30 Nisan 2014 Çarşamba

Nelere Hayır Demeliyiz?


Çocukları korumanın dışında çocuklara kendini korumayı, ayrı bir birey olduğunu ve hayır demeyi öğrenmesi gerektiğini de öğretmek hem mümkün hem de gerekli.

Bunun yöntemlerini işin uzmanlarınca hazırlanmış kitaplarda bulmak mümkün. Beş kitaptan oluşan Nelere Hayır Demeliyiz? bu manada büyüklere ve çocuklara rehberlik edebilecek bir dizi.
Dizinin Delphine Sauliere'nin yazdığı Bernadette Despres'in resimlediği Cinsel Tacize Hayır! çocukları kendileri için tehlikeli olabilecek kişilerden nasıl korunabileceğini öğretmek için hazırlanmış bir kitap. Beş farklı vaka resimli öyküler üzerinden anlatılıyor. Olay bu şekilde tanımlandıktan sonra böyle bir durum başına geldiğinde bunun aslında normal ve kabullenebilir bir durum olmadığını ve nasıl hareket etmesi gerektiğini de aktarıyor. Bu beş öyküde komşu, akraba, tanımadık biri, antrenör/öğretmen, üvey baba/anne olayları ele alınıyor.


Dizinin bir diğer kitabı Kötü Muameleye Hayır!'da ise haksız yere suçlanma, tehdit edilme ve saçma bir şey yapmaya zorlanma konuları ele alınıyor. Hayır denilecek durumlar mümkün olduğunca fazla örnek ile gösteriliyor. Bazen hayır demek kolay olmadığı için bu beş harfli kelimeyi nasıl söyleyebileceğine dair tavsiyeler de veriliyor. Dominique de Saint Mars'ın yazdığı, Serge Bloch'un resimlediği bu kitabın mottosu şöyle: 

HAYIR demeyi öğrendiğimizde EVET demeyi de daha iyi öğrenmiş oluruz.

Nelere Hayır Demeliyiz? dizisi Timaş Çocuk etiketi ile piyasaya çıktı. Dizinin diğer kitaplarıysa ise şöyle: Hoşgörüsüzlük ve Irkçılığa Hayır!, Şiddete Hayır!,Haraca Hayır! Dizi 9 yaş üstü çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

28 Nisan 2014 Pazartesi

Vahşi Şeyler Ülkesinde


Bir akşam, Max, kurt giysisini giyip köpeği bir çatalla kovalamak gibi türlü türlü yaramazlıklar yapınca annesi onu “Vahşi şey!” diyerek azarlar. Bunun üzerine çok öfkelenen Max annesini “hapır hupur yiyeceğini” söyleyerek karşılık verince hiçbir şey yemeden odasına gönderilir.

Max odasındayken önce duvarlarda ağaçlar büyümeye başlar; ardından odası içindeki her şeyle birlikte kaybolarak bir orman haline gelir. Max kocaman bir ormanın ortasındadır artık. Daha sonra teknesiyle “engin sulara yelken açar”. Hiç durmadan, bir yıl boyunca yol alır ve Vahşi Şeyler Ülkesi’ne varır. Burada yaşayan vahşi şeyler Max’ın geldiğini görünce kükrerler, sipsivri dişlerini gıcırdatırlar, korkunç pençelerini gösterirler. Ancak Max onları bir kelimeyle bir sihirbaz gibi uyutur. O anda vahşi şeyler en vahşi şeyin Max olduğunu anlarlar ve onu tüm vahşi şeylerin hükümdarı ilan ederler. Ve böylece şamataların en vahşisi başlar. Sonunda Max vahşi şeylerden durmalarını ister ve onları yemek yemeden yataklarına gönderir. Bir süre sonra kendini yalnız hisseden Max “birinin onu canından çok sevdiği bir yerde olmak” ister. “Dünyanın en güzel yemeklerinin dünyanın öbür ucundan gelen mis gibi kokularını” duyar ve Vahşi Şeyler Ülkesi’nin hükümdarı olmaktan vazgeçer. Vahşi şeyler onun gitmesini istemezler, onu o kadar seviyorlardır ki Max’ı hapır hupur yiyeceklerini söylerler. Ama Max teknesine atlar, onlara veda eder ve gider. Bir yıldan uzun bir zaman denizde yol alır ve bir gece kendisini odasında bulur. Hâlâ sıcacık olan yemeği onu beklemektedir.

Hem kendisinin yaşadığı hem de annesinin gösterdiği öfke arasında kalan Max odasına gittiğinde yaramazlıklarına devam etmemiştir. Onun yerine hayal gücüyle “en vahşi şey” olarak Vahşi Şeyler Ülkesi’ni yaratmıştır. Dilediğini özgürce yaşadıktan sonra o da annesi gibi vahşi şeyleri hiçbir şey yemeden yataklarına gönderir. Ancak annesini özlemiştir. Öfkesinin sonuçlarını görmüş ve sevgisi, öfkesine ağır gelmiştir.

Pek çok çocuk anne-babasına öfkelenerek kafasında çeşitli fanteziler üretmişlerdir. O nedenle Amerikalı yazar ve illüstratör Maurice Sendak’ın yazıp resimlediği “Vahşi Şeyler Ülkesinde” adlı resimli öykü kitabı için aslında Max’ın ve başka pek çok çocuğun yaşadığı benzeri öfkenin bir anatomisi dersek pek de yanılmış olmayız. Ayrıca Sendak, Max’ın öfkesini ve hayal gücünün genişliğini, bazen ürkütücü olabilen ama diğer yandan çocuksu bir gülünçlük de barındıran resimleriyle aktarmakta son derece başarılı.

Söylenen o ki, başlangıçta, bu pek çok ödülün sahibi olan kitap, kütüphanelerde yasaklanmış ve olumsuz eleştiriler almış. Ancak kütüphaneciler ve öğretmenler çocukların ilgisini çektiğini fark etmişler. 1963 yılında basılan ve artık bir klasik haline gelen Vahşi Şeyler Ülkesinde, değerli çevirmen Celâl Üster’in çevirisiyle Çan Çocuk Yayınları’ndan çıktı.

Kitabı 3-6 yaş grubu çocuklar rahatlıkla okuyabilirler.

Tülin Sadıkoğlu
 

25 Nisan 2014 Cuma

Nokta



Yazar ve çizer Peter H. Reynolds’un birçok dile çevrilen kitabı Nokta kendini ifade etme, yaratıcı düşünme üzerine yazılmış sade ve zevkli bir metin. Konusuysa şöyle:

Vashti resim dersinin bittiğine sevinip teneffüse çıkacağına sıkıntıyla sırasında oturmaya devam ediyordu. Önündeki boş resim kâğıdına bakmakla meşguldü. Öğretmeni kâğıda bakıp ödevini, görevini yerine getirmemişsin demek yerine Vashti’nin bir kutup ayısı çizdiğini iddia etti. Vashti ise konuyu hiç uzatmadı, resim yapamadığından dem vurdu. 

Öğretmeni onu kendi haline bırakmak yerine bir nokta çizip altına imzasını atmasını söyledi. Vashti de aynen öğretmeninin dediği gibi yaptı. Bir sonraki hafta resim dersine geldiğinde kendi noktasını çerçeve içinde duvara asılmış görünce Vashti çok şaşırdı. Bu onu heveslendirdi ve irili ufaklı noktalar çizmeye başladı. Sonuca kendi de şaşırdı.

Nokta, çocukları kendine güvenmeye teşvik eden, olumlu yaklaşımın önemini vurgulayan sımsıcak bir kitap.

Braille alfabesi ile de yayımlanan kitabı Türkçeye Oya Alpar çevirmiş. Nokta, Altın Kitaplar tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

23 Nisan 2014 Çarşamba

Yüzyüz

Siyah balık Yüzyüz ve hepsi kırmızı olan balık arkadaşları, denizin kuytu köşelerinden birinde mutlu mutlu yaşamaktadır. Ancak “kara bir günde, hızlı, kızgın ve çok aç bir ton balığı” gelir ve minik kırmızı balıkların hepsini yutuverir. Çok hızlı yüzebilen Yüzyüz neyse ki kaçabilmiştir. 

Kurtulmuştur kurtulmasına, ama derin sulara doğru yol alan Yüzyüz üzgündür, yalnızdır ve korkmaktadır. Yine de güzelliklerle dolu denizde ilerledikçe gördükleri onu mutlu etmeye başlar. Neler görür neler: “Gökkuşağı renklerinde bir denizanası… Yürüyen bir su çarkına benzeyen ıstakoz…Gözle görülmeyen bir ipin çektiği tuhaf balıklar… Akide şekeri kayalarda yetişen bir deniz yosunu ormanı…” ve daha pek çok şey. 

Derken Yüzyüz kırmızı balıklardan oluşan bir sürüyle karşılaşır. Balıklar kayaların ve yosunların arasına gizlenmiş durmaktadır. Bunun nedeni ise büyük balığın hepsini yutacağından korkmalarıdır. Yüzyüz uzun uzun düşündükten sonra bir çare bulur. Denizdeki en büyük balıkmış gibi hep birlikte yüzeceklerdir. Böylece büyük balıklar onlara yaklaşamayacaktır. Yüzyüz de tek farklı balık olarak onların gözü olacaktır. Küçük balıklar, yan yana gelerek dev bir balık olurlar ve çok geçmeden büyük balığı oradan uzaklaştırırlar.

Pek çok ödüle değer görülen Yüzyüz, dostluk, cesaret, yaratıcılık ve işbirliği üzerine harika bir kitap. Bu küçük siyah balık cesurdur; çünkü tek başına kaldığında korksa da cesaretle yoluna devam eder. Aynı zamanda yaratıcıdır; büyük balıktan saklanan kırmızı balık sürüsüyle karşılaştığında yaratıcılığını kullanarak bir çözüm önerir. Liderdir; diğer balıklara birlikte olmanın gücünü anlatır ve bunu nasıl başaracaklarını gösterir.

Dünyaca ünlü yazar, çizer ve grafik sanatçısı Leo Lionni’nin yazdığı ve resimlediği Yüzyüz adlı resimli öykü kitabı Elma Yayınevi’nden çıktı.

Leo Lionni’nin çizimlerini ve metinlerini seviyorum. Ancak Yüzyüz’ün bendeki kopyasında resimlerin baskı kalitesi pek iyi değil. Resimler koyu ve kimi yerlerde “çamur gibi”. Umarım yalnızca bendeki böyledir.

Kitap, 4-6 yaş grubu çocuklar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

21 Nisan 2014 Pazartesi

Mançalı Don Kişot

Miguel de Cervantes'in ilk kurgu ya da postmodern roman olarak kabul edilen Don Kişot'u dört yüzyılı aşkın bir süredir ilgi odağı olmaya devam ediyor; sinema ve tiyatroya uyarlanıyor. Bu arada çocuklar için uyarlamalar da ihmal edilmiyor. Elbette bu bildik hikâyenin uyarlamasının dikkat çekmesi için bir alâmetifarikasının olması lazım.

Carlos Reviejo ve Javier Zabala’nın uyarlaması işte bu alâmetifarikası olan kitaplardan… 2005 yılında Bologna Ragazzi Award'da En İyi Hikâye Kitabı Mansiyon Ödülü alan kitap metne ve resme eşlik eden piktogramlardan (sembollerden) oluşuyor. Aslında metne eşlik eden piktogramlardan demek daha doğru olur. 

Bu bildik metni okumak için okuma yazma bilmek yeterli değil; metnin akışından piktogramların ne anlama geldiğini çıkarmak gerekiyor.

Mançalı Don Kişot, bu anlamda güzel bir oyun kitabı olarak da düşünülebilir. Sembollerin anlamlarını doğru çıkarmadan metni doğru okumak da mümkün olmadığı için sembolleri yorumlayanlara göre farklı ve hatta komik okumalar yapmak olasılık dâhilinde.

Sembollerin anlamını çıkarmakta zorlanılırsa kitabın sonundaki sözlükten anlamları kopya geçmek ya da faydalanmak yararlı olabilir.

Yel değirmenlerine karşı yürütülen mücadeleyi bize farklı şekilde sunan, Tolga Tunç'un çevirdiği Mançalı Don Kişot, Sarıgaga Yayınları tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

18 Nisan 2014 Cuma

Mutlu Prens


“Korkarım onu kızdırdım,” diye cevap verdi Ketenkuşu. “Ona ana fikri olan bir öykü anlattım.”
“İşte bu, daima son derece tehlikelidir,” dedi Ördek.

Ben de aynı fikirdeyim doğrusu.

Zekâsı ve farklı kişiliğiyle öne çıkan, düşüncelerini ve yaşam biçimini ortaya koymaktan çekinmeyen İrlandalı yazar, şair ve oyun yazarı Oscar Wilde (1854-1900) genç okurlar için de öyküler yazdı. Bu öyküler iki kitapta toplandı: Mutlu Prens ve Diğer Masallar/Öyküler ile The House of Pomegranates.

1888 yılında yayımlanan Mutlu Prens ve Diğer Masallar/Öyküler’de beş öykü bulunuyor: Mutlu Prens, Bülbül ve Gül, Bencil Dev, Sadık Dost (Vefalı Dost) ve Olağanüstü Roket (Havalı Fişek). 1892’de yayımlanan The House of Pomegranates’te ise dört öykü var: Genç Kral, İnfanta’nın Yaş Günü, Yıldız Çocuk, Balıkçı ile Ruhu.
İş Kültür Yayınları’nın Çocuk Klasikleri dizisinden çıkan, Roza Hakmen ve Fatih Özgüven’in çevirdiği “Mutlu Prens”te beş masal/öykü bulunuyor. Can Çocuk Yayınları’nın yayımladığı, Nihal Yeğinobalı’nın çevirdiği, Mustafa Delioğlu’nun resimlediği “Mutlu Prens”te ise iki kitapta bulunan toplam dokuz öykü/masal yer alıyor.
“Öngörülmeyenin ustası” olarak kabul edilen Oscar Wilde, geniş hayal gücüyle, zengin ayrıntılar ve göndermelerle dolu öyküleriyle okurlarına “değerleri, kavramları” sorgulatıyor ve bunların gerçek anlamları üzerine düşünmelerini sağlıyor. Beklentileri tersine çeviren, bunu daha öykülerin başlıklarıyla yapmaya başlayan Wilde, okuru alışılmışın dışına çıkmaya, sıra dışı düşünmeye ve deyim yerindeyse at gözlüğünü çıkarmaya itiyor.
   
Oscar Wilde, yüzyılı aşkın bir süredir yapıtlarıyla milyonlarca okuruna ilham vermeye, onları etkilemeye devam ediyor.
Tülin Sadıkoğlu 

15 Nisan 2014 Salı

Her Güne Bir Sanat Etkinliği

Christiane Weidemann, Anne-Kathrin Funck ve Doris Kutschbach tarafından hazırlanan Her Güne Bir Sanat Etkinliği, bir takvim yılındaki her gün için ayrı bir etkinlik öneriyor. Sanatla ilgili bilgi edinmenin en iyi yolunun bir yapıt ortaya koymaktan geçtiği fikri üzerine kurulu kitapta başta resimlerdeki ayrıntılara yoğunlaşmak üzere sanat tarihi, ressamlar ve dönemlerle ilgili doyurucu bilgiler yer alıyor.

Her Güne Bir Sanat Etkinliği’nin “hoş geldiniz” bölümünde yer alan yönerge, kitap içindeki etkinlikler hakkında kısacık da olsa bilgi veriyor. Yorum, gözlem ve çoktan seçmeli soruların yanı sıra hayal gücünü harekete geçiren sorular kitabın temelini oluşturuyor.

Etkinliklerde sıkça çocukların bir resmi tamamlaması ya da kendi resimlerini yapmaları isteniyor. 4 Ocak tarihinde yer alan Pieter Bruegel’in “Flaman Atasözleri” tablosundaki deyimlerle ilgili soruda olduğu gibi kitaptaki etkinlikler çocukların hem sözlü hem de görsel yeteneklerini geliştirmeye yönelik hazırlanmış.

Kitaptaki faaliyetler bu kadarla sınırlı değil. Mesela 3 Ocak’ta çocuklardan sanatçının atölyesindeki manzarayı hayal edip resmi tamamlaması isteniyor. Çocuklar eğer atölyenin gerçekte nasıl olduğunu merak ediyorlarsa ressamın yapıtı hangi sayfada yer alıyorsa o tarihe yönlendiriliyor. 10 Ocak tarihli Alfred Sisley’in Argenteuil Meydanı yapıtının pazar kurulduğunda nasıl olacağının tasvir edilmesi istendiği gibi Bazı resimlerde çocukların hayal edip bunları anlatması isteniyor.

Küçük dedektifler görev başına adı altındaki ve detayları bulmaya yönelik sorularsa kitaptaki en eğlenceli etkinliklerden ikisi. Resimdeki ayrıntılara odaklanmayı sağlayan bu etkinlik aslında resmin nasıl okunması gerektiğini çocuklara sezdirmeci yöntem ile öğretiyor.

Kitapta yer alan resimleri kartpostala dönüştürüp gönderme etkinliğinin gerçekleştirilebilmesi konusunda ise oldukça endişeliyim. Böyle bir sanat kitabına makas vurup kartpostal yapmaya kimsenin razı olacağına pek inanmıyorum. Çocuklardan aynaya bakarak kendi portrelerini yapmalarını isteyen etkinliklerin amacı, çocukları kalem tutmaya, resim yapmaya yüreklendirmek yönünde olsa da sonucun olumsuz olduğu durumlarda hevesinin kırılmaması için büyüklerinin desteklerine ihtiyaç duyabileceklerini de belirtmeden geçmeyelim.

Her Güne Bir Sanat Etkinliği’nde yapıtların altında bir nevi sanat sözlüğü de diyebileceğimiz açıklama/tanımlamalar hatta farklı mecralarda rastladığımız “bunları biliyor musunuz” sorularının yanıtı olabilecek ilginç bilgiler de veriliyor.

Kitapta bu bilgilerin yanı sıra resim, boyama, baskı teknikleri özetleniyor. Sanat akımları ve grupları es geçilmiyor. Ayrıca bir tabloyu tamamlamanın yıllar alabileceğini, emek gerektirdiği de bu metinler içerisinde aktarılıyor.

Her Güne Bir Sanat Etkinliği hacmi ve içeriği ile oldukça dikkat çeken bir kitap.

Ebru Akkaş

14 Nisan 2014 Pazartesi

Babam Çalılığa Dönüşünce

Bir çocuğun gözlerinden “birileri ile ötekiler” arasındaki savaşın acımasızlığı, anlamsızlığı…

Toda’nın babası çalılığa dönüşmeden önce pastacılık yapmaktadır. Nefis mi nefis kokan bir mesleği olan babası her gün yirmi çeşit kremalı pasta ve üç çeşit turta pişirir. Ancak güneyde birileri ile ötekiler arasında çatışma çıkınca babası gitmek zorunda kalır. Babası birilerini ötekilere karşı savunacaktır; üstelik ötekiler arasında arkadaşları da vardır. Düşmandan korunmak için babası “kamufle olmak” yani “çalılığa dönüşmek” zorundadır.

Annesi yıllar önce başka bir ülkeye gitmiştir. O yüzden babası Toda’yı babaannesine emanet eder. Ancak onların yaşadığı yerde de durum tehlikeli bir hal alır. Babaannesi Toda’yı savaşın olmadığı komşu ülkede yaşayan annesinin yanına göndermeye karar verir. Toda tek başına bir otobüs yolculuğu yapacak, savaşın etkilediği pek çok insanla karşılaşacak, sınırı geçmek üzereyken birlikte olduğu insanları kaybedecek ve sonunda sınırı geçtiğinde ise yine tek başına kalacaktır. Annesinin adresini yolda kaybetmiştir, ama bu koskoca yerde annesini bulmanın da bir yolunu bulacaktır Toda.

Uluslararası pek çok ödülün sahibi Hollandalı yazar Joke van Leeuwen’in yazdığı Burak Sengir’in Türkçeye çevirdiği “Babam Çalılığa DönüşünceHayy Kitap tarafından yayımlandı. Leeuwen’in, Toda’nın masum çocuk gözlerinden aktardığı olaylar her ne kadar nahif bir anlatımla verilse de savaşın acımasızlığı satırlar arasından yoğun bir şekilde hissediliyor.

“Bu dünyayı bir türlü anlayamıyordum,” diyen Toda’ya katılmamak elde değil.

Tülin Sadıkoğlu


11 Nisan 2014 Cuma

Hırçın Prenses Goncagül

Fulvia Degl'Innocenti'nin yazdığı Frencesca Carabelli'nin resimlediği Hırçın Prenses Goncagül, adından da anlaşıldığı gibi bir prensesi anlatıyor.

Doğduğu ilk günden beri her hareketi olur olmaz övgülere mazhar olan prenses aklı erene kadar bu işten bir şey anlamaz. Ancak aklı ermeye başladıktan sonra çevresindekilerin bir gelenek halini alan yaklaşımından çok rahatsız olur. Ailesinin ve kendi konumudur tüm bunların sebebi. Rahatsızlığı bunla da sınırlı değildir. Kendine biçilen kadere de razı değildir. Güzel bir prenses olup günün birinde bir prens ya da kralla evlenmek onun istediği şey değildir.

Kimse prensese ne istediğini sormadığı için o da hırçınlaşıp kabalaşır. Ter ter tepinir, itiraz eder. Ancak tavrındaki değişiklik çevresindeki dalkavukları etkilemez. Onlar prensese iltifat etmeye devam etmek için yaptıklarına bir mazaret bulurlar. Prenses Gongagül, anne babası ve tebaasının dikkatini çekmek için bir yöntem bulur ve bunda başarılı da olur.

Kalıplara sokulmak istemenin karşısında duran, kendi hayatına hakim olmak isteyen bir prensesin öyküsü Hırçın Prenses Goncagül. İsteklerimizi dile getirmenin bir yolunun olduğunu hatırlatan bu kitap okul öncesi dönemdeki çocuklara hitap ediyor. Yapı Kredi Yayınları'nca yayımlanan kitabı Filiz Özdem çevirmiş.
 
Ebru Akkaş

9 Nisan 2014 Çarşamba

Uzak - Shaun Tan

Oscar ve ALMA ödüllü Avustralyalı yazar ve çizer (bana göre sanatçı) Shaun Tan’ın “Uzak” adlı kitabı tür açısından resimli öykü kitabı diye geçse de kimileri çizgi roman olarak değerlendiriyor. Tan’ın yapıtlarına, ele aldığı konuları, resimlerini ve yaş grubunu da göz önünde bulundurursak, yalnızca resimli öykü kitabı demek biraz zor doğrusu. Ancak hangi türe ya da yaş grubuna sokarsak sokalım, Shaun Tan’ın yapıtlarının –tıpkı Uzak’ta olduğu gibi– boyutları çok geniş.

Shaun Tan “Uzak” için tam dört yıl boyunca araştırma yapmış, resimlerini çizmiş. Altı bölümden oluşan kitapta hiç metin yok. Tüm hikâye resimlerle anlatılıyor. Kitabın orijinal adı, “Arrival” yani “varış, geliş, ulaşma”; bu da hikâyenin özüne uyuyor aslında. Çünkü kitapta bir göçmenin yaşadıkları anlatılıyor.

Yüz hatlarından Asya kökenli olduğunu tahmin ettiğimiz genç bir baba, kuvvetle muhtemeldir ki ailesine daha iyi bir yaşam sağlamak üzere uzaklara gider. Ayrılış pek kolay değildir. Anne ve kız evlerine dönerlerken baba da uzun bir deniz yolculuğu yaparak büyük bir şehre varır. Tan, neresi olduğuna dair tahminlerde bulunsak da hayali bir şehir yaratmış; ancak burada genç babanın geçtiği işlemlerden çoğu göçmenin geçtiğini söylersek yanılmış olmayız. Doktor muayeneleri, mülakat derken şehre girmesi için gerekli belgeyi sonunda alır. Şimdi sıra bu kocaman, karmakarışık, yabancı yerde kalacak bir yer ve iş bulmaya gelmiştir. Bu arada başka göçmenlerle karşılaşır, onların hikâyelerini dinler. Kimileri ona yardımcı olur. Sonunda bir iş bulmayı ve bir düzen kurmayı başarır. Artık ailesiyle bir araya gelme zamanıdır. Onların gelmesiyle nihayet bu büyük, yabancı şehir bir ev haline gelir, genç adamın da yüzü güler.

Bu genç baba ne ilk göçmendir ne de son olacaktır. Başkaları gelmeye, benzer yollardan geçmeye devam edecektir. Eğer başarılı olabilirlerse bu yabancı yer onlar için de bir eve dönüşebilecektir.

Shaun Tan, daha kitabın kapağını açar açmaz karşılaştığımız, neredeyse her milletten insanın resimleriyle, her bir duygunun ifade bulduğu çizimleriyle, bize anlattığı hikâyeyle ve asıl hikâyenin içindeki küçük öykülerle yine bizi yarattığı dünyanın içine çekiyor. Siz de genç babanın üzüntüsünü, sıkıntılarını, yalnızlığını, yaptığı kâğıttan kuşlarla umudunu yitirmemeye çalışmasını, özlemini yaşıyorsunuz, hissediyorsunuz. Shaun Tan gerçekten müthiş yaratıcı bir sanatçı.

Shaun Tan’ın yazıp-resimlediği Uzak, Desen Yayınları’ndan yayımlanıyor.

Tülin Sadıkoğlu

Resimler, Shaun Tan'ın web sitesinden alınmıştır: www.shauntan.net













7 Nisan 2014 Pazartesi

Makineler Nasıl Çalışır?

Makineler Nasıl Çalışır?'ın yazar ve çizeri Nick Arnold ile Allan Sanders kitabı şöyle tanımlıyor:  

Bu kitap makinelerin nasıl çalıştığını inceliyor. Her çift sayfa, basit bir makine ya da mekanizmayı, günlük hayattaki kullanımına dair örneklerle birlikte ele alıyor. İşleyebilen maketler makinelerin iş başındayken nasıl çalıştıklarını gösteriyor ve bir zaman çizelgesi de her makinenin çağlar boyu buluşlarda ne şekilde kullanıldığını anlatıyor.

Tarih boyunca kullanılmış basit ve karmaşık mekanizmalardan bahsedildiği kadar bu mekanizmaları işleten sistemler de bu kitapta yer buluyor. Makineleri harekete geçirmek için gereken güç ve hareketler de kitapta atlanmıyor, tanımlarıyla yer alıyor.

Kitap tüm bilgileri verirken kendi makinelerini yapmak isteyen çocukları da unutmamış: İhtiyaç duyalan tüm parçaları kitabın arkasındaki kutuda vermiş. Çocukların bu aşamada tek yapması gerekense kutunun içinde yer alan kılavuzda yer alan talimatları izlemek.



Makineler Nasıl Çalışır? hem akıl hem de el becerilerini geliştiren bir kitap. Zeynep Alpaslan'ın çevirdiği kitap Mavibulut tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

4 Nisan 2014 Cuma

Yeşil Parmaklı Tistu

Çok güzel bir çocuk olan Tistu, çok güzel ve çok zengin anne babasıyla birlikte harika bir evde yaşamaktadır. Tistu’nun babası savaş topu üreticisidir ve oğluna ne kadar kazançlı bir işleri olduğunu anlatır sürekli: “Toplar güneş çıkınca kimsenin istemeyeceği şemsiyelere benzemez, yağmurlu yaz aylarında vitrinlerde bekleyen hasır şapkalara da benzemez. Hava nasıl olursa olsun topların alıcısı vardır.” Tistu’nun da günün birinde babasının yerini alması beklenmektedir.

Sekiz yaşına kadar evde annesi tarafından eğitim gören Tistu sonunda okula gittiğinde beklenmedik bir şey olur. Hiç istemediği halde derslerde uyuyakalan Tistu okula uyum sağlayamaz. Öğretmeni, Tistu’nun ailesine, öbür çocuklara benzemediği gerekçesiyle onu okulda tutamayacaklarını belirten bir mektup yollar. Herkes bu duruma çok üzülür. Ancak Tistu’nun babası bir çözüm bulmakta gecikmez. Madem oğlu okulda kitaplardan bir şeyler öğrenemiyor o zaman yaparak öğrenecektir. Böylece Tistu bahçecilik dersi almak üzere bahçıvan Bay Posbıyık’la tanışır. Bahçeyle uğraşmaktan çok hoşlanan Tistu’nun ilgilendiği çiçekler çok kısa bir süre içerisinde büyüyüp yeşerirler. Bahçıvan, öğrencisinin gizli bir yeteneği olduğunu hemen anlar: Tistu yeşil parmaklıdır. Yeşil parmaklı biri nerede olursa olsun tohumlara dokunduğu anda hemen çiçek açmaktadır, tıpkı Tistu’da olduğu gibi.

O günden sonra tuhaf şeyler olmaya başlar. Cezaevi bir çiçek şatosuna, yoksul mahalleler kentin en güzel yerlerine, hasta bir kızın odası ve hastane yaşamı sevdirecek kadar güzel bir çiçek bahçesine dönüşür. Öyle ki sonunda kentin adı bile değiştirilir, Çiçekkent olur. Tistu’nun yeşil parmakları babasının top fabrikasına da ulaşacak ve yalnızca yaşadığı kenti değil uzaklardaki savaşları da etkileyecektir.

Öğretmeni ve rehberi Bay Posbıyık’ın ölümünün ardından Tistu gökyüzüne uzanan ağaçtan bir merdiven yapar ve bir gün tırmanmaya başlar. O kadar yükseğe çıkar ki ortada merdiven ya da başka bir şey kalmaz. Bunu fark ettiği sırada vücuduna kocaman, bembeyaz bir kanat değdiğini hisseder. O artık bir melektir.

Kitabın sonunda Tistu’nun dünyadan ayrılmasına üzülmeyiz çünkü içten içe böyle bir varlığın bu dünyaya ait olmadığını biliriz kitap boyunca. Bu kadar güzel ve iyilikle dolu biri olsa olsa bir melektir… Çoğu kişi, zaman zaman, savaş, yoksulluk, hastalık ve benzeri kötülükleri yok etmeyi, dünyayı güzelliklerle ve iyiliklerle donatmayı hayal etmiştir. Bana kalırsa Maurice Druon Yeşil Parmaklı Tistu ile tam olarak bunu yapıyor. Üstelik bunu şimdiki kahramanların yaptığının tersini yaparak başarıyor. Amacım eleştirmek değil ancak şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki günümüzde kahramanların dünyayı kurtarması için önce onu neredeyse yıkması gerekiyor çoğunlukla. Oysa Tistu barışı, sevgiyi, mutluluğu ve güzelliği çiçekle, bolca çiçekle getiriyor.

Fransız yazar Maurice Druon’un yazdığı, Esra Özdoğan’ın Türkçeleştirdiği ve Mustafa Delioğlu’nun resimlediği Yeşil Parmaklı TistuCan Çocuk Yayınları tarafından yayımlanıyor. Kitap, 8-10 yaş grubu okurlar için öneriliyor. 

Tülin Sadıkoğlu

2 Nisan 2014 Çarşamba

Hollandalı Tavşan Miffy


Otuzun üzerinde kitaptan oluşan Dick Bruna'nın sevimli tavşanı Miffy dizinin bazı kitapları dilimize çevrildi ve birkaç yayınevi tarafından yayımlandı.  

Hiç bitmeyen bir çocukluğu yaşayan, çok basit çizgilerden oluşan Miffy, sevimli mi sevimli beyaz uzun kulaklı bir tavşancık. 1955 yılından beri dört yaşında olan Miffy, sadeliğin ve masumiyetin bir simgesi. Her olaya yapıcı yaklaşması ile onun başka bir güzelliği.  

Asıl adı “Nijntje” olan Miffy’nin bir kitap kahramanı olarak doğuşuna gelince... Yaz tatilini bir yaşındaki oğlu ile geçiren Dick Bruna, oğlunu eğlendirmek için ona kumsalda gördükleri tavşanla ilgili hikâyeler anlatmaya başlamış. Bu tavşan hikâyesi, daha sonra Miffy karakteri için bir ilham kaynağı olmuş. Bruna, tam bu sıralarda yaptığı çizimlerde sevimli bir tavşanı resmetmiş ve elbise çizmek, pantolon çizmekten daha kolay olduğu için minik tavşanın cinsiyeti de bu şekilde ortaya çıkmış. Miffy, günümüzdeki nihaî görüntüsüne ise 1963 yılında kavuşmuş.

Minik kitaplar

Basit ama sıcak çizgilerden oluşan Miffy dizisinin belli karakteristik özellikleri var. Kitaplarda yer alan çizimlerin yalınlığı, renklerin seçimi ve yazarın tercihi doğrultusunda kitapların boyutunun küçük olması gibi. Miniklere minik kitaplar. Bruna, küçük çocuklar için yazılan bu kitapların onlar için yapıldığı hissini vermesi gerektiğine inandığı için tercihini bu yönde kullandığını söylüyor.

Kahramanı minik bir tavşan olunca hikâyelerde ister istemez çocuklara yönelik ve onların gündelik etkinliklerinden oluşuyor. Hikâyeler okul öncesi ve okumaya yeni başlayan çocuklara hitap ediyor. 


Dick Bruna yüzden fazla yapıta imza atmış bir yazar. Kitapları kırktan  fazla dile çevrildi ve dünyada neredeyse sekse milyon adetten fazla sattı. Birçok da ödül kazandı.

Ebru Akkaş