31 Ekim 2014 Cuma

Zürafa Fazi

Uyumadan önce babasıyla birlikte kitap okuyacak olan Zürafa Fazi üzgündür. Boynunun uzun olmasıdır onu üzen... Babası ise herkesin birbirinden farklı olduğunu, Fazi’nin bundan dolayı üzülmemesi gerektiğini söyler. Ertesi sabah saçlarını örmek için başını iyice eğmek zorunda kalan Fazi, yine dertlenir boynu bu kadar uzun diye. O yüzden de babasıyla birlikte okula giderken hâlâ üzgündür.

Fazi, yanlarından geçen Deve Babe ve annesi arasında geçen konuşmayı duyar. “Uzun kızım,” diyerek yavrusunu seven anne deveye, Babe, her yeri eğri olduktan sonra boyunun uzun olmasının hiç önemi olmadığını söyleyerek yanıt verir. Bir ağacın altında yavrusunu “pamuğum” diyerek uğurlayan anne kirpiye yavrusu Fizi’nin yanıtı ise, “Nerem pamuk ki benim? Hem hiç arkadaşım yok! Ödü patlıyor herkesin dikenlerim batacak diye. Kimse yanaşmıyor yanıma bile...” olur. Duyduklarına üzülen Fazi, annesinin yaptığı böğürtlenli keki öğlen yemeğinde Fizi’yle paylaşmaya karar verir.


Arkadaşlarının çizgileri yüzünden alay ettiği Zebra Fuli’yle de saklambaç oynamaya karar verir, Zürafa Fazi. Hatta çizgili olduğundan dolayı herkesin dalga geçtiği Kaplan Cancan’ı da oyuna katacaktır. Ama farklı olduğu için o kadar çok dalga geçilen arkadaşı vardır ki saklambaç oynamakla bu sorunu çözemeyecektir. Fazi'nin aklına başka bir fikir gelir... Merak mı ettiniz? Kitabı okuyunca Fazi’nin nasıl bir çözüm bulduğunu göreceksiniz.

Zürafa Fazi, herkesin bir farklılığı olduğunu anlamıştır. Bunlar dalga geçilecek, gülüp eğlenilecek kusurlar değildir; yalnızca başkalarına benzememek, farklı olma durumudur. Ancak diğerleri bir araya gelince kendi farklılıklarını unutup bir başkasıyla alay edebilmektedir. Fazi’nin bulduğu çözüm herkesi bir araya getirecektir.

Filiz Özdem’in yazdığı, Buket Topakoğlu’nun resimlediği Zürafa Fazi, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanıyor. Kitap 3-8 yaş grubu aralığı için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

29 Ekim 2014 Çarşamba

Şipşak Hikâyeler 1

Şipşak Hikâyeler 1, hayal kurmak yasak mı? öykülerden oluşan bir kitap. İçindeki en uzun öyküler bile birkaç sayfayı geçmiyor. Lafı fazla uzatmadan, olayları ballandıra balandıra anlatmadan, nokta atışıyla derdini anlatan öyküleri barındırıyor içinde.

Öykülerde çocukların ve masalların ağırlığı dikkat çekiyor. Öykülerdeki çocuklar kendilerine ayna tutuyorlar. Masal dinlemekten hoşlanmıyor mu biri hemen ona masal dinlemekten hoşlanmayan bir çocuğun hikâyesi anlatılıveriyor. Masallardaki saçmalıklar da yazarın dillendirdiği öykülerin öznesi olmaktan kurtulamıyor. Beceriksiz periler, durumu daha da kötüye götürebilen sihirli değnekler de işleniyor bu öykülerde. Kurbağaya dönüşen bir prens hepimizin malumuyken ütüye dönüşebilen bir prense de bu hikâyelerde rastlıyoruz.

Şipşak Hikâyeler 1, alışılmadık bir mizah, hayal gücü ve beklenmedik sonlar sunuyor okura. Bir öyküsünde de şöyle anlatıyor durumu: Nasılsa alışıldık hikâye ve masallarda başlangıçta her şey kötü gittiğinde ancak sonunda mutluluk vardır. İyi başladığında ise sonunun kötü bitmesi ihtimali yüksektir. Hatta kötüden de öte; çok kötü bitmesi! Bu gizli ve değişmeyen kurallar şimdiye kadar anlattığım bir çok şeyden çok daha komik, öyle değil mi?

Bazı yazarları ilk kez okuduğunuzda bundan sonra yayımlanacak diğer kitaplarını okuyup okumayacağınız hakkında bir fikir sahibi olursunuz. Bazısına bir şans daha tanıdığınız için olur bazısı da yazdığı hiçbir şeyi kaçırmamalıyım duygusu ile... Bernard Friot ilk kez okuduğum ve bundan sonra yazdıklarını okumazsam rahat edemeyeceğim yazarlardan biri oldu.

Şipşak Hikâyeler 1, hayal kurmak yasak mı?, Tuvana Gülcan çevirisi ile 10 yaş üstü çocuklar için Tudem tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

27 Ekim 2014 Pazartesi

Kızıl Ağaç

Depresyon, endişe, tedirginlik ve benzeri duygular yetişkinlere, “büyüklere” ait duygular mıdır? Küçük bir kız kötü bir sabaha uyanıp o günü kötü geçirmez mi hiç?

Astrid Lindgren Anma Ödülü (ALMA) ve Hugo Ödülü sahibi Avustralyalı yazar ve çizer Shaun Tan, alışılmış resimli öykü kitaplarından çok farklı olan “Kızıl Ağaç”ta yine alışılmışın dışında bir “durumu”, öyküye eşlik eden ve her biri ayrı bir duygu dünyasını yansıtan, ayrıntılarla dolu resimlerle aktarıyor. Duygular ne kadar “karanlık” olursa olsun her birinin içinde “canlı ve parlak” bir kırmızı yaprak gizli.

“Bazen gün doğar ve hiç umut getirmez beraberinde. Ve gitgide kötüleşir her şey. Bir kasvet çöker üstüne.”

Küçük kız yataktan henüz kalkmamıştır, ama o gün pek de güzel bir gün değildir. Odasını siyah yapraklar doldurmaya başlar. Dışarı çıkar, ama durum düzelmez, kötüleşir. Kimse onu anlamaz, yalnızdır, “dünya sağır bir makinedir artık”. Bu karanlık, umutsuz gün başladığı gibi bitecektir sanki. Ama öyle olmaz. Her umutsuzluğun içinde, bazen görülmesi zor da olsa, küçücük kırmızı bir yaprak vardır hep. Küçük kız eve döndüğünde onu karşısında bulur.

“Ama işte! Birdenbire karşına çıkıverir, canlı ve parlak, sessizce beklemektedir seni, tam da hayal ettiğin gibi.”

Bu resimli öykü kitabı için yaş sınırı yok, bana kalırsa.

Shaun Tan adeta, “bazı günler hiç umut yokmuş gibi hisseden büyükler ve küçükler, hiç dert etmeyin, her ne olursa olsun üstesinden geleceksiniz,” diyor. Bu olağanüstü kitap Seda Ersavcı’nın çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıktı.

Tülin Sadıkoğlu

24 Ekim 2014 Cuma

Yaşlı Ormanın Gizemi

Yüzyıllardan beri herkes Yaşlı Orman'ın diğerlerinden ayrıştığının farkındaydı. Hiç kimse onu farklı kılanın ne olduğunu açık açık dile getiremezdi, insanlar kendilerine bile itiraf edemiyordu; yine de bu "başka"lık hali herkesin ortak kanısıydı.

İtalyan yazar Dino Buzatti, Yaşlı Ormanın Gizemi kitabının öznesi olan ormanı işte böyle tanımlıyor. Başkalığının herkes tarafından onaylandığı bir orman. Her ağacın bir cininin olması bu cinlerin form değiştirerek başka varlıklara dönüşmesi farklı bir şekilde açıklamaz elbet. 

Antonio Morro ölürken ardında, miras olarak, büyük bir orman arazisi ve iki mirasçı bırakır: Albay Sebastiano Procolo ve yeğeni Benvenuto. Amca yeğen birbirinin zıt özelliklere sahiptir. Albay ne kadar güçlü kuvvetli biriyse yeğeni de o kadar zayıftır. Ancak bu çocuğun ormandakilerle güzel bir ilişkisi vardır.

Benvenuto yatılı okulda okuduğu için amcası onunla ilgilenmek için fazla bir çaba göstermez. Nedense Albay daha büyük arazinin yeğeninin payına düştüğü hissine kapılır ve içten içe çocuğa karşı bir kötü duygular besler. Yeğenin başına bir şey gelmesini ve ona ait ormanın da kendinin olmasını düşünür ve diler. Sadece dilemekle de kalmaz bunun için farklı niyetlerini de dillendirmekten kaçınmaz. 

Antonio Morro, sahip olduğu ormana fazla zarar vermeden arazisinden faydalanmış biriyken Albay'ın niyetinin böyle olmadığı orman sakinleri tarafından hissedilir. Albay'ı bu arzularından vazgeçirmekte zorlanacaklarını hissederler.

Yaşlı Orman'ın sırrını ve tadını önyargı bilmeyen çocuklar çıkarmaktadır ki Benvenuto da bunlardan biridir. Orman çocuklar geldiğinde bambaşka bir canlılığa bürünür ve bu büyüklerin de dikkatinden kaçmaz. Yalnız orman sakinleri bu Benvenuto'nun da büyüdüğünde çocukluğunu ve bu duygularını geride bırakacağını ve kendisiyle kurduğu ilişkiyi hatırlamayacağını düşünürler. Tıpkı bir zamanlar çocuk olduğunu unutan her erişkin gibi...

Buzatti her yazdığını zevkle okuduğum yazarlardan bir tanesi. Yaşlı Ormanın Gizemi yazarın fantezi dünyasının güzel bir ürünü. Yerda Gürlek'in çevirdiği Timaş Yayınları etiketi ile piyasaya çıkan kitap 14 yaş üstü genç okurlara ve tüm edebiyatseverlere hitap ediyor.

Ebru Akkaş

22 Ekim 2014 Çarşamba

Esme ve Durak Kedisi

Bir dere kıyısında uyuduğunu ve suda oynaşan balıkların üzerine su sıçrattığını düşünen kedicik ikinci bir duşla kendine gelir ve bir otobüs durağında olduğunu hatırlar. Kendini bildiğinden beri durakta yaşamaktadır kedi. Bir süre onu buraya bırakanların geri dönmesini beklemiş, ama sonra durak evi olmuştur.

Durağa gelenlerden bazıları kedinin çeşitli oyunlarından hoşlanır, bazılar da ondan korkar. Korkup çığlık atanlara, “Sanki Anadolu parsı çıktı karşınıza, alt tarafı avuç içi kadar kediyim,” demek ister... Gerçi zamanla kimin onu seveceğini, kimin korkacağını anlamaya başlar.

Durak Kedisi’nin yapmaktan hoşlandığı pek çok şey vardır. Bunlar arasında küçük bir kız olan Esme’yle sohbet etmek de bulunur. Durak Kedisi adını da ona Esme vermiştir.

Esme ve Durak Kedisi, her sabah otobüs durağında buluşur, birlikte Esme’nin sandviçini yerler. Okula gitmek üzere servise binen küçük kızı, arkasından patisini salayarak yolcu eder ve dönüş saatinde de onu sevinçle karşılar Durak Kedisi. İki arkadaş birlikte oturur, sohbet ederler; bu arada kedi, Esme’nin getirdiği ton balıklı sandviçini afiyetle yer.

Bir gün, Esme, okuldan asık bir suratla döner. Arkadaşının canının sıkkın olduğunu fark eden Durak Kedisi, neyi olduğunu merak eder. Okulda herkes yılbaşı şenlikleri için düzenlenecek etkinliklerden birine katılmıştır. Ancak Esme hiçbir aktiviteye seçilmemiştir. Hiçbir becerisi olmadığını düşünen bu yüzden Esme mutsuzdur. Bunun üzerine kedi, onun kimsede olmayan bir özelliği olduğunu söyler: Esme bir kediyle konuşabilmektedir. Bunu kim yapabilir ki? Gözleri parlayan Esme koşarak eve gider. Söz konusu özelliğini ailesiyle paylaşır. Ailesinin tepkisi ne olacak sizce? Kitabı okuyunca göreceksiniz! Gerçi, etkinliklere katılmak için kediyle konuşabilme becerisini kullanamayacaktır Esme ama ona başka bir –şahane! – fikir verecek olan da yine Durak Kedisi olacaktır.

Esra Okutan’ın yazdığı, Saadet Ceylan’ın resimlediği Esme ve Durak Kedisi,  Final Kütür Sanat Yayınları tarafından yayımlandı.

Küçük bir kızla bir kedinin arkadaşlığı üzerinden paylaşmayı, dinlemeyi, arkadaşlarımızın sorunlarını önemsemeyi ve dostluğu anlatan güzel, sıcacık bir öykü Esme ve Durak Kedisi.

Kitabı 5 yaş ve üstü yaş grubu için önerebiliriz.

Tülin Sadıkoğlu


15 Ekim 2014 Çarşamba

Söğütlerdeki Rüzgâr



İskoç yazar Kenneth Grahame’in 1908’de yayımlanan romanı Söğütlerdeki Rüzgâr, çocuk kitapları klasiklerinden biri sayılıyor.

Bahar temizliği yaparken yorgun düşen ve bu işten sıkılan Köstebek kendini evinden dışarı atmakla kalmaz yaşadığı yerden de uzaklaşır. Çevresinde gördükleri, doğa onu büyülerken yolu nehir kenarında yaşayan Su Faresi ile kesişir.
  
Sakin mizaçlı Köstebek farklı bir dünyayı keşfetmenin mutluluğunu yaşar. Dostluğuna samimi bir karşılık veren Su Faresi’nin aracılığı ile tanıştığı Kurbağa ve Porsuk yaşamına renk katar. Onların dertleri ve deneyimleri ile hayatı farklılaşır. 

Kenneth Grahame'in sağlık sorunları olan oğluna hikâye anlatmayı sevdiği ve bu kitabın esin kaynağının bu hikâyeler olduğu sıkça söylenmekle birlikte, Grahame'in aslında bu kitabı yayımlatmak gibi bir niyeti olmadığı yayımlatmak istediğinde ise reddedildiği de biliniyor. Kitap yayımlandıktan sonra yazarın Birleşik Amerika Başkanı Theodore Roosevelt'ten bir hayran mektubu aldığı ise herkesin malumu.

Söğütlerdeki Rüzgâr, yayımlandığı günden beri farklı sanat dallarında esin kaynağı olmaya devam ediyor. Hatta Pink Floyd'un ilk albümü "The Piper at the Gates of Dawn", adını Söğütlerdeki Rüzgâr'ın bir bölümünden alındığı da meraklıları tarafından biliniyor.

Kenneth Grahame'in bu klasikleşmiş kitabını Türkçede Yapı Kredi Yayınları'nın Bilgin Adalı çevirisi ile ve ş Bankası Kültür Yayınları'nca Cenk Pamay çevirisi ile (Söğütlükte Rüzgâr) bulmak mümkün. Söğütlerdeki Rüzgâr, büyük küçük ayırt etmeden herkesin severek okuyabileceği zamansız bir kitap.

Ebru Akkaş

13 Ekim 2014 Pazartesi

Tohumun Rüyası

Bir tohum sadece bir tohum, bir ağaç sadece bir ağaç, bir bahçe de sadece bir bahçe değildir. Gözlemlemek, bilmediklerini sormak, öğrenmektir, bilinmeyeni kucaklamak, umut etmek, yaşama inanmak ve güvenmektir.

Kentlerde yaşayan insanların, özellikle çocukların doğadan ne kadar kopuk olduklarını günlük hayatın keşmekeşi içinde fark edemiyoruz. O yüzden, bir süre önce dinlediğim bir anektod, beni hem güldürmüş hem de endişelendirmişti. Anektod annesiyle birlikte dalından kiraz yemeye gidecek olan bir çocukla ilgiliydi... Her ikisi de güzel bir gün geçireceklerini düşünerek keyifle gidecekleri yere doğru yol alırlarken çocuk annesini bir manava doğru sürüklemiş ve kiraz almaları gerektiğini söylemiş. Anne, buna anlam verememiş; çünkü gidecekleri yerde kirazları ağaçtan yiyeceklermiş. Ancak çocuğun kafasındaki “dalından kiraz yeme” resmi annesininkinden biraz farklıymış. O, manavdan kiraz alacaklarını, bunları dallara asacaklarını ve öyle yiyeceklerini zannediyormuş. Kirazın ağaçta değil manavda yetiştiğini düşünüyormuş. Böyle düşündüğü için onu suçlayabilir miyiz?

Tohumun Rüyası adlı kitabı görünce de aklıma bu kez köylerde yaşlı kadınların tohumlarını çeyiz sandıklarında, bir hazineymişçesine sakladıkların; tohumları kimselere göstermediklerini öğrendiğimde ne kadar şaşırdığım geldi. Kendimi kirazın manavda yetiştiğini zanneden çocuk gibi hissettim; çünkü Anadolu “gerçek bir tohum cenneti” olarak görülüyordu. Ancak, yine bir süre önce öğrenmiştim ki Anadolu “günden güne bu mirasını” kaybediyor. Tek kullanımlık hibrit tohumların kullanılması ne çiftçinin ne toprağın hiç de yararına olmuyor. Doğanın sunduğu tohumlar giderek azalıyor. 

Bütün bunlar aklıma gelince ,iyi ki Nalan Özdemir Erem bu kitabı yazmış, iyi ki Sahar Bardai resimlemiş ve iyi ki Sarıgaga da yayımlamış diye düşündüm. Kim bilir, “bir gece rüyasında kalbine kitap doğan; yaşamı başlatan tohumun yolunu izleyen” yazara “yanıt veren kelimeler” bizlerin de kulağını toğrağa, yaşama, Güneş’e, Ay’a, ağaca, rüzgâra açar ve kim bilir duyacaklarımız bizi nerelere götürür.

 “Tohumun Rüyası”, ayrıca, IBBY Europe’un web sitesinde “Avrupa Dillerinde Çocuk Kitapları” bölümünde IBBY Türkiye’den seçilerek gönderilen on kitap arasında yer alıyor.

Tülin Sadıkoğlu

3 Ekim 2014 Cuma

Börülce'nin Günlüğü

Sevgili Bamya!
Sen benim en yakın arkadaşım, en güvenilir sırdaşımsın. Yaşadığım her şeyi ve hayatımdaki insanları anlatacağım sana. Ailemi, arkadaşlarımı ama en çok da kardeşimi. O benden dört buçuk yaş küçük. Bazen çok eğleniyoruz, bazense beni çok kızdırıyor. Bazen gülüp oynuyor, bazen kavga edip küsüyoruz. Anlayacağın, kardeşimle başım dertte. Geçen gün ne yaptığını bir bilsen.
Hazır mısın anlatayım?
Hadi gel!
Öptüm,
Börülce

Günlükleri kişisel tarihe düşülen bir not olarak görmek lazım. Kimseyle paylaşılmayan, okunması istenmeyen bu çok özel notlar edebi bir tür olarak da sıkça karşımıza çıkıyor özellikle de çocuk kitaplarında.

Börülce'nin Günlüğü bu tarzda kaleme alınmış bir kitap. Börülce günlükte yazdıklarının gizli kalmasını sağlamak amacıyla kendi adıyla değil lakabıyla imzasını atıyor. Günlüğüne de günlük diye hitap etmek istemediği için Bamya adını veriyor. Sevgili Bamya diye anlatıyor başından geçenleri. Aslında ailesi ile yaşadıkları ağır basıyor notlarında. Okul arkadaşları, sınıfı, öğretmenlerinden bahsetmek, onlara söylenmek yerine kardeşinden bahsetmeyi tercih ediyor.

Börülce'nin yaramaz kardeşiyle ilgili anlatacakları bitmediği gibi her gün başka bir macera ekleniyor. Neredeyse bir kardeşi olsun istediği diye duyduğu pişmanlığı dile getiriyor ama sadece kardeşinin yaramazlık yaptığı, onu üzdüğü günlerde. Yoksa günlüğünden kardeşi ile nasıl da güzel eğlendiğini, ona ne kadar değer verdiğini de anlıyoruz.

Börülce'nin Günlüğü, Arzu Çallıoğlu Eren'in yazdığı; Ferit Avcı'nın resimlediği sımsıcak bir kitap. Hayykitap'ın yayımladığı kitap 8 yaş üstü çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

1 Ekim 2014 Çarşamba

Kâğıttan Kalpler

Her şey bir kütüphanede, bir kitabın içine konan bir notla başlıyor...   

Kendisine daha sonradan Una adını verecek olan genç bir kız, okulun kütüphanesinde bulunan Rudyard Kipling’in Şakacı Puck adlı kitabının içine bir not koyar. Çok rağbet görmeyen Şakacı Puck’ı özellikle seçmiştir, çünkü, böylelikle yazdığı notun gerçekten de özel biri tarafından bulunacağına inanır. Notu bulan, Una’nın daha sonradan Dan adını takacağı genç bir oğlandır. (Bu arada, Dan ve Una, Kipling’in kitabı Şakacı Puck’taki iki karakterin adıdır.) Dan; kendisini çok rahat hissetmese de bir yanıt yazar. Böylece iki genç mektuplaşmaya başlar. Ancak birbirlerini hiç görmeyecekler ve notlarını kitabın arasına bırakacaklardır. Karşılaşmamak için de bir plan yaparlar: Dan kütüphaneyi çift saatlerde, Una ise tek saatlerde kullanacaktır.

Mektuplaşmak suretiyle kurdukları ilişki giderek derinleşecek ve bu, bir aşka dönüşecektir. Birbirlerine en özel, en gizli sırlarını anlatacaklardır. Örneğin; her ikisi de ailelerinde bazı sorunlar yaşamışlardır ve bunlardan kaçmak için Una yüzmeye, Dan ise koşmaya başlamıştır.

Küçük bir notla başlayan ve bir aşka dönüşen bu mektuplaşmalar ilerledikçe okular olarak bizler de iki gencin bulundukları okulun sıradan, normal bir okul olmadığını öğreniriz. Yaşadıkları sorunlar yüzünden bu okula gelmişlerdir ve diğerleri gibi onlar da her gün ilaç almaktadır. Bu ilaç sayesinde, bir süre sonra, son yıllarda yaşadıkları her şeyi unutabileceklerdir. Ancak Una ve Dan birbirlerini unutmak istemezler.

Mektuplarında yalnızca kendileriyle ilgili bilgiler vermekle kalmazlar, okuldaki arkadaşları hakkında da yazarlar. Dan’in, Aramis ve Porthos adını verdiği iki arkadaşı vardır. Aramis bir süredir ilaç almayı bırakmıştır ve okula gelen Dedektif adında biri hakkında bilgi edinmeye çalışmaktadır. Yakın geçmişlerini yani birbirlerini unutmayı istemeyen Dan ve Una da Aramis’in bu araştırmalarına ilgi duyarlar. Bir süre sonra Una’nın takma adı Jolanda olan arkadaşı da bir şekilde bu serüvene dahil olur. Araştırmalar ilerledikçe çocukların keşfettikleri, öğrendikleri onları hem şaşırtacak hem de büyük bir hayal kırıklığına uğratacaktır.

Bir aşk hikâyesi gibi başlasa da neredeyse distopik roman halini alan kitabın sonu biraz hızlı getirilmiş sanki. Her şey son sayfalarda olup bitiyor ve biz daha tam olarak anlayamadan roman sona eriyor. Yine de mektuplardan oluşan “Kâğıttan Kalpler”i okumak hem kolay, hem keyifli, hem de düşündürücü.

Elisa Puricelli Guerra’nın yazdığı, Mine Özgün Romandini’nin çevirdiği Kâğıttan Kalpler adlı roman Final Kültür Sanat Yayınları’ndan yayımlandı.Kitap 12 yaş ve üstü okurlar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu