Bununla kalmaz… Pierre Anthon’un babasıyla birlikte
oturdukları evin bahçesinde bir erik ağacı vardır ve o da bu ağaca çıkıp, gelip
geçene erik fırlatırken bir yandan da hiçbir şeyin önemi olmadığını ve benzeri
şeyler söylemeye devam eder. Çocuklar onun söylediklerinden rahatsız olur.
Hiçbiri onun anlattığı bir dünyada yaşamak istememektedir. Bu nedenle onu erik
ağacından indirmeleri gerektiğine karar verirler. Bunu başarmak üzere
girişimlerde bulunurlar, ama hiçbiri işe yaramaz. Pierre Anthon hiçbir şeyin
önemli olmadığını söylemeyi sürdürür.
Birkaç gün sonra çocuklar toplanıp başka çareler düşünürler;
hiçbiri iyi değildir. Tam dağılacakken, Sofie bir öneride bulunur: Pierre
Anthon’a anlam ifade eden bir şeyler bulunduğunu kanıtlayacaklardır. Ve her şey
böyle başlar…
Yıkık dökük, kimsenin uğramadığı bir hızarhaneyi kendilerine
toplanma yeri olarak seçerler ve birkaç gün içinde anlam ifade edebileceğini
düşündükleri şeylerden bir yığın oluştururlar. Ancak bunlar onlar için
gerçekten bir anlam taşımamaktadır. Bunun üzerine herkes birer birer kendileri
için önemli olan bir şey getirmeye başlar. Anlamlı olan bir şey getiren herkes
bir sonrakinin ne getireceğini söylemektedir. Dennis tekrar tekrar okuduğu bir
kitap serisini, Sebastian çok sevdiği oltasını, Richard taptığı kara topunu,
Laura Afrika’dan aldığı ve sürekli taktığı papağanlı küpesini, Agnes bütün yaz
annesini ikna etmeye uğraşarak aldırdığı yeşil sandaletleri getirir… “İşte o zaman anlamda değişiklikler oluşmaya,”
başlar.
Agnes, yeşil sandaletlerinin öcünü almak üzere Gerda’nın
zayıf noktasını bulmaya çalışır ve bulur da: Küçük bir hamster olan Oskarcık’ını
getirecektir Gerda. Anlam yığınına bir günlük, çocuklardan birinin evlatlık
belgesi, Elise’nin ölen kardeşi (mezardan çıkarıp yığına koyacaklardır), Müslüman
bir çocuğun seccadesi, Sofie’nin bekâreti, bir köpeğin başı (kesilerek), gitar
çalan bir çocuğun sağ işaret parmağı…eklenir. Şiddeti giderek artan bu anlam
oluşturma çabası çocukları da yavaş yavaş değiştirmektedir.
Bütün bu olaylar nasıl bağlanacak, diye merak ediyorsanız
şunu söyleyebilirim ki bundan sonrasında olanlar da sizi çok şaşırtacak ve ürpertecek.
Kitabı okumaya başladığımda böylesine bir şiddet
beklemiyordum. Doğrusu çocukların Pierre Anthon’a bir şekilde “bir anlam
olduğunu” göstermeyi başaracaklarını düşünmüştüm. Ama öyle olmayacağını hemen
anlıyorsunuz. Gerçekten de “kan dondurucu” bir kitap. Ancak etrafımızda,
ülkemizde, dünyada yaşananları, gerçek hayattaki şiddeti düşününce aynı şekilde
kanımın donduğunu fark ettim. Bu şiddetin çocuklar, gençler üzerindeki etkisini
düşünmeye başladım. Ve böylesi bir dünyada genç bireyler olan çocuklarımızı
dinlemenin, onların neler düşündüğünü öğrenmenin önemini bir kez daha anladım. Hızla
akan yaşamlarımızda çocukların maddi ihtiyaçlarının yanı sıra manevi
ihtiyaçlarını ve gelişimlerini de gözetmemiz gerektiğinin önemini bir kez daha
kavradım. Sonuçta, Agnes’in dediği gibi “anlam öyle şakaya gelebilecek bir şey
değil.”
Benim için kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri, çocukların
oluşturduğu bu “korkunç” anlam yığını ortaya çıkıp da öğretmenlerinin onları
azarlayıp niye böyle bir şey yaptıklarını sorduğu zaman Sofie’nin verdiği yanıttı:
“‘Anlam…’ Kendini onaylarcasına başını salladı. ‘Bize anlam ifade eden hiçbir
şey öğretmediğiniz için, gidip kendimiz bulduk onu.”
Danimarkalı yazar Janne
Teller’in genç okurlar için yazdığı, Abdülgani Çıtırıkkaya'nın Türkçeleştirdiği Ağaçtaki
adlı roman ON8 Kitap’tan
yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder