30 Haziran 2014 Pazartesi

Bulut Kuş

Her kuşun kendi şarkısı vardır.
Şarkılar, kuşların düşü ve neşesidir.

Mutlulukla şarkı söyleyen, özgürce uçan papağan günlerden bir gün iki küçük çocukla karşılaşır. Kendisine çok sevecen davranan bu çocuklardan ayrılmak istemez kuş... 
Çocuklar, onu gezmeye götürürler, değişik değişik meyvelerle beslerler; ama kuş bir süre sonra kendini pek de iyi hissetmemeye başlar. Mutlu değildir. Çocuklar, kuşa neyi olduğunu sorarlar; onu mutlu etmek isterler. Daha güzel bir yuvası olursa bunu başaracaklarını düşünürler: 

Bana en iyi kafesi aldılar.
Güzel, geniş ve büyük
bir kafes.

Bu güzel, geniş ve büyük kafesin yanı sıra onu en lezzetli yemeklerle beslerler. Ancak o, diğer kuşlar gibi değildir. Kafeste mutlu olamaz. Kuşu mutlu etmek için ellerinden geleni yapmaya devam eder herkes; ama…
Sizce, sonunda, kuşu mutlu etmeyi başaracaklar mı? “Güzel, geniş ve büyük kafesinde” papağan, yeniden, mutlulukla şarkı söyleyecek mi?

Çinli yazar Bai Bing’in yazdığı, Çinli illüstratör Yu Rong’un resimlediği, Yuan Zhang’ın Türkçeleştirdiği Bulut Kuş, Günışığı Kitaplığı’nın İlk Kitaplar (3-8 yaş grubu)  dizisinden yayımlandı.

Öykünün teması özgürlük. Özgür yaşamak herkesin hakkı, ancak hava kadar doğal kabul edilen bu hakkın değeri ancak kaybedildiğinde anlaşılıyor. Kim olursa olsun özgürlüğünü yitirdiğinde buradaki kuş gibi “şarkılarını”, daha doğrusu “düşlerini ve neşelerini” kaybedebiliyor.

Güçlü bir tema olması ve yalın bir dil kullanılması, metni etkileyici bir hale getiriyor; ancak bir faktör daha var ki en az tema kadar güçlü ve etkileyici: İllüstrasyonlar. Çinli tasarımcı ve illüstratör Yu Rong, desenlerin yanı sıra geleneksel Çin kâğıt kesme tekniğini kullanmış. Kişisel olarak ben kâğıt kesme sanatından hep çok etkilenmişimdir. Kâğıdın Çin’de icat edildiği malum; o nedenle mi kâğıdı böylesine beceriyle kullanabiliyorlar, bilmiyorum, ancak tek bir malzemeyle, yani kâğıtla, bu kadar incelikli sonuçlar ortaya çıkması gerçekten hayranlık uyandırıcı. “Bulut Kuş”ta da bu teknik, metin ve desenlerle birlikte inanılmaz bir uyumla kullanılmış, kitaba farklı bir boyut katmış.

Tülin Sadıkoğlu

Not: Youtube’da Yu Rong’un kitabı nasıl hazırladığıyla ilgili bir video var. Video, benim gibi Çince bilmeyenler için ne yazık ki Çince. Ancak yine de izlemeye kesinlikle değer.

27 Haziran 2014 Cuma

Damian Drooth Süperdedektif

Sıradan değil, süper bir dedektif. Ona soracak olursanız suçluların korkulu rüyası. Ayrıca dünyayı temizlemekle de görevli, suçlulardan tabii ki. Adı, Damian. Damian Drooth.

Barbara Mitchelhill’in yarattığı Damian Drooth Süperdedektif dizisinin kahramanı kendi halinde bir erkek çocuğu. Tüm arkadaşlarının tatile gittiği ve sıkıntıdan patlamak üzere olduğu sırada, otobüste yan koltuğunda unutulmuş bir kitaba gözünün takılması ile hayatı değişir. Bir Suçluyu Yakalamanın Yüz Yolu adındaki kitabı alıp okumakta bir sakınca görmez. Kitabı bir solukta okuyuverir. Can sıkıntısı nedir unutuverir birden.

Suçluları yakalama hevesi ile giriştiği birkaç iş hüsranla bitse de o yılmamayı tercih eder. Sokağa çıkmak yerine kendini eve kapatıp Sherlock Holmes, Mike Hammer, Müfettiş Morse filmleri seyrederek kariyerinde ilerleme kaydetmeye uğraşır. Gerçi bu kahramanların anneleri onlara “Gözümün önünden ayrılmayacaksın!” demiş midir dememiş midir sorusuna cevabı bir türlü bulamaz. Suçluları tespit etmek için kendince metodlar geliştirir; mesela gözleri birbirine yakın olan kişiler büyük ihtimalle suçludur. 

Annesinin işi onun kendisini göstermesini sağlayacak fırsatlara vesile olur. Annesinin  bir yemek şirketi olan Damian annesinin düzenlediği organizasyonlara bulaşık yıkamak için olsa da gidiyordur zaten. Rüştünü, böyle bir organizasyonda kaçırılan zengin bir kız çocuğunu bulmakla ispatlar. Gerçi onun başarısı, olayları şansa kader çözen  Komiser Clouse’ya benzer ama olsun... Önemli olan netice değil midir ki? 

Damian ikinci macerası için hazırdır. Ama tek bir teori onun mesleği için asla yeterli değildir. Kendini geliştirmek için bu kez dedektiflik öykülerini incelemeye koyulur. Zira çizgi roman konusunda hatrı sayılır bir arşive sahiptir. Bu seferki teori kara sakallıların gizli işler çevirdiğine dairdir. Damian, “Pop Yıldızın Düğünü” macerasında bu teoriyi geliştirmekle kalmaz ayrıca ispatlar da.

Damian, insanı güldüren ve şaşırtan bir çocuk. İnsan onun maceralarını okurken Süperkahraman olsa da başına kötü bir şey gelsin istemiyor. Damian Drooth Süperdedektif  dizisi İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanıyor.

Ebru Akkaş

25 Haziran 2014 Çarşamba

Şaka, Alay ve Hazırcevaplarıyla Yahya Kemal

Behçet Kemal Çağlar’a, “Yahya Kemal?” demişler.
“İstanbul’un sekizinci tepesi,” demiş.

Kısa bir süre önce Can Çocuk Yayınları tarafından yayımlanan, Süleyman Bulut’un yazdığı ve Mustafa Delioğlu'nun resimlediği Şaka, Alay ve Hazırcevaplarıyla Yahya Kemal başlıklı kitapta şairin bambaşka bir yanına tanıklık ediyoruz.    

Büyük şairlerden biri olarak kabul edilen, İstanbul âşığı olarak bilinen Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958), Türk şiir tarihinde önemli bir yere sahiptir. Şairliğinin yanı sıra diplomatlık yapan, milletvekili olan şairin gerçek adı ise Ahmet Agâh’tır.

Şiire ve şairliğe çok önem veren, geleneği önemseyen ancak yeniliklere de açık olan Yahya Kemal’in otuz yaşına kadar yazdığı bütün şiirleri yırtıp attığı, en sevilen şiirlerini ellili, altmışlı yaşlarında yazdığı söylenir. Genellikle de az şiir yazmakla bilinmektedir. Bu konuyla ilgili pek çok yorum yapılmıştır. Şairin neden az şiir yazdığına dair verdiği karşılıklardan birini aktaralım:

“Üstat, az yazmanızın sebebi nedir?”
Yahya Kemal, Park Otel’deki odasında, bakışlarını karşıda görünen Boğaz’ın üzerinde gezdirdikten sonra:
“Şiir,” der, “hissin, söz halinde donmuş şeklidir. İlham ise şaire his olarak gelir, kelime olarak lisan olarak gelmez. Şairin işi, hissi, kelime olarak ifade etmektir. Bu da ancak uzun çalışmayla olur.”

Bugüne kadar Yahya Kemal’in şiirleri ve şairliği üzerine pek çok şey yazılıp çizildi, ancak bu büyük şairin mizahi yanı ne kadar biliniyor, emin değilim. O yüzden iyi ki sevgili Süleyman Bulut bu kitabı yazmış da, okurlar olarak bizler resimlerinde çok ciddi duran bu büyük şairin alaycı, şakacı yanını daha iyi tanımış olduk.

Yahya Kemal’in bir soruya, kendine has üslubuyla verdiği yanıtlardan birini daha aktaralım:

Yakın bir dostu, karşılaştıklarında Yahya Kemal’e, “Nasılsın?” diye sorunca Yahya Kemal, şöyle der:
“Doktorlara sorarsanız karaciğer mükemmel, kalp mükemmel, böbrek mükemmel, tansiyon mükemmel! Yalnız ben berbat bir haldeyim!”

Bu eğlenceli anekdotları, anıları okurken ince bir zekânın, incelikli bir mizah duygusunun ve konu her ne olursa olsun seviyeli bir üslubun tadını doyasıya çıkaracaksınız.

Bana kalırsa kitap her yaşa hitap ediyor.

Tülin Sadıkoğlu

23 Haziran 2014 Pazartesi

Küçük Kanguru



Guido Van Genechten, Küçük Kanguru kitabında annesinin kesesinde büyüyen ve büyüdükten sonra bu kesede kalmaya devam etmek isteyen bir kangurunun öyküsünü anlatıyor. 

Anne kanguru, yavrusunun kendi ayakları üzerinde durmasının zamanının geldiğini düşünse de yavrusu onunla aynı fikirde değildir. Annesinin ona sunduğu korunaklı yaşamdan, ihtiyaçlarının hemen karşılanmasından kolay kolay vazgeçmeyecek gibidir.

Annesi onu ne zaman kesesinden dışarıya çıkaracak olsa yavru kanguru keseye dönmek için bir bahane bulur. Annesinin onu ikna etme çalışmaları bir türlü başarılı olmaz. 

Onun gösterdiği örnekler yavru kanguruya cazip gelse de annesinden ayrılacak cesareti bir türlü gösteremez ta ki günün birinde kendine benzeyen birini görene kadar…

Küçük Kanguru, ana kuzusu çocukları anlatan ve onları çözüm öneren bir kitap. Guido Van Genechten’in yazıp resimlediği Küçük Kanguru 2007 yılında Hollanda’da Yılın Resimli Kitabı seçilmiş.

Kitap, Gül Özlen’in çevirisi ile Kır Çiçeği Yayınları etiketi ile piyasaya çıktı. Küçük Kanguru, okul öncesi dönemdeki çocuklara öneriliyor.

Ebru Akkaş

20 Haziran 2014 Cuma

Çılgın Mirketler

Bir mirket olan Cesur Amca, bir zamanlar Keskingözler’in kralıdır. Ancak günlerden bir gün “lezzetli” bir kaya kertenkelesinin peşine düştüğünde “sessiz düşman” puhu kuşuna hazırlıksız yakalanır. Güneşin ardından çıkıp gelen puhu kuşu Cesur Amca’yı kapıp havalanır; o sırada da bir gözünü pençesiyle çıkarır. Ancak Cesur Amca kolay kolay teslim olmaz. Puhu kuşunun göğsünü ısırır ve böylece kuş onu bırakır. Çok yüksekten düşen Cesur Amca’nın kemikleri kırılır. Bir gözü zaten yoktur … Tüm bu olanların ardından karısı Kraliçe Kalpsiz onu terk eder ve erkek kardeşi Fırsatçı’yla evlenir. Böylece Keskingözler’i, Fırsatçı ve Kalpsiz birlikte yönetmeye başlarlar. Cesur Amca ise yalnızca bir yavru bakıcısıdır artık. Yavru mirketler Küçük Düşçü, Hileci ve Mimi içinse Cesur Amca onların gizli krallarıdır.

Cesur Amca, yavru mirketlere kapkaranlık bakımevinde, kalın kum tabakalarını kazarak nasıl tüneller oluşturacaklarını gösterir. Yavru mirketler henüz yukarıya çıkmamış, güneşi görmemişlerdir ama bir süre onlar da diğer mirketler gündüzleri dışarıya çıkıp geceleri yerin altındaki bu tünellerde yaşayacaklardır. O nedenle tünel kazmayı öğrenmeleri çok önemlidir. Ayrıca, çok dikkatli olan ve etrafı sürekli kolaçan eden mirketler, bir tehlike anında da tünellerindeki yuvalarına kaçışırlar. Dolayısıyla bu tüneller onlar için bir sığınaktır aynı zamanda.

Cesur Amca, yavrulara neler yapacaklarını öğretirken bir yandan da onlara “muhteşem günlerini” anlatır. Amca, bir zamanlar Keskingöz Toprakları’nın en ucundaki Uzak Yuva’da yaşarken güvenli ortamından ayrılıp Yukarı Dünya’yı keşfe çıkar. Mirketler her zaman birbirlerine destek oldukları için kabilenin diğer üyeleri yanına koruma alması gerektiğini söylerler. Ancak Cesur Amca tek başına yola çıkar. Macerasının en ilginç yanı birbirleriyle konuşurken, “falan-filan-falan-filan-falan-filan” diye sesler çıkaran Falan-Filan Kabilesi’ni (yani insanları!) keşfetmesidir. Söz konusu Falan-filanlar, kumların üstünde, birbirine yakın duran, içi oyuk, sivri tepeler (yani çadırlar!) yaparlar. Duvarları hiç sağlam olmayan bu tepeler rüzgârda dalgalanır. Falan-filanlar pek çok yönden mirketlere benzerler, ama daha büyüktürler, çok daha komik ve sevimlidirler. Başka kabileler de keşfetmiştir Cesur Amca. Bir de bu Falan-filanların bir tehlike sezdiklerinde, örneğin kendilerini ısırabilecek veya ayaklarının altında ezebilecek bir hayvana dair en ufak işaret gördüklerinde içine atlayıp kaçtıkları vın-vın’ları (bu ne olabilir?) vardır ki bunlar kaçışan antiloplar kadar hızlı hareket edebilmektedir. Üstelik Cesur Amca bu kabileden birini evcilleştirmiş, hatta onun kafasına çıkmıştır!

Yavrular için bu hikâyeye inanmak güçtür, ancak Yukarı Dünya’ya çıkıp da Fırsatçı, Kraliçe Kalpsiz ve onların çocuklarıyla tanışınca Uzak Yuva’ya gitmeye karar verdiklerinde Cesur Amca’nın anlattığı her şeyin doğru olduğunu görecekler ve onlar da kendi maceralarını yaşayacaklardır. Onların bu maceralarını uzaktan sessizce izleyen biri daha olacaktır: Göğsünde bir yara olan sessiz bir düşman…

Ian Whybrow’un yazdığı, Sam Hearn’in resimlediği, Ayşe Başçı’nın Türkçeleştirdiği bu eğlenceli roman Çılgın Mirketler, İş Kültür Yayınları’ndan çıktı. Kitap 8-12 yaş grubu için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

18 Haziran 2014 Çarşamba

Sevdalı Bulut Masalı


Çocukları, “Edebiyatın bütün çeşitleri masalla başlar masalla biter,” diyen Nâzım Hikmet ile tanıştırmak için Sevdalı Bulut’tan güzel bir başlangıç olamaz.

Nâzım Hikmet'in Pertev Naili Boratav’ın derlediği on altı masalı kendi yorumu ile sunduğu Sevdalı Bulut kitabının içinde yer alan Sevdalı Bulut Masalı Can Göknil'in resimleri ile YKY tarafından ayrı bir kitap olarak yayımlandı.

Sevdalı Bulut, müzikle de dolu bir masal. Dervişin neyinden çıkan ezgilerle oluşan Ney Ülkesi'nde geçiyor. Bu ülkede dervişin neyinden çıkan Ayşe ile Kara Seyfi karşılaşır. Kara Seyfi, Ayşe'den bahçesini ona satmasını ister. Ayşe ise olumsuz yanıt verir. İşler kızışmaya başlar. Derken dervişin neyinden bir bulut çıkar:

Derviş servi ağacına dayanmış neyini üflüyordu. Neyin bir deliğinden bir bulut fırladı havaya. (...) Az gitti bulut, uz gitti bulut, dere tepe düz gitti bulut, vardı Ayşe kızın bahçesi üstüne. (...) bulut, yukarda soldan sağa bahçenin üstünden geçmiş, sonra arkasına bakıp bahçede Ayşe kızı görünce gerisin geri yine bahçenin üstüne gelmişti. Ayşe kız da bulutu gördü. (...) Ayşe kız bir öpücük yolladı parmaklarının ucuyla buluta. Ayşe kızın öpücüğü buluta ulaşınca, bulut şöyle bir şaşırdı. Ama sonra toparlandı, koskocaman bir gül biçimini aldı. Gökyüzü gökyüzü olalı, bu mavi atlasa böylesine güzel, böylesine iri ak bir gül açmadı. Ayşe kız bu ak gülü hayran hayran seyrederken, bulut yine kımıldadı, yayıldı, toparlandı, yürek biçimini aldı, yani bulut oldu yine. Lafı fazla uzatmayalım, o günden sonra bulut Ayşe kızdan ayrılmadı.

Bu bulut Kara Seyfi ile süren anlaşmazlıklarda hep Ayşe'den yana olur.

Sevdalı Bulut'un resimleri Can Göknil'in elinden çıkma. Kendi kitaplarını yazıp resimleyen Göknil, Sevdalı Bulut'u resimleme sürecini daha önce yaptığımız söyleşide şöyle aktarmıştı:

Nâzım Hikmet ismini duyunca ben ona bir bakayım dedim. Filiz Özdem de metni yolladı. Çok kışkırtıcı bir metin, çok şiirsel, çok hayal, çok metamorfoz var, çok girebileceğim çizimler var. Okuyunca büyülendim. Yaparım tabii dedim. Kısa bir zamanda da yaptım. Sonra Gündüz Vassaf bu işin içindeymiş. O Nâzım Vakfı ile yakın zamanda Amerika'da sanırım Brown Üniversitesi’nde bir sempozyum düzenledi. Benim okul arkadaşımdır, ayrı yollarımızda yürüdük ama severiz birbirimizi. O da kitap dünyasının içinde dedi ki çok hoşuma gidiyor iki güzel insan sayfalarda buluştu.

Nâzım Hikmet’in de dediği gibi masal dinlemenin iyi olduğunu düşünen ebeveynler bu kitabı çocuklarına okur ve birlikte resimlerine bakarlar.

Ebru Akkaş

16 Haziran 2014 Pazartesi

Defolu Kalpler

“Ben böyle biri olmak istemiyorum,” dedi düz bir sesle.
“Fitzke gibi biri mi olmak istemiyorsun?”
“Bütün yetişkinlerin olduğu gibi biri. Bunların hepsinin bir sorunu var.” Dizini göğsüne doğru çekerek elleriyle sımsıkı sarıldı. “Sanki ya ergenlik çağında ya da yaşlanırken içlerindeki bir şeyler arızalanmış. Sanki içlerinde çatlak veya kırıklar oluşmuş ve siyahla beyaz dışındaki bütün renkler içeriden dışarı akmış.

“Derin yetenekli” Rico ve Oskar’ı Derin Gölgeler başlıklı kitapta tanımıştık. Birbirlerinden farklı ama bir şekilde benzer iki çocuğun yolları bir şekilde kesişmiş ve sonra da büyük bir macera yaşamışlardı. Birer kahraman olan çocuklar gazete ve televizyon kanallarının ilgi odağı haline gelmişlerdi. Ancak iki çocuğun yaşayacağı maceralar henüz bitmedi! Artık dost olan Rico ve Oskar kendilerini bir kez daha yeni bir maceranın içinde bulacaklar.

Babasıyla birlikte yaşayan Oskar, bir süreliğine Rico’da kalacaktır. Rico’nun annesi ise gece kulübünde çalışmaya ve bingo oynamaya devam etmektedir. Bir akşam annesi her ikisini de yanına alarak bingo oynamaya gider. Oskar, Rico’nun annesinin hile yaptığını fark eder ve bunu Rico’yla paylaşır. İki çocuk, Tanya’nın, karşılığında sıradan bir çanta kazandığı böylesine basit bir oyunda neden hile yaptığını anlayamazlar. Yaptıkları araştırma sonucu konunun yalnızca basit bir çanta olmadığını ve asıl suçlunun da bingo şefi olan korkunç “Ellie Wandbeck” olduğunu keşfederler. Annesinin patronu Boris’in Ellie Wandbeck’in oğlu olduğunu öğrendikten sonra da taşlar yerine oturur.

Rico annesine şantaj yapıldığına inanır, o yüzden annesi “haftalardır melodisi unutulan güzel bir şarkı gibi”dir belki de.

Rico ve Oskar, aldıkları yardımlarla bir şekilde bu olayın çözülmesini sağlarlar. Ancak kitap yalnızca bu heyecanlı maceradan ibaret değil. Yan karakterlerin yanı sıra Rico’nun geçmişiyle ilgili çok önemli şeyler de öğreniyoruz.

“Rico ve Oskar”, alışkın olduğumuz çocuk kitaplarından farklı. Kitaptaki çoğu karakter, belki de, her zaman karşılaşabileceğimiz karakterler değiller. Çoğu zaman onları yalnızca uzaktan görüyoruz ve görmekle kalıyoruz, yaşamlarına hiç dokunmuyoruz. İyi yazılmış, iyi kurgulanmış kitaplar olmasının yanı sıra tam da bu nedenle bu üç kitaplık diziyi önemsiyorum. Çocuklarımızı korumak isteyeceğimiz hayatların, olayların tam ortasında bulunan bu iki çocuğun yaşadıklarını, neler hissedebileceklerini okuyoruz. Üstelik yazar, olayları, hiç ajite etmeden, durumun bir fotoğrafını çekercesine aktarıyor. Olayların Rico’nun ağzından anlatılıyor olması kitaba bir naiflik, farklı bir “derinlik” katıyor. Empati yapabilmeyi, böylelikle farklı yaşamları anlayabilmeyi sağlıyor.

Alman yazar Andreas Steinhöfel’in yazdığı Kâzım Özdoğan’ın Türkçeleştirdiği Rico ve Oskar’ın ikinci macerası Defolu Kalpler, Tudem Yayınları’ndan çıktı. Kitap, yayınevi tarafından, 10-12 yaş grubundaki çocuklar için önerilmiş. 

Tülin Sadıkoğlu   

13 Haziran 2014 Cuma

Futbol Rüyası

Dünyanın neresinde olursa olsun mahallede top koşturan erkek çocuklarının okul ya da mahalle takımında yer almayı hayal ettiğini söylemek sanırım pek yanlış olmaz. Avusturyalı yazar Heinz Janisch'in yazdığı, Evelyn Daviddi’nin resimlediği Futbol Rüyası'nın kahramanı Enzo’nun macerası ise mahalle takımına girdikten sonra başlıyor.

Enzo, her maç öncesi futbolla ilgili rüyalar görüyor. Rüyasında topu ayağına aldığı andan itibaren bir maçta yaşanabilecek tüm engeller ile karşılaşıyor. Rakip takım oyuncularını gözünde büyütüp kaleciyi bir ahtapota; savunma oyuncularını da kayaya benzetiyor. Futbol, dışarıdan göründüğü gibi kolay değildir; ama sadece engellerden de ibaret değildir. Enzo, engelleri aştıktan sonra futbolun keyfine varıyor.

Heinz Janisch, oldukça üretken bir yazar. Birçok resimli kitabının yanı sıra çocuklar için şiir ve öykü kitapları da mevcut. Yazar, 2006 yılında Bologna Ragazzio Award, 2008 yılında ise Avusturya Resimli Kitap Ödülü’nün sahibi olmuş.

İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Futbol Rüyası, futbolu ve resimli kitap okumayı seven herkesin bir çırpıda okuyabileceği bir kitap. Okul öncesi kitapların olmazsa olmazı resimleri seven her yaşta okura hitap ediyor. Bu kitapları okul öncesi yaştaki çocuklarla sınırlayarak diğerlerine haksızlık etmemek gerek.

Ebru Akkaş

9 Haziran 2014 Pazartesi

Tetila ile Nemne

“Tetila, sevcam bilas.”

 “Nemne”, henüz kendi adını söylemeyi beceremeyen iki buçuk yaşında küçük bir kızdır. Öykünün anlatıcısı olan kızın kedisinin adını da söyleyemez Nemne. Adı gerçekte Tekila olan kedi, küçük kız için “Tetila”dır. Kimseye pek yüz vermeyen, kendini sevdirmeyen Tekila, Nemne’yi görür görmez koltuğun altına kaçar. Herkese dediğini yaptıran küçük kızın bir tek Tekila’ya sözü geçmez. Üstelik tek istediği kediyi yalnızca “bilas” sevmektir.

Öykünün anlatıcısı kediyi kendisi aldırmış olsa da Tekila daha çok annesinin kedisi olmuştur. O yüzden öykünün anlatıcısı, Tekila’nın Nemne’ye karşı tutumuna bir yandan sevinir, bir yandan da küçük kız için üzülür. Zira kendisine bile zar zor yüz verir, Tekila. 

Yine de Nemne’ye yardım etmeye karar verir. Küçülmüş iki tişörtünü kendisi gibi koksun diye elbisesinin altına yerleştirir, gece de yorganın altına koyup sarılıp yatar. Böylece tişörtlere kokusu sinecektir. Bunları giyen Nemne’de kendi kokusunu alan Tekila da küçük kızdan kaçmayacaktır. Bu planı uygular, öykümüzün anlatıcısı. Tişörtleri Nemne’ye giydirir ve ona birkaç gün bunlarla dolaşıp yatmasını, sonra da kendilerine gelmesini söyler. Nemne’nin sonraki ziyareti eve başka misafirlerin geleceği güne denk gelir. Öykümüzün anlatıcısı kızın yaşıtı olan başka bir kız ve onun yaramaz kardeşleri geleceklerdir. Bu, kötü bir zamanlama gibi görünür başta ama sonra hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Nemne ile Tekila bu ziyarette yaşananlar sonunda nihayet arkadaş olurlar. Nasıl mı? Okuyun göreceksiniz…

Yazar, çevirmen; sinema, caz ve polisiye eleştirmeni, spor yazarı ve radyo programcısı sevgili Sevin Okyay’ın yazdığı, iki buçuk yaşındaki Nemne’nin bir kediyle arkadaş olma çabalarını anlatan, eğlenceli öykü Tetila ile Nemne, kısa bir süre önce Can Çocuk Yayınları’dan çıktı. Elif Deneç’in resimlediği öykü kitabı 6 yaş ve üstü çocuklar için öneriliyor.

Nemne, kendine özgü konuşmasıyla; Tekila’nın arkadaşlığını kazanmak üzere sergilediği kararlı tutumla; kollarını bir arkaya uzatıp, bir yana açıp, bir göğsünde birleştirmesi ve yanaklarını şişirmesiyle benim için gerçek bir karakter haline geldi. Öyle sevimli ki “Tetila” kadar beklemeden daha öykünün başında Nemne’yi seviveriyorsunuz.

Tülin Sadıkoğlu   


Karıncanın Ne Olduğunu Bilmeyen Karıncayiyen

Jill Tomlinson'un kitabı Karıncanın Ne Olduğunu Bilmeyen Karıncayiyen'in kahramanı Pim, kedi köpek yavrusu gibi etrafımızda sıkça gördüğümüz, alışkın olduğumuz bir hayvan değil. O bir karıncayiyen. Adı karıncayiyen ama o karıncanın nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyor. Annesini emmekle meşgul olduğu için karıncayı yiyebileceğini hayal dahi edemiyor. Annesinin rehberliğinde neyse o olmaya alışmaya çalışıyor. Annesi bir karıncayiyenin güçlü olması gerektiğini söylediğinde, “Güçlü olduğumu nereden bilebilirim ki?” diyerek her şeyi sorguluyor.

Pim’in sorularının ardı arkası kesilmeyen bir çocuk. Kendini keşfetmek istediği için neden, bu ne ile başlayıp hiç bitmeyen sorular sorma konusunda bir hayli yetenekli. Soru sorarken  yanıtlardan daha fazlasını beklediği ise çok belli.

Pim’in varoluş sorunları elbette kendi ile sınırlı kalmıyor. Islak burnunu evinden dışarı çıkardığında ise dost ve düşmanı olabilecek değişik hayvanlarla tanışıyor. Maymunlar, yılanlar, aslanlar, çitalar, zürafalar… Kendinden farklı arkadaşının ailesi yapısı da farklı olunca sorular yeni soruları doğuruyor. Pim, her yeni günde yeni şeyler öğreniyor ve bilgilerini biriktiriyor. Onların yapıp kendi yapamadığı şeyler olduğunu fark ettiğinde de biraz burukluk yaşıyor.

Önyargılardan uzak Pim, farklı olanı tehlikeli görmediği gibi kendine benzemeyeni de görmezden gelmiyor ya da yok etmeye çalışmıyor. Anlamak ve kavramak istiyor. Minik karıncayiyenimiz aslında gizliden gizliye felsefe yapıyor.

Jill Tomlinson, on bölümlük kitabında kendini ve farklılıkları küçük yaşlarda kabul etmenin gerekliliğini akıcı bir dille anlatıyor. Minik karıncayiyen kendini arayış yolculuğunda hayatı boyunca işine yarayacak şeylerle karşılaşıyor. 

Karıncanın Ne Olduğunu Bilmeyen Karıncayiyen’deki illüstrasyonlar Paul Howard’a ait. Howard’ın resimleri, hikâyenin ve Afrika’nın tüm sıcaklığını yansıtıyor. 

İlk kez 1973 yılında basılan Karıncanın Ne Olduğunu Bilmeyen Karıncayiyen, Hayykitap etiketi ve Gökçe Ateş Aytuğ çevirisi ile yayımlandı.

Ebru Akkaş

6 Haziran 2014 Cuma

Cornelius ve İmkânsızlar Ambarı

Saftirik Vadisi’nin hemen üstünde, Oğlak Dağı’nın eteklerinde Yamukköy adında bir köy vardır. Adının böyle olmasının bir nedeni var elbette. Bu köyde her yer ya yokuştur ya iniştir; o nedenle de düz bir yer bulunmamaktadır. Evlerin duvarları yamuk, merdivenler bir yana doğru yatıktır. İnsanlar da kimi zaman bir tarafa yamularak yürüdükleri için kendilerine “Yamuklar” demektedirler.

Dağlar arasında kaybolduğu ve çok yüksekte bulunduğundan Yamukköy’e hemen hemen hiç ziyaretçi gelmez. Ender olarak birkaç meraklı ya da satıcı gelir. Bazen de yolunu kaybedip yanlışlıkla gelenler olur.
 
Günlerin birinde köye iki kişi gelir. Gelenler ne satıcıdır, ne de yollarını yanlışlıkla kaybetmiştir. Onları ilk olarak köyün girişindeki taş surların tepesinde bir ağaç evi olan Mar ve uzun yıllardır gözleri görmeyen dedesi Lucas görür. Gelenler Cornelius ve Mar yaşlarında bir çocuk olan Tobias’tır. Yanlarında da epey eşya vardır. Bu eşyaların çıkardığı klong-klong sesinin ne olduğunu, gözleri görmese de çoğu şeyi herkesten daha iyi gören, anlayan Lucas Dede bile anlayamaz.

Cornelius ve Tobias’ı, Mar ile dedesi karşılarlar ve kalacakları Dar Ev’e kadar onlara eşlik ederler. Kısa bir süre sonra, köye yeni gelen bu iki kişi, hemen hemen herkesin hayatını değiştirecektir. Nasıl mı?

Cornelius ve Tobias’ın yanlarında getirdikleri ve Lucas Dede’nin çıkardığı seslerden ne olduğunu anlayamadığı şeyler aslında deniz salyangozu kabuğudur. Bu salyangozların önemli bir işlevi vardır: İnsanlar salyangozların içine kendilerine fazla gelen bir şeyi üflerler. Daha sonra Mavisu’yla doldururlar ve ertesi gün bu, esansa ya da eğilime dönüşür. Esanslar da etiketlenen şişelere konur. Örneğin; köyde yaşayan ve uykusuzluk sorunu yaşayan, gergin, kuşkulu ve aşırı düşünme eğilimi olan Bayan Uykusuz için Cornelius’un hazırladığı karışımda uyku esansı, sükûnet esansı, kararlılık ve düşünmeme eğilimi bulunur. Karışımın karşılığında Cornelius’un tek istediği Bayan Uykusuz’un, üzerinde “uykusuzluk, gerginlik, kuşku, aşırı düşünme eğilimi” yazan deniz salyangozlarına üflemesidir. Böylelikle, bunları, ihtiyacı olan insanlar için hazırlayacağı başka karışımlarda kullanabilecektir… Tüm bunların bulunduğu yer ise Cornelius, İmkânsızlar Ambarı’dır.
 
Cornelius ve Tobias, köyde yaşayan pek çok kişiye yardım etmeye başlarlar. Ancak insanlardaki hırs ve daha fazlasını isteme duyguları her şeyi alt süt edecektir. Bu arada Tobias ve Cornelius’un paylaştıkları bir sır hem Mar’ı hem dedesini çok etkileyecektir.

İspanyol yazar Carles Sala i Vila’nın yazdığı, Sedat Girgin’in resimlediği ve Havva Mutlu’nun Türkçeleştirdiği Cornelius ve İmkânsızlar Ambarı, Can Çocuk Yayınları’ndan çıktı. Kitap, sekiz yaş ve üstü okurlar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

4 Haziran 2014 Çarşamba

Mürekkep İçiciler

Vampir hikâyeleri antik çağlardan beri varlığını sürdürüyor ve ilgi çekmeye devam ediyor. Mürekkep İçiciler kitabında ise yazar Eric Sanvoisin, vampirliğe farklı yaklaşıyor.
Hikâye, babasının kitapevi olan bir çocuğun ağzından anlatılıyor. Babasının sürekli kitap okuma hastalığına tutulduğunu düşünen bu çocuk ayrıca evlerinin kitapların istilasında olduğundan da emin.
Yaz tatilinde babasının dükkânına gitmeye başlıyor. Ancak babası kitapları yerleştirmesine hatta dokunmasına müsaade etmiyor. Hal böyle olunca o da çareyi dükkâna girip çıkanları izlemekte buluyor. Bir süre sonra kitapçının müdavimlerini ve onların alışkanlıklarını öğrenmeye başlıyor.
Derken daha önce hiç görmediği, şaşkın görünüşlü bir adam dükkândan adımını atıyor. Bu tuhaf adam eline aldığı kitabı aralayıp cebinden çıkardığı pipet ile kitabı içine çekmeye başlayınca anlatıcımız neye uğradığını şaşırıp bir çığlık atıyor. Panikle kitabı elinden atan adam hemen kaçmaya başlıyor.
Kahramanımız kitaba baktığında içindeki mürekkebin gittiğini fark ediyor. Dükkândan fırlayıp mürekkep içiciyi takip etmeye başladığında kendini mezarlıkta buluyor. Tüyleri diken diken olsa da araştırmaya devam ediyor ve adamı her an içilmeye hazır kitaplarla dolu bir mezar odasında dolmakalem şeklinde bir tabutun içinde yatarken buluyor. Dişleri mürekkep uçlu, dili mürekkep kurutma kâğıdı olan bu vampir ona şaşıracağı şeyler söylüyor.
1001 Çiçek Kitap'ın yayımladığı Mürekkep İçiciler, dizinin ilk kitabı. Martin Matje'nin resimlediği dizi okuması kolay ve eğlenceli bir kitap.
Ebru Akkaş

2 Haziran 2014 Pazartesi

Gezegenimi Seviyorum


“Dünya tehlikede: Onu koruyup kollayacak birilerine ihtiyaç var.”
 
 
Çevre sorunu günümüzde dünya ülkelerinin karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan biri. Son yıllarda yaşanan iklim değişiklikleri, ozon tabakasının delinmesi, sıcaklıkların artması, buzulların erimesi, doğal bitki örtüsünün ve
mevsimlerin değişmesi, ormanların azalması gibi çevreyi ve doğal olarak insan hayatını tehdit eden tehlikeler hızla artmaya devam ediyor.
 
Tüm dünyanın sorunu haline gelen çevre konusu için küresel çözümler aranıyor bir süredir. Ancak sorunun sonuçlarıyla, en azından en kötü sonuçlarıyla henüz karşılaşmadığımız için sanırım, bu konuyu tartışmayı, ciddi önlemler almayı düşünmeyi sürekli erteliyoruz ne yazık ki.
 
Caretta Kitapları’nın yayımladığı “Gezegenimi Seviyorum” başlıklı dizi, okurlarının dikkatini bu çok önemli, yaşamsal soruna çekmekle kalmıyor, çözüme katkıda bulunmak için neler yapılabileceğini de anlatıyor.
 
Jean-François Noblet ve Catherine Levesque’in yazdığı, Laurent Audouin’nin resimlediği ve Göknur Gündoğan’ın Türkçeleştirdiği Gezegenimi Seviyorum'la evde, okulda neler yapabileceğimizi; yeme-içme, alışveriş yani tüketim alışkanlıklarımızla ilgili ne tür değişiklikler yapmamız gerektiğini, doğal yaşamı korumak için nasıl katkıda bulunabileceğimizi ve daha pek çok şeyi öğreniyoruz. Çok önemli, değerli bilgiler ediniyoruz. Bana kalırsa çevre duyarlılığı olan ve olmayan herkesin okuması gereken bir kitap.
 
Dizi 7 kitaptan oluşuyor: Gezegenimi Seviyorum, Su, Atıklar, Ormanlar, Bilinçli Tüketiyorum, Tehdit Altındaki Türler ve Sürdürülebilir Kalkınma.
 
Tülin Sadıkoğlu