldızların arasında da küçük tavşan… Ne mi olur? Okuyun, göreceksiniz…

Sevgili ve değerli Feridun Oral’ın yazıp resimlediği Ay Ne Zaman Çıkacak? adlı resimli öykü kitabı Yapı Kredi Yayınları’ndan kısa bir süre önce çıktı. Feridun Oral, gecenin sessizliğinde, duyarlı, şefkatli, sevinçli, eğlenceli, çıkarsız bir dostluk hikâyesi anlatıyor. Neredeyse her şeyin bir amaç doğrultusunda yapıldığı ve bir karşılığın beklendiği günümüzde, yalnızca bir dostluğu yaşamanın, bir şeyler paylaşmanın güzelliğini gösteren bu kitap hem metniyle hem resimleriyle, Feridun Oral’ın diğer kitapları gibi, her çocuğun kitaplığında olması gereken kitaplardan biri.

Tülin Sadıkoğlu



28 Mart 2014 Cuma

Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello


Resimli kitaplar, hem resimleri hem de kısacık metinlerin bütünlüğü ile çocuklar için olduğu kadar kitapları onlara okuyan yetişkinler için de güzel bir seçim.

Lodovica Cima ve Gabrielle Clima'nın ortak çalışması Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello da böyle bir okul öncesi kitabı.

Postacı Piero ile Gece Bekçisi Marcello, aynı evi paylaşıyor. Mesai saatleri farklı olduğu için birbirlerini pek görmüyorlar. Evde, biri gece diğeri gündüz kalıyor. 

Bu düzen gerçekten de kusursuz gibiydi: Bir ev, bir bisiklet ve saat kadar dakik iki arkadaş.
Piero gece uyuyup gündüz pedal çevirirdi.
Marcello gündüz uyuyup gece pedal çevirirdi. 

Fakat soğuk bir kış günü ikisi de hastalanınca aynı anda evde kalmaları gerekiyor. Birlikte zaman geçirmeye başlayınca anlaşamadıklarını fark ediyorlar. Birinin ak dediği diğeri için kara oluyor. Birbirlerinin zevk ve alışkanlıklara burun kıvırmaya başlıyorlar. Uzlaşmak için de bir çaba göstermiyorlar. Ta ki radyoda çalmaya başlayan bir şarkıyı beraberce mırıldandıklarını fark edene kadar...

Ceylan Özçapkın'ın Türkçeleştirdiği kitap Nesin Yayınevi tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

26 Mart 2014 Çarşamba

Bizim Tombiş Fiyonk Makarnayı Çok Seviyor

Canı sıkılan Memo cebinden kalemini çıkarır, her zamanki yere, başının hizasından bir çizgi çeker. Yeni çizgi, bir öncekiyle aynı hizadadır. “Aynı yerde takıldım kaldım,” der Memo, on gündür bir milim bile uzamamıştır! Çocuk olmaktan sıkılmıştır, büyüyüp bir şeyler yapmak istemektedir. Ama ne? Büyüyünce ne olması gerektiğini düşünürken Postacı Mümtaz Bey’le karşılaşır ve ne olması gerektiğini ona sorar. Mümtaz Bey içini çeker ve kendisinin Memo’nun yaşındayken bir astronot olmak istediğini söyler. Uzayda olunca her şey hafifler ve böylece bel ağrısı da çekilmez. Mümtaz Bey, çantasını göstererek dünyaya bu yükü taşımak için mi geldim, der ve Memo’ya çocukken ne olmak istiyorsa büyüyünce o olmasını öğütler.

Memo da astronot olmayı isteyebileceğini düşünür. Tam o sırada Meliha Teyze’yle karşılaşır. Aynı soruyu, büyüyünce ne olması gerektiğini, ona da sorar. Meliha Teyze, Memo’nun ne olacağını bilmediğini söyler, ama kendisi bir örümcek olmayı istemiştir hep. Örümcekler tüm engebeleri kolaylıkla aşarlar, düz duvara tırmanabilirler, suyun üstünde durabilir ve ağları sayesinde havada uçabilirler. Memo çok şaşırır. Kendini bir örümcek olarak düşünürken bir kedi dostu olan Ayşe Abla’yı görür. Sorusunu ona da yöneltir elbette. Ayşe Abla, kedi olsaydı daha mutlu olacağını söyler. Kediler sevgi doludur, hiç canları sıkılmadan saatlerce keyif yaparak oturabilirler, filozofturlar… Memo, daha sonra Şair Halit Bey ve Balıkadam Mahmut Bey’le karşılaşır. Onlara da aynı soruyu sorar.

Memo, aldığı tüm yanıtları düşünür bir yandan da neşe içinde yürürken Tombiş’le karşılaşır. Tombiş’e büyüyünce ne olmak istediğini sorar: 

“Ben mi?” diye sordu Tombiş.
“Evet sen,” dedi MEmo, küçümser bir tavırla. Hiç düşünmedin mi yoksa?”
“Düşünmez olur muyum?” dedi Tombiş. “Kesin kararımı çoktan verdim bile.”
Memo şaşırmıştı. Tombiş nasıl bu kadar emin olabiliyordu?

Tombiş’in yanıtını duyunca daha da çok şaşıracaksınız!

Sevgili ve değerli Behiç Ak’ın yazıp resimlediği “Tombiş Kitaplar” dizisinin üçüncü kitabı Bizim Tombiş Fiyonk Makarnayı Çok Seviyor kısa bir süre önce Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. 3-8 yaş grubu için önerilen kitabı, okul öncesi çocuklar anne-babalarıyla birlikte, okumaya yeni başlamış olanlarsa kendi başlarına rahatlıkla ve eğlenerek okuyabilirler.

Kişisel olarak Behiç Ak’ın bütün kitaplarını büyük bir keyifle okuyorum. Bu dizideki Memo’yu seviyorum; ancak özellikle Tombiş karakterine ve onun Memo’ya verdiği yanıtlara bayılıyorum. Her kitapta farklı düşünmemizi sağlayarak hayal gücümüzü genişletir, felsefi düşünmenin kapısını aralarken, özellikle bu kitapta kişinin hayallerinin peşinden gitmesinin önemini vurgular ve tam da hayal dünyamızı önümüze katıp bizi bulutlara doğru yükseltirken Tombiş öyle bir şey söylüyor ki okur tıpkı Memo gibi bir an kalakalıyor. Kim bilir, belki de Memo içimizdeki Dionysos, Tombiş de Apollon’u temsil ediyordur ve biz ikisini dengeleyerek hayallerimizi gerçekleştirmenin bir yolunu böylelikle buluyoruzdur.Ya da Memo’nun dediği gibi “Bizim Tombiş, bu işlerden hiç ama hiç anlamıyor!”

Doğrusu, sonraki kitaplarda Tombiş’in neler söyleyeceğini, Memo’nun sorularına ne yanıtlar vereceğini merakla bekliyorum.

Tülin Sadıkoğlu

24 Mart 2014 Pazartesi

Yaşlı Pettson ile Kedisi Findus

Küçük Findus Kaybolunca, İsveçli yazar ve illüstratör Sven Nordqvist'in yaşlı Pettson ile kedisi Findus'un maceralarını anlattığı dizinin kitaplarından bir tanesi.

Kitap kedi Findus'un kaybolma hikâyesini sahibi Pettson'dan tekrar anlatmasını istiyor. Findus'u kıramayan Pettson da olayları en başından beri anlatmaya başlıyor.

Pettson bir çiftlik evinde yaşayan, bazen de kendini çok yalnız hisseden birisi. Arada komşuları ziyaretine geliyor ama o da kırk yılın başı. Bu misafirliklerden birinde Pettson'un komşusu Beda Andersson, onun bir kedisi bile olmadığından dem vurur. Bir sonraki ziyaretinde bir yavru kedi getirir komşusuna. Pettson, yavru kediye içinde olduğu karton kutunun üzerinde yazan ismi verir: Findus! Sonra bir akşam Findus merakına yenik düşüp çiftliği keşfetmek ister ve kaybolur. Serüveni de böyle başlar.

Küçük Findus Kaybolunca'da Findus küçük bir çocuk gibidir. Bildiği ve yaşadığı bir olayı defalarca anlatmasını ister sahibinden. Sonunu bildiği için bu öykü ona güven verir. Tıpkı defalarca aynı kitabın okunmasını talep eden çocuklar gibi...

Pettson ve Findus'un maceralarının anlatıldığı kitaplarda sadece metinler değil resimler de oldukça dikkat çekici. Metinleri tamamlayan resimlerin kendi içinde bin bir detay barındırdığı ve kitaba ayrı bir mizah duygusu kattığı ise başka bir gerçek. Metinler bir kez okunduğunda hikâye anlaşılır ama resimlerdeki ayrıntılar için kitaplar defalarca karıştırılır.

İlk kez 1985 yılında yayımlanmaya başlayan Pettson ve Findus kitapları birçok dile çevrilmiş. Dokuz kitaptan oluşan dizinin Türkçeye çevrilen 4 kitabı var. Ayrıntı Yayınları'nca Ali Arda çevirileri ile yayımlanan kitaplarsa şöyle: Doğum Günü Pastası, Pettson Çadır Kuruyor, Küçük Findus Kaybolunca ve Tilki Avı.

Sven Nordqvist, çocukların kütüphanelerinde en azından bir kitabının olması gereken bir yazar.

Ebru Akkaş

21 Mart 2014 Cuma

Yangın Tüpüyle Uçan Çocuk

Yangın Tüpüyle Uçan Çocuk başlıklı öykü kitabında on iki öykü bulunuyor. İlki, kitaba da adını veren öykü olan Yangın Tüpüyle Uçan Çocuk. Sivil savunma ekiplerinin tatbikat yapacağı okulda öğrencilerle sivil savunma görevlileri arasındaki yanlış anlamalardan kaynaklı pek çok komik olay yaşanır, ama asıl heyecan verici ve şaşırtıcı olan Samet’in uzun süredir hayalini kurduğu olayın gerçekleştiği an olacaktır. Samet’in internette izlediği ve rüyalarına girdiği videoda biri yangın tüpüne biner, tüpün vanasını açar ve püsküren tüple birlikte uçar. Samet bu hayalini sizce nasıl gerçekleştiriyor?

İkinci öykü “Kırmızı Karanfil Şakası”nda ise Esin’in komşuları olan Gülay Teyze’ye yaptığı “şaka”nın gerçeğe dönüştüğünü sanmasıyla birlikte kapıldığı dehşet anlatılıyor.

Sonraki öyküde sekiz yaşındaki pazarcı çocuğun gönlü elvermediği için yüksek bir fiyat söylediği palyaçoyu yine de satın alan adamın bu oyuncakla ilgili gerçeği televizyonda nasıl çarpıttığını görüyoruz. Öykünün adı ise, “Antika Oyuncak”.

“O Çocuk” adlı öyküde ise herkese sataşan, kiminin saçını çeken, kiminin koluna vuran, iri yarı olduğu için de kimsenin sesini çıkaramadığı “o çocuğun” sonunda okuldan uzaklaştırıldığına tanık oluyoruz, ama yaptığı onca kötülükten sonra hangi nedenle olacak bu dersiniz?   

Sonraki öyküler Şişedeki Mesaj, Balkondaki Kedi, Arka Bahçedeki Göktaşı, Kaybolan Yoğurt Kapları, Cips Paketinden Çıkan Cadı, Süheyla Hanım’ın Kedileri, Korkuluk ve Tekir Kedi, Kızıl Kedi, Beyaz Kedi, Benekli Kedi… Hepsi de birbirinden güzel, birbirinden eğlenceli. Miyase Sertbarut’un yalın dili okumayı çok kolaylaştırıyor. Çocuklara has “muzırlık”, “hınzırlık” ise öyküleri eğlenceli hale getiriyor. Ancak öykülerinde yalnızca bunlar yok elbette. Macera ve merak duygusu, mizah, şefkat, pişmanlık, insan ve hayvan sevgisi… Kısacası insana dair pek çok duyguyu barındırıyor Miyase Sertbarut’un öyküleri. Kendisi de neden çocuklar için yazdığını anlatırken benzer bir şey ifade ediyor: “Çocukluğumu ömrümün sonuna dek canlı tutabilmemin tek yolu çocuklar için yazmak sanırım. Kitaplarımda anlattığım her çocuğu yaşıyorum. Mutlu çocuk, mutsuz çocuk, seven çocuk, nefret eden çocuk, yaramaz çocuk, uslu çocuk, korkak çocuk, kahraman çocuk... Hepsi içimde ve hepsi yazdıklarımda.

Sevgili Miyase Sertbarut’un yazdığı, Çınar Dize Sertbarut ve Emre Ozan Şirin’in resimlediği Yangın Tüpüyle Uçan Çocuk, Tudem Yayınları’ndan çıktı. Kitap, 9 yaş ve üstü okurlar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

19 Mart 2014 Çarşamba

Benim Sanat Kitabım

“Benim Sanat Kitabım” çocuklar için hazırlanan sanat kitaplarından bir tanesi.

‘Benim Sanat Kitabım’da sanat tarihine damgasını vurmuş, farklı akımlardan etkilenmiş, kendilerine özgü teknikler kullanmış 32 sanatçının yapıtları kronolojik sıra ile anlatılıyor. 

Leonardo da Vinci, Rembrant, Degas, Monet, Van Gogh, Picasso, Matisse ve Andy Warhol gibi sanatçılar ve eserleri kısa ama doyurucu bilgilerle aktarılıyor çocuklara. Çocukların dikkatini çekebilmek içinse onları kitabın içine çekecek detaylara sıkça yer verilmeye özen gösterilmiş. Mesela, Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” yapıtının anlatıldığı sayfalarda tablonun yapım yılı, tekniği, ölçüleri, ressam ve resmin tekniği hakkındaki bilgiler veriliyor. Temel bilgilerin yanı sıra resimde dikkat çeken ışıltılı detaylar için altın kullanıldığı, kimi zaman resme özellikle deforme edildiği gibi ilgi çekici özellikler de vurgulanıyor.

Plastik sanatları anlatan bu kitabı okuyan bir çocuk sıcak, soğuk renkler, renk çemberi gibi temel sanat bilgilerini edinmiş oluyor. Bu bilgiler, kitabın sonuna yer alan “Terimler Sözlüğü” ile pekiştiriliyor.

Kitapta yer alan konuların yanı sıra çocukların sanat eserleri ile ilgili daha fazla bilgi alabileceği, kendi boyamalarını yapabilecekleri internet sitesi adreslerine de yer veriliyor. Böylece çocukların okumaları zenginlik kazanıyor. Adı geçen site ziyaret edildiğinde, yapıtla ilgili bilgilere kitapta yer aldığı sayfa numarası yazıldıktan sonra ulaşılabiliyor. Kitap, sadece sanat alanında değil ekinde yer alan internete bağlanmadan önce büyüklerden izin alınması, kişisel bilgilerin paylaşılmaması gibi internet güvenliği kurallarıyla da çocukları bilinçlendiriyor.

Sanatın tanımı, nasıl yapılması ile ilgili tartışmalara değinen kitabı Rosie Dickins kaleme almış. Sanat eğitimi alan Dickins’in birçok çocuk kitabı bulunuyor.

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan kitap, konusunda uzman kişilerin danışmanlığında Çiçek Eriş tarafından Türkçeye çevrilmiş. Kitap, 9–12 yaş aralığındaki çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

17 Mart 2014 Pazartesi

Çocuk Olmaya Hakkım Var

Çocuğum ben.
Gözleri, elleri, sesi, yüreği
ve
hakları olan bir çocuğum.

Anlatıcımız bir çocuk ve bizlere hangi haklara sahip olduğunu aktarıyor: Bir isme, bir aileye, bir ülkeye, yiyecek ve içeceğe, bir çatı altında yaşamaya, ilaca ve tedavi edilmeye, vücudu başka çocuklar kadar sağlıklı değilse kendisine yardım edilmesine, para ödemeden okula gitmeye hakkı olduğunu söylüyor. Kız da olsa, erkek de olsa…ya da:

Siyah ya da beyaz, iriyarı ya da ufak tefek, zengin ya da yoksul, burada ya da başka bir yerde doğmuş olsam da aynı şekilde saygı görmeye hakkım var.

Ve devam ediyor anlatıcımız; bizlere okula gitmeye, çalışmayı reddetmeye, büyüklerinin onu korumasına, felaketlerden ve şiddetten uzak olmaya hakkı olduğunu hatırlatıyor:

Şiddetin hiçbir biçimine maruz kalmama, çocukluğumu kimse ama hiç kimse istismar etmeden yaşama hakkına sahibim.

Temiz havayı solumaya, oyun oynamaya, yaratıcı olmaya, hayal etmeye, hoplayıp zıplamaya, arkadaşlarının olmasına, kendisini ifade etmeye (annesi ya da babası beğenmese de) hakkı olduğunu ekliyor ve diyor ki:

Kurşun yağmurlarını ve savaşları hiç bilmemeye hakkım var.
“Şimşek füzeler”den de “gök gürültüsü bombalar”dan da korkarım.

Bir insan, bir canlı ve bir çocuk olması bir yana neden mi bu haklara sahip olması gerektiğini düşünüyor anlatıcımız… Çünkü aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 193 ülke Uluslararası Çocuk Hakları Anlaşması’nı imzalamıştır ve anlatıcımızın da bir çocuk olduğuna göre bu hakların hepsine sahip olmaya hakkı vardır.

Alain Serres’in yazdığı, Aurélia Fronty’nin resimlediği Çocuk Olmaya Hakkım Var adlı okul öncesi kitap (4-7 yaş grubu için öneriliyor) Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

Kitapta yer alan kavramların bu yaş grubu için soyut kaldığı düşünülebilir. Kişisel olarak, çocuklarıyla birlikte kitap okuyan anne-babaların onlara bu tür kavramları açıklayabileceğine ve böylelikle çocuklarına bir farkındalık kazandırabileceklerine inanıyorum.

Kimi zaman da çocuklar, anne-babaların açıklamasına gerek kalmadan bazı şeylere tanık oluyor, deneyimliyorlar. Geçenlerde, sonradan 3,5 yaşında olduğunu öğrendiğim Emir’in durumunda olduğu gibi... Emir’i bir kitabevinin çocuklara ayrılan bölümünde gördüm. Annesiyle oturmuş “Çocuk Olmaya Hakkım Var” adlı kitabı birlikte okuyorlardı. Daha doğrusu annesi okuyor, Emir de resimleri inceliyordu. Annesi sabırla oğlunun her sorusuna yanıt veriyordu. Konuşmalarına kulak misafiri oldum; çünkü aralarında geçen konuşma en az bu kitap kadar değerliydi. Emir, tekerlekli sandalye olan sayfaya gelince, sınıfındaki bir çocuğun, “bacakları çalışmadığı için tekerlekli sandalyeyle yürüdüğünü” söyledi. Neyse ki onun annesi, babası, abisi, arkadaşları vardı ve ona yardım ediyorlardı. Bu bilgiyi verdikten sonra dönüp annesine “Bu onun hakkı, değil mi anne?” diye sordu Emir. Bir kez daha çocukların duyarlılıklarıyla, algılama yetileriyle, dünyayı kavrayışlarındaki yalınlık ve netlikle insanı nasıl da şaşkına çevirebileceklerine tanık oldum. Çocuklarımızı korumalıyız, kuşkusuz, ama kulak verdiğimiz takdirde onlardan öğreneceklerimizin değeri de gerçekten büyük.    

Çocuk Olmaya Hakkım Var, her çocuğun kütüphanesinde olması gereken bir kitap.

“Çocuk hakları. Hemen. Şimdi.”

Tülin Sadıkoğlu

12 Mart 2014 Çarşamba

Cecü'nün Yer Cüceleri

Şimdi, şunu bilmelisiniz ki;
dünya, hayatlarını bomba biriktirmekle geçiren 
generallerle de doludur.

Ve bizim general
evinin tavan arasını bombalarla dolduruyordu.
"Bir sürü bombam olunca,"
diyordu,
"şahane bir savaş patlatacağım!"

Dünyaca ünlü İtalyan yazar, göstergebilimci, filozof ve edebiyat eleştirmeni Umberto Eco ülkemizde ve dünyada daha çok büyükler için yazdığı romanlarıyla tanınıyor. Ancak bu çok önemli düşünür ve yazar çocuklar için de öyküler yazdı. Yapı Kredi Yayınları’nın yayımladığı, üç öyküden oluşan “Cecü’nün Yer Cüceleri”ni Eugenio Carmi resimlemiş, Türkçe’ye ise Eren Yücesan Cendey çevirmiş.

Bomba ve General başlıklı ilk öykü savaş çıkarmak isteyen bir general ve neden olacakları zararı düşünüp buna üzülen atomlarla ilgili. Atom bombasının içine konmuş atomlar sonunda generale isyan ederler ve bir gece sessiz adımlarla bombaların içinden çıkıp bodruma saklanırlar. General savaş ilan edip de bombaları yağdırmaya başladığında halk dehşete kapılır ama bombalar patlamaz, kimse de zarar görmez.

Üç Kozmonot başlıklı ikinci öyküde Amerikalı, Rus ve Çinli üç astronotun Mars’a yolculukları anlatılıyor. Bu üç astronot birbirlerini anlamadıkları için farklı olduklarını zanneder. Ancak temel duygular söz konusu olunca birbirlerine benzediklerini anlarlar. Altı elli, baştan aşağı yeşil Marslı’yla karşılaştıklarında ise kendilerinden çok farklı olan bu “korkunç canavara” karşı birleşirler. Ama bu “canavar” onlardan o kadar da farklı değildir…

Cecü’nün Yer Cüceleri başlıklı öykü ise keşfedeceği, uygarlığını götüreceği bir yer arayan İmparator’un “Samanyolu Kâşifi (kısaca SK)” adındaki adamını görevlendirmesiyle başlıyor. Sonunda bir gezegen bulur SK. Burada, Cecü denen yer cüceleri yaşamaktadır. Onlara, gezegenlerine uygarlık getirmek istediğini söyler ve uygarlığın nasıl bir şey olduğunu Dünya’dan örnekler göstererek anlatır. Cecü yer cüceleri gördüklerinin ardından SK’nın Dünya’sına gidip orayı güzelleştirmeyi önerirler.

Umberto Eco, minik okurlarına istenirse savaşların önlenebileceğini, birbirimizi anlamanın mümkün olabileceğini, dünyamıza sahip çıkmanın önemini gösteriyor, anlatıyor.  


Tülin Sadıkoğlu

10 Mart 2014 Pazartesi

Bilinmeyen Defter Codex



Solak olmasından da faydalanarak aynaya tutulduğunda okunabilen yazılar yazan Leonardo da Vinci’nin not aldığı sayısız defterlerinden birinden derlenen “Bilinmeyen Defter Codex”, sanatçının en az bilinen yönünü vurgulamaya çalışan bir derleme.

 Bu anlamda yayınevi tarafından hazırlanan önsözdeki bilgileri aktarmak faydalı olur. Kitap ilk kez 1972’de Bruno Nardini’nin da Vinci’nin not defterlerinden yaptığı bir derlemesi ile “Favole e Leggende” adıyla yayımlanmış. Aslında yetişkinler için hazırlanan bu derleme, çocuk ve gençlerin daha çok ilgisini çekmiş. Adriana Saviozzi Mazza’nın resimlediği “Bilinmeyen Defter Codex”, 1976 yılında Uluslararası Hans Christian Andersen Ödülü’ne layık görülmüş.

“Bilinmeyen Defter Codex”, Leonardo’nun doğayı öğrenmek için yaptığı gözlemlerini sadece sanatı ve icatları için kullanmadığını; düz yazı ile de edindiği gözlemleri insanlarla paylaştığını anlamamızı sağlayan bir kitap.  

Nardini tarafından derlenen İnci Aslıer tarafından çevrilen “Bilinmeyen Defter Codex”, fabllar, efsaneler, fantastik hayvanlar ve fıkralar olmak üzere dört bölümden oluşuyor. Kuşe kâğıda, çocukların da okumasını kolaylaştıracak şekilde büyük harflerle basılan kitabın dört bölümüne de farklı renkler hâkim. Fabllardan efsanelere geçtiğinizi, efsanelerden fantastik hayvanlara atladığınızı değişen bu renklerle fark ediyorsunuz.

Marsık Kitap etiketi ile yayımlanan “Bilinmeyen Defter Codex” ile Leonardo da Vinci’nin fabl, efsanelerini okuma şansına kavuştuk

Ebru Akkaş

Bir Kitap Lütfen'in artık bir logosu var!




Herkese iyi haftalar. Bir yılı aşkın süredir kitap tanıtımlarını yaptığımız Bir Kitap Lütfen'in  artık bir logosu var! 

Logomuzu hazırlayan Sedat Girgin'e ne kadar teşekkür etsek az!

Tülin Sadıkoğlu & Ebru Akkaş

7 Mart 2014 Cuma

"Küçük Kara Balık", İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda!

Böyle amaçsızca yüzmekten bıktım usandım. Başka yerlerde neler olduğunu öğrenmek istiyorum. Bu düşünceleri kafama bir başkasının soktuğunu sanabilirsin, ama ben uzunca bir süredir kendim düşünüyorum bunları. Arkadaşlarımdan da bazı şeyler öğrendim elbette; örneğin, birçok balığın yaşlanınca hayatta hiçbir şey yapmadık, hayatımızı boşa geçirdik, diye yakındıklarını biliyorum. Durmadan sızlanıp dururlar. Ben yaşamanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyorum; durmadan aynı şeyleri yapmak, yaşlanana kadar başka bir şey yapmadan yaşamak olamaz; dünyada yaşamanın anlamı bundan daha fazla olmalı!


Küçük Kara Balık, yaşadığı derenin ucunu görmek, başka yerlerde neler olup bittiğini öğrenmek ister. Annesi onu caydırmak için uğraşır; diğer büyük balıklar da giderse bir daha dönemeyeceğini söyleyerek korkutmaya çalışır. Onlara göre başka bir yer, başka bir dünya yoktur; dünya oldukları yerdir. Küçük Kara Balık ise kararlıdır; gidecektir. Ve gider de…

Evinden sonra ilk gördüğü yer bir göl ve ilk karşılaştığı da kurbağalar olur. Kendilerini soylu, iyi yetiştirilmiş ve en güzel balıklar olan gören bu kurbağalara Küçük Kara Balık’ın söyleyecekleri vardır: “Sizin bu kadar bencil olabileceğiniz hiç aklıma gelmezdi. Yine de darılmıyorum size, çünkü böyle konuşmanızın nedeni bilgisizlikten başka bir şey değil.” Küçük kurbağalar onun haklı olabileceğini düşünür, ancak tam o sırada anneleri gelir ve Küçük Kara Balık’ı yavrularının kafasına saçmalıklar sokmakla suçlayarak kovalar.

Küçük Kara Balık bir dereye, ardından ırmağa ve nihayet denize varır. Bu yolculuk sırasında onu tatlı dille kandırarak yakalamak ve midesine indirmek isteyen yengeçle; testerebalığı, balıkçıllar ve pelikanlarla ilgili bilgi veren, bir pelikanın torbalı gagasından nasıl kurtulacağını söyleyen ve ona bir kama hediye eden, balıkların balıkçıların ağından nasıl kurtulduğunu anlatan kertenkeleyle; karada yaşayan hayvanlarla; onu izlemeye karar veren ama pelikanın eline düşünce Küçük Kara Balık’ı feda etmekte sakınca görmeyen diğer küçük balıklarla karşılaşır. Ancak ne zorluklar ne de engeller merak ve keşfetme duygusuyla hareket eden bu cesur küçük kara balığı asla yıldırmaz, yolundan alıkoymaz. Dünyayı keşfetmek, görmek, tanımak isteyen özgürlük duygusuyla dolu bir balıktır o…

Küçük Kara Balık’ın yaşadıklarını on iki bin çocuğuyla torununa anlatan yaşlı balık nine, sonunda ona ne olduğunu söylemeden öyküsünü bitirir. Hepsi Küçük Kara Balık’ın başına ne geldiğini çok merak etmiştir. Yaşlı nine, onlara, ertesi akşamı beklemelerini söyler. “Ama küçük bir kırmızı balığı bir türlü uyku tutmuyordu. Bütün gece hiç gözünü kırpmadan denizi düşündü durdu…

İran çocuk edebiyatının 20. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biri olan Samed Behrengi’nin yazdığı Küçük Kara Balık ülkemizde pek çok yayınevi tarafından yayımlanıyor. Şimdilerde ise Küçük Kara Balık sevenleri, hayranları İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oyun olarak da bu cesur balığın maceralarını sahnede izleyebilecekler.

İlknur Özdemir’in çevirisiyle Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan Küçük Kara Balık’ı dramaturg Günay Ertekin oyunlaştırdı. Oyunla ilgili bilgi almak için İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun web sitesini ziyaret edebilirsiniz: http://www.istdt.gov.tr/kucuk-kara-balik

Tülin Sadıkoğlu


5 Mart 2014 Çarşamba

Dördüncü Sınıf Bir Hiçin Hikâyesi



Birleşik Amerikalı yazar Judy Blume’un kitabı Dördüncü Sınıf Bir Hiçin Hikâyesi'nin kahramanı, ilkokul dördüncü sınıfa giden Peter Watten Hatcher. 

Peter, okuldaki sıkıntılarından, annesinin kurallarından çok kardeşi Farley Dreksel nam-ı diğer Çikolata’dan şikâyetçi. Hatta olayı dramatize edip kardeşinden çektiğini kimseden çekmiyor da diyebiliriz. Aslında kitapta, Peter’in ağzından iki buçuk yaşında ve sadece uyurken tatlı olabilen bir erkek kardeşin hikâyesi anlatılıyor.

Peter tüm olgunluğuna, iyiliğine ve anlayışına rağmen kendini bir hiç olarak görüyor. Onu, küçük kardeşi Çikolata’nın her türlü yaramazlığına müsamaha gösteren ebeveynlerinden aynı davranışı görememek üzüyor. Bir birey olarak fark edilmek için çabalıyor. “Ben burdayım, beni de fark edin!” diyor. 

Judy Blum, bu kitapta Peter, Çikolata ve Sheila adlı çocukların hikâyesini anlatıyor. Çitlembik Yayınları etiketiyle piyasaya çıkan kitabın devamı sayılabilecek “Süper Çikolata” da çocukların maceraları devam ediyor.
 
Judy Blume’un yazmış olduğu 23 kitap var ve bu kitaplar aralarında Türkçe’nin de olduğu yirmiden  fazla dile çevrildi. 

Ebru Akkaş

3 Mart 2014 Pazartesi

Köprüyü Geçerken - Dev ile Ayının Öyküsü

İki keçi masalını sanırım herkes hatırlar; ama hatırlamayanlar için kısaca aktaralım. İki dağın arasında bir köprü, her bir dağda da iki keçi varmış. Bazı günler doğu tarafındaki keçi otlamak üzere köprüyü geçer, batıdaki dağa gidermiş. Aynı şekilde batıdaki keçi de köprüyü geçerek otlamak için doğudaki dağa gidermiş. Günlerden bir gün iki keçi köprünün tam ortasında karşılaşmış. Birbirlerine yol vermemekte direnince her ikisi de nehri boylamış ve ıslak ıslak evlerine dönmüşler.

Aşağı yukarı her masaldan bir pay çıkarırız ya bu masalın da bize gösterdiği en önemli şey iki keçinin anlaşmak, uzlaşmak, ortak bir çözüm bulmak yerine inatlaşmaları ve sonuçta her ikisinin de zararlı çıkmasıdır diyebiliriz. Peki, ya tam tersi olsaydı? Yani iki keçi anlaşma yolunu seçseydi?

Avusturyalı yazar Heinz Janisch bize bu sorunun yanıtını veriyor. Bu kez kahramanlarımız bir dev ile bir ayı ve öyküyü anlatan da ırmak… Öykü bildiğimiz gibi başlıyor: Bir sabah, köprünün bir ucuna kocaman bir ayı, diğer ucuna bir dev gelir. İkisi de dar köprüden geçmek istemektedir. Köprünün tam ortasında karşılaşırlar. Düşmanca birbirlerine bakarlar, ne ayı ne de dev bir adım geri çekilmez. İkisi de diğerinin yoldan çekilmesini ister. Onlar da inatlaşırlar; ama sonunda dev öyle bir çözüm önerir ki iş tatlıya bağlanır.

Heinz Janisch’in yazdığı, Helga Bansch’ın resimlediği Köprüyü Geçerken – Dev ile Ayının Öyküsü adlı okul öncesi kitap kısa bir süre önce Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.

3-5 yaş arası çocuklar için önerebileceğimiz bu kitapta ne kadar erken öğrenilirse o kadar iyi diyebileceğimiz temalar yer alıyor.

Heinz Janisch, ülkemizde daha önce de kitapları yayımlanan bir yazar. Anlatımı masalsı, metinleri kısa ve öz. Ancak vermek istediği duyguları bence okurlarına başarıyla aktarıyor. Umarım yazarın diğer kitaplarını da yakın zamanda okuyabiliriz.

Tülin Sadıkoğlu