28 Kasım 2014 Cuma

Mario Usta'nın Yaramaz Kuklaları

Burada yaşayan ebeveynlerle çocuklara, dünyanın en iyi masalcısı kimdir diye sorulsa, çoğunluk Astrid Lindgren ve Mario der. Gerçekten Astrid Lindgren harika masallar anlatmıştır ve dünya çapında tanınır. [....] Ancak aynı şeyler Mario için söylenemez. Dünyadaki diğer insanların neredeyse hiçbirinin ondan haberi yoktu. Ama burada o kadar meşhurdu ki her aile onu tanıyordu.

Mario, ünlü olmadan önce sahneye çıkacağı tiyatroların önünde durmakta, insanları kukla oyununa davet etmektedir. Ufacık, bir deri bir kemik haliyle ve üstünden dökülen eskimiş giysilerle insanlar onun iyi bir oyun sunamayacağını düşünmektedirler. Ancak oyuna giden çok az kişi de bundan dolayı asla pişmaz olmaz; çünkü Mario gerçekten de çok iyi bir anlatıcıdır.

Boş salonlara gösteri yaptıktan sonra kuklalarına üzüntüyle bakar Mario; kimi zaman da onlardan özür diler. Ama olağanüstü güzel kuklaların bunu dert ettiği yoktur. Onlar Mario ile birlikte olmaktan mutludurlar.

Yıllarca ülkeyi dolaşan, saçları azalıp beyazlayan Mario umudunu hiç yitirmeden her yıl yeni bir oyun sahneler. Bir gün “Prens ve Zavallı Köylü Kızı” adında bir masalla ülke çapında ünlü olur. Artık biletler haftalar öncesinden tükenmekte, tiyatro dolup taşmaktadır. Mario da hem alkışlarn, hem de kazandığı paranın tadını çıkarmaya başlar. Hatta gittikçe azalan saçını bir perukla saklar. Kuklalar onun peruklu hali karşısında dehşete kapılırlar.

Gelelim oyuna... Bir kralın, kraliçenin, prensin, soytarının ve üvey annesinin fena halde mutsuz ettiği bir köylü kızın yer aldığı masalda, hemen hemen herkesin tahmin edeceği üzere, prens ve köylü kızın aşkı anlatılmakta. Kitabı okumaya devam ettikçe, bir yandan, bu oyundaki klişelere, kalıplaşmış tiplere itiraz ederken bir yandan da salonların dolup taşmasına neden olan masal bu muymuş der ve öykünün sonrasını merak ederken ne oldu dersiniz! Kuklalar da benimle aynı fikirdeymiş meğer. Okuyunca rahatladım doğrusu... Kral Birşeyyapmaz’ı oynayan kukla dışında hepsi farklı bir rol oynamak, farklı şeyler yapmak istemektedir. Aralarında bir tartışma yaşanır ve sonunda kralı oynayan kukla hariç hepsi makasla iplerini keserek özgür kuklalar olmaya karar verir. Mario’ya olanları anlatmak ise Birşeyyapmaz’a düşer. Yine de tek başına oynamayı teklif ettiğinde Mario, tek başına, onun ancak bir salatalık kadar heyecan verici olacağını söyler. Bunun üzerine “bir makasla krallığını geri almaya” ve Mario’ya yardım etmeye karar verir, Birşeyyapmaz. İplerinden kurtulan tüm kuklalar toplanıp Mario’nun yanına giderler. Onları gören Mario ise... Merak ettiyseniz, devamını okumalısınız!

Rafik Schami’nin yazdığı, A.M. Eisen’in resimlediği, Emrah Cilasun’un Türkçeleştirdiği Mario Usta’nın Yaramaz Kuklaları, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı. Yayınevi bir yaş grubu belirtmemiş. Ancak bize göre 8 yaş ve üstü okurlar kitabı rahatlıkla okuyabilirler.

Tülin Sadıkoğlu

26 Kasım 2014 Çarşamba

Kanatlı Kediler Masalı

1960’lı yılların sonlarında yayıncısının önerisi ile 11–17 yaş arasındaki çocuk ve gençler için Yerdeniz dizisini yazmaya başlayan Le Guin, bu dizinin üçüncü kitabı olan En Uzak Sahil (The Farthest Shore) ile National Book Award For Children’s Literature ödülüne layık görülmüştü. 1970’li yıllarda ise resimli çocuk kitapları ve öyküleri üzerinde çalışmaya başlayan Le Guin’in dört kitaplık Kanatlı Kediler Masalı dizisinin ilk kitabı 1988 yılında yayımlandı.

Kanatlı Kediler Masalı dizisinin ilk kitabı Dört Yavru’da, adından da anlaşıldığı gibi, Robin, Telma, Ceymi, Hena isimli dört kedi yavrusu ile tanışıyoruz. Dizinin adında geçen kanatlı sözcüğü kitaba önyargı ile yaklaşılmasına sebep olsa da Kanatlı Kediler Masalı’ndaki kahramanlarımız diğer uçabilen kahramanlardan oldukça farklı. Farklılıkları diğer hayvanlar özellikle uçabilenler arasında tartışmaya sebep olsa da bakın minik bir fare bu tartışmayı nasıl sonlandırıyor:

“Bu kesinlik haksızlık!” diye haykırdı ardıç kuşu.
“Adaletsizlik!” diye katıldı ispinoz.
“Katlanılamaz!” diye bağırdı mavi alakarga.
“Anlayamıyorum neden,” dedi bir fare. “Sizin her zaman kanatlarınız vardı. Şimdi onların da var. Bunun neresi haksızlık?”

Aslında bu dört yavru süper kahraman değil sıradan kediler. Doğalarında olmadığı için diğer kanatlılar gibi pek rahat uçtukları da söylenemez. Anneleri Bayan Emma Tekir bile onların bu aykırı durumunu güçlükle açıklayabiliyor. Yavrularının kanatlı olmasını onlar doğmadan önce rüyasında uçabildiğini görmesine bağlıyor. Ayrıca bu anne tehlikelerin kol gezdiği, yemek bulmanın zorlaştığı kentte çocukları için sürekli endişelenmek yerine onları güvende olacakları başka bir yere gitmeleri konusunda ikna eden bir anne. Bayan Emma Tekir’in sözünü dinleyen çocukları da kendilerine daha güvenli bir yuva bulmak için bir maceraya atılacak kadar özgürler.

Söz konusu yazar Le Guin olunca insan ister istemez kitapta geçen her öğenin ardında bir anlam arıyor. Neden altı değil de dört kedi yavrusu? Neden bu kediler kendi aralarında konuşabilirken insanlarla konuşmuyor? Bunların yanıtını kitabın okuyucusuna bırakıyoruz.

S.D. Schindler’in resimlediği Kanatlı Kediler Masalı dizisi Dört Yavru, Yuvaya Dönüş, Yeni Arkadaş ve Kentte Tek Başına kitaplarından oluşuyor.

Ebru Akkaş  




24 Kasım 2014 Pazartesi

Yalancılar Ülkesi

Doğduğu zaman ağlayan Gelsomino’nun sesi o kadar gürdür ki ağlama sesini duyan insanlar bunu fabrika sirenlerinin sesiyle karıştırırlar. Büyüyüp de okula gittiğinde ise her konuşması bir şeyin kırılmasıyla sonuçlanır. Gelsomino’nun bütün bu olup bitenlere üzüldüğünü gören öğretmeni onu, sesinin büyük felaketlere yol açtığı gibi kendisine harika bir gelecek de sağlayabileceğini söyleyerek teselli eder. Yine de sesinin yarattığı tahribatı engelleme çabaları Gelsomino'nun hayatını çok zorlaştırır.

Bir gün meyve bahçesinde merdiveni unuttuğu için armutları toplamak üzere sesini kullanmaya karar verir Gelsomino. Bağırarak, “Düş!” dediği anda ağaçtaki bütün armutlar yere dökülür. Yan bahçedeki köylü gördüklerine inanamaz; koşarak karısının yanına gider ve ona Gelsonimo’nun bir büyücü olduğunu söyler. Çiftçi ve karısı komşuları da haberdar eder. Toplanan kalabalık arasında bir tartışma başlar. Bu tartışmalardan dolayı huzuru iyice kaçan Gelsomino, sesini şarkıcı olarak kullanabileceği bir yere gitmek hayaliyle birkaç parça eşyasını sırt çantasına yükler ve yola çıkar. Onu uzaktan izleyen kalabalığa da son bir şaka yapmaktan kendini alamaz.

Birkaç gün sonra sınırı geçen Gelsomino dünyanın en tuhaf ülkesine varmıştır...

Gelsomino, ülkeye girer girmez gümüş bir para bulur. Paranın birilerine ait olup olmadığını soruşturur, ama insanlar onu tersler. O da bu parayla kendine yiyecek bir şeyler almak ister. Tabelasından dolayı yiyecek satıldığını düşündüğü bir dükkâna girer ve ekmek ister. Satıcı kendisine herkesin bildiği ekmek yerine “mürekkep” verir. Önce şaşıran Gelsomino ekmeğe mürekkep, mürekkebe de ekmek dendiğini  bir süre sonra anlar ve bunun üzerine bir kırtasiyeciye gider. Burada kendisine yiyecek bir şeyler aldıktan sonra bulduğu gümüşle ödeme yapmak ister. Satıcı ona ödemeyi sahte parayla yapabileceğini ve geçerli parayla bulunursa ceza alabileceğini söyler. Gelsomino bağırmamak için kendini zor tutarak dükkândan çıkar, koşmaya başlar. Daracık, ıssız bir sokağa geldiğinde de hafifçe “Ah!” der. Bu hafif ses bile sokak lambasının kırılmasına, pencere önündeki bir saksının düşmesine neden olur. Bir şey daha olur ki bu Gelsomino’yu bile çok şaşırtır. Onun sesi sayesinde duvara kırmızı tebeşirle çizilmiş olan kedi, duvardan dışarıya atlayabilmiştir. Dördüncü ayağı çizilemediği için yoktur ve o yüzden de adının Topalcık olmasına karar vermiştir.

Her şeyin tersinin doğru kabul edildiği ve yalanın hâkim olduğu bu acayip ülkedeki tuhaflıklar bununla da bitmeyecektir. Topalcık, Gelsomino’ya ülkenin bu durumunun hikâyesini anlattıktan sonra ilginç kişilerle karşılaşacak ve başlarından pek çok serüven geçecektir. Kedilerin bile kendilerini köpek zannettikleri ve miyavlamak yerine havladıkları bu ülkede insanlar doğruyu bulabilecekler mi dersiniz?

İtalyan yazar Gianni Rodari’nin yazdığı, Eren Cendey’in çevirdiği, Sedat Girgin’in resimlediği Yalancılar Ülkesi, Can Çocuk Yayınları’ndan çıktı. Kitap, 9 yaş ve üstü okurlar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

21 Kasım 2014 Cuma

Çocuk, Kurt, Koyun ve Marul

Allan Ahlberg çok bilindik bir bilmecenin öyküsünden yola çıkarak Çocuk, Kurt, Koyun ve Marul'u kaleme almış. Kitaba konu olan bilmece şöyle: Bir çiftçinin oğlu yakındaki kasabaya bir kurt, bir koyun bir de marul götürecektir. Kasaba yolu üzerinde kayıkla geçilebilecek bir nehir vardır. Kayık ise ancak çocuk ve yanındakilerden birini geçirebilecek büyüklüktedir. Çocuk yanındaki kurdu koyunla bırakamaz çünkü kurt koyunu yer. Koyunla da marulu bırakamaz çünkü koyun marulu yer. Peki çocuk her birini nehrin karşısına nasıl geçirecektir? Klâsik cevap şöyle başlar: Çocuk, önce koyunu karşı kıyıya geçirir. Sonra döner kurdu alır karşı kıyıya bırakır vs. vs. devam eder ve nihayetinde herhangi bir kayıp verilmeden nehir geçilmiş olur... Gerçekten olur mu? İşte Çocuk, Kurt, Koyun ve Marul bu soruya cevap arıyor.

Kendini kitabın anlatıcısı olarak tanıtan John Smont’un bu bilmeceye dair aklında bir sürü soru işareti oluşur. Mesela bu bilmecenin öyküsünde neden hiç ayrıntı yoktur? Neden tek bir anlatımla yetinilmiştir? Ayrıca hangi ebeveyn bir çocuğa bir kurdu kasabaya götürme görevini verir!? İşte bu soruların aklını meşgul etmesini istemeyen John Smont gerçek için küçük bir araştırma yapmaya karar verir. Çünkü bu öykü tadındaki bilmece farklı ağızlardan anlatılabilir. Anlatılmalıdır da...

John Smont bir dedektif titizliği ile soruşturmaya başlar. Soruşturmasını gerçek için yapsa da bunun bir lâf salatası da olabileceğini açıkça dile getirir. Önce bu öyküye konu olan Percy adındaki çocuğa ulaşır. Onun hikâyesini dinler. Zira çocuk sadece kurt, koyun ve marulla yola çıkmamıştır. Arabaya başka şeyler de almıştır. Anlattığı hikâyedeki bir takım tutarsızlıklar tabii ki Smont’un dikkatinden kaçmaz. İyi bir başlangıç yaptığına karar vererek bu kez Koyunla görüşür. Koyun kendi açısından doğru ama tamamen farklı bir hikâye anlatır. Smont’un kafası karışır ama karmaşayı çözmeye zaten niyetli olduğu için farklı hikâye onu şaşırtmaz. Kurt’u dinlemeye giderek gerçek için yaptığı araştırmayı sürdürür. Marul konuşamayacağı için onun adına Smont olayı anlatır. Derken beklenmedik bir tanık ortaya çıkar. Olay gittikçe karmaşık hâl almaya başlamış gibi görünse de diğer yandan da açıklığa kavuşuyor izlenimini yaratıyor. Soru işaretleri bitmemiştir vesselâm... John Smont, tüm bunları göz önünde bulundurarak farklı bir hatta birkaç sonla bitiyor öyküyü.

Özetle Çocuk, Kurt, Koyun ve Marul, çocuklara bir olayı ele alırken konuya tek taraflı bakmamalarını öğretiyor. Hele bu konunun birden fazla bileşeni varsa bunların her birinin ayrı ayrı ele alınıp sorgulanmasını öğütlüyor. 

Kitap, Tülin Nutku tarafından çevrildi. Kitaptaki resimler yazarın illüstratör eşi Jessica Ahlberg’e ait. Kitap Can Çocuk Yayınları tarafından yayımlandı.  

Ebru Akkaş


19 Kasım 2014 Çarşamba

Helena'nın Rüyaları

Helena çocukken bir gece uyur gibi yapıp yatağından kaçmış.

Günlerden pazarmış gibi bembeyaz giyinip hiç ses çıkarmadan arka bahçeye inmiş ve gecenin sırlarını keşfetmek üzere bir köşeye kurulmuş. Tucumán gecesinin sırlarını... [....]

Geceyi keşfedeceği o gece boyunca Helena gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakmış. Sırtı ağrımış, gözleri acımış, gözkapakları ağırlaşmış ama vazgeçmeden bakmayı sürdürmüş. Bakmış da bakmış, bakmaya devam etmiş ama ne gökyüzü değişmiş, ne de yıldızlar yerlerinden kıpırdamışlar.

Günün ilk ışıklarıyla uyanmış Helena ve gözleri dolu dolu olmuş.

Sonra gecenin, sırlarının keşfedilmesini istemediği düşüncesiyle kendini avutmuş.

Rüyalar her zaman ilgi çeker... Kimileri bilinçaltının bir yansıması olduğunu iddia eder, kimileri daha gizemli bir anlam yükler rüyalara. İnsanın kendisine –bugününe ya da geleceğine– dair ipuçları taşıdığı da söylenir.

Bizim kültürümüzde de önemli bir yere sahiptir rüyalar. Hatta rüya anlatmanın, dinlemenin ve yorumlamanın –inanca bağlı olarak elbette – kuralları vardır. Örneğin; geçmişte kötü rüyalar akarsuya anlatılırmış. Suyun tüm kötülükleri alıp götüreceğine, sıkıntıları temizleyeceğine inanılırmış. Günümüzde ise akarsu yerine musluktan akan suya anlatılmaya başlanmış. Yine kötü rüyanın akan suyla birlikte akıp gideceği inancıyla... İster batıl ister bilimsel olsun rüyanın gizemi henüz tam olarak çözülemedi dersek pek de yanılmış olmayız herhalde.

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano da tüm yaşamı boyunca karısının rüyalarını kaydetmiş ve bu rüyalar daha sonra bir öykü halinde Helena’nın Rüyaları başlığıyla yayınlanmış. Kitapta, Galeano’nun diğer eserlerinden metinlerin yanı sıra yenileri de yer alıyor. Isidro Ferrer’in görselleri ise metinlerin gizemine, simgeselliğine uyum sağlayarak, kitaba görsel bir boyut kazandırıyor.

İlk başta anlamak zor gelebilir, ama metinlerin içine girdikçe, anlamlandırmaya çalıştıkça okur olarak siz de Galeano’nun yarattığı bu, gerçeklikten asla kopmayan rüya aleminin içine dalıyorsunuz. 
 
Her yaştan okur için önerilen bu kitap, kanımca, okuma alışkanlığını edinmiş, genç okurların daha çok ilgisini çekecektir.
 
Helena'nın Rüyaları kısa bir süre önce Delidolu tarafından yayımlandı.

Karım Helena, her sabah kahvaltı vaktinde, gece gördüğü inanılmaz rüyaları anlatarak beni küçük düşürür.

Sanki geceleri sinemaya gider ve her seferinde yeni bir rüya onu beklemektedir.

O, rüyalarını anlatırken ben sessizce kahvemi yudumlarım.

Doğru olan sesimi kesmemdir [....]

Tülin Sadıkoğlu



 
 

17 Kasım 2014 Pazartesi

Balık Tutma Dersi

Nobel Edebiyat Ödüllü Alman yazar Heinrich Böll'ün öyküsü Balık Tutma Dersi, Bernard Friot tarafından uyarlaması, Emile Bravo'nun resimleri ile çizgi roman olarak ülkemizde de yayımlandı.

Kitaplarında savaşı, hayatın zorlu yanlarını anlatan Böll’ün, Balık Tutma Dersi'nde çalışma hayatına değindiği biliniyor.

Balık Tutma Dersi’nin hikâyesi kısaca şöyle: Küçük bir sahil kasabasında kendi halinde balıkçılık yapan biri sandalında dinlenirken rıhtımdan gelen fotoğraf makinesi sesinden rahatsız olur. Sohbet etmeye meraklı bu turist kaptanla konuşmak için havayı, denize açılmayı bahane eder. Bu meraklı turist ile konuşmaya hiç niyeti olmayan kaptan karşısındakinin ısrarına karşı koyamayacağını anlayarak kendini olayın akışına bırakır. Hemen, “İşinize burnumu sokmam istemem,” diyerek konuya giriş yapan turist, kaptana nasıl çalışması gerektiğini, işleri nasıl büyütebileceğini, nasıl istihdam ve kâr sağlayabileceğini iştahla anlatır. Tatilde bile kendini iş düşünmekten alıkoyamayan bu turist kaptanın emekliliğe kadar tüm iş hayatını planlar. Kaptansa bu planların hiçbiri ile ilgilenmez.

İnsan ne için çalışmalıdır sorusunu hatırlatan bu öykü, sistem eleştirisi getirirken insanın gözünün doymak bilmemesini, çalışma sınırlarını belirlemekte ne kadar zorlandığını bizlere bir kez daha hatırlatıyor. İnsanın kendi hayatı, yaşamda zevk duyduğu şeyleri yapmasının daha fazlasını isteme ve kazanma hırstan daha önemli değerli olduğunu gösteriyor. 

Her yaştan okura hitap eden, öyküsü kadar çizimleri ile de dikkat çeken Balık Tutma Dersi’ni Figen Müge Erel'in Türkçeleştirdiği. Kitap Desen Yayınları tarafından yayımlandı.

Ebru Akkaş

14 Kasım 2014 Cuma

Ağaç Diken Adam

Bu adamın şaheserine kimse ilişmemişti. Bilselerdi, bozarlardı. Kimsenin aklına bile gelmemişti. Gelemezdi. Köylülerin ya da yetkililerin aklına, bir insanın eşi görülmemiş bir eliaçıklığı böylesi bir azimle sürdüreceği nasıl gelebilirdi ki?

Hikâye genç bir adamın yıllar önce Fransa’nın Provence bölgesinde Alpler’e doğru yaptığı bir yürüyüşle başlıyor...

Yabani lavantalar dışında hiçbir şeyin yetişmediği yaban ve çıplak arazide yürürken genç adamın suyu biter. Terk edilmiş evlerin olduğu bir köyün yakınında bulduğu çeşme de kurumuştur. Yürümeye devam eder, ama “her yerde aynı kuraklık, aynı kuru otlar vardır.” Derken orta yaşlarda bir çoban görür. Çoban genç adama kendi matarasındaki lezzetli sudan verir ve onu kulübesine götürür. Çobanın kendisi gibi kulübesi de düzenli, temizdir.

En yakn köy bir buçuk günlük mesafededir. O yüzden çobanın kulübesinde kalacaktır genç adam. Zaten, iklimi yaz-kış sert olan bu köylerdeki insanlar bencil mi bencildir; dünyayla hiçbir bağları yoktur. İntihar bir salgına dönüşmüş; sık sık ölümle sonuçlanan çıldırma vakaları görülür olmuştur.

Çobanın yanında olmak genç adama huzur verir, o yüzden ertesi gün evinde dinlenmek için izin ister. Hiçbir şey kendisini rahatsız edemezmiş gibi görünen çoban da ilgisini çok çekmiştir ayrıca. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek iser. Adı Elzéard Bouffier olan çoban karısını ve tek oğlunu kaybedince inzivaya çekilmiştir. Bölgenin ne kadar ağaçsız olduğunu fark edince de bu çorak, ıssız araziyi tek başına bir ormana dönüştürmeye karar vermiştir. Ağaçları tek tek dikerek, kimi zaman başarısızlığa uğrayarak kimi zaman da emeğinin karşılığını alarak yıllardır çalışmaktadır.

Hikâyeyi ağzından dinlediğimiz genç adam bir süre sonra evine döner. O sırada başlayan İkinci Dünya Savaşı’na katılır. Savaştan sonra, içi temiz hava isteğiyle dolan genç adam Elzéard Bouffier’i hatırlar ve onun yanına gider. Çobanın on yıl önce diktiği ağaçlar büyümüştür. Gördüğü manzara karşısında genç adamın dili tutulur.   

O günden sonra her yıl Elzéard Bouffier’i görmeye gider. Bu arada ormana idari bir heyet gelir. Heyet, gördüklerinden sonra ormanı korumak için çeşitli önlemler alınmasına karar verir. Ormana giden heyette bir arkadaşı olan anlatıcımız onu Elzéard Bouffier ile tanıştırır. Böylelikle hem orman hem de çoban koruma altına alınmış olur.

Anlatıcının ilk kez ziyaret ettiği köylerde bile yaşam değişmiş, daha huzurlu bir hale gelmiştir. Ve bu yalnızca tek bir adamın sayesindedir.

Jean Giono’nun yazdığı, Oğuz Demir’in resimlediği ve Didem Nur Güngören’in Türkçeleştirdiği Ağaç Diken Adam, Everest Yayınları’ndan çıktı. Kitap 8-11 yaş grubu için öneriliyor.

Bir-iki pürüzü olsa da bu kitap hoşuma gitti. Elzéard Bouffier’in yaşadığı sessiz dünyayı ben de duyumsadım. Bu kısa roman boyunca kendisinin sesini neredeyse hiç duymuyoruz... Ailesini kaybetmiş bu yaşlı adam bütün ilgisini, sevgisini, şefkatini ve sabrını doğaya verir ve yıllar içinde bir orman yaratmayı başarır. Yaptığı şey olağanüstüdür, ama bir şekilde de korunması gerekir çünkü insanlar, nedenini anlayamadıkları için belki de, bilseler bunu yok etmenin bir yolunu bulacaklardır.

Yukarıda da belirttiğim gibi birkaç pürüze rağmen içinde barındırdığı anlam yine de çok değerli.
 
Tülin Sadıkoğlu

12 Kasım 2014 Çarşamba

Anahtar

Unutkanlığın neden olduğu olaylar, içine düşülen durumdan dolayı, bazen komik olabildiği gibi bazen de insanın sabrını zorlayabiliyor. Isabelle Flas ve Annick Mason, Anahtar adlı resimli kitaplarında bu konuyu bildiğimiz bir masal üzerinden anlatıyor.

Masalın orijinalinde annelerinin evde bıraktığı üç küçük domuz, Türkçesinde ise üç küçük keçinin macerası hepimizin malumu. Kurdun kendilerini kapmaması için annelerinin sıkıca tembihlediği çocuklar evde yalnız kalırlar. Kurt kapıya dayanır ve onları anneleri olduğuna ikna etmek için epey uğraşır.

Anahtar'daysa üç erkek çocuk salonda kendi aralarında oyun oynamaktadır. Anneleri ise onlar oyunları ile meşgulken yemek yapar. Ancak malzemeleri eksik olduğu için alışverişe gitmesi gerekir. Evden çıkarken dönüşte anahtarı ile kapıyı açacağını işte tam da bu sebeple çocukların kapıyı kimseye açmamalarını tembihler. Ancak kapıya geldiğinde anahtarı yanına almadığını fark eder. Kapıyı çalar, açan olmaz; seslenir yine ses çıkmaz. Çocuklar fırsat ellerine geçmişken annelerinin düştüğü durumun tadını çıkarmaya çalışır. 

Anahtar, insanın bakmaktan zevk alacağı resimlerle bezeli. Acar Erdoğan'ın çevirdiği kitap Mavibulut Yayınları'nca yayımlandı. Kitap okul öncesi dönemdeki çocuklara hitap ediyor.

Ebru Akkaş

10 Kasım 2014 Pazartesi

Pieter Bruegel’in Gizemli Dünyası


Boyalar ve kalemler benim en yakın arkadaşımdır.

Pieter Bruegel (1525-69), 16. Yüzyılın en büyük, en önemli ressamlarından. 1559’a kadar soyadı “Brueghel” imiş, ancak bu tarihten itibaren ressam, “h” harfini atarak soyadını “Bruegel” olarak kullanmaya başlamış.

Yenilikçi ve çığır açıcı bir ressam olarak görülen Bruegel, 16. yüzyılın günlük yaşamını ve doğayı resimler daha çok. Köylüleri resimlediği için de ona “Köylü Brugel” adı takılır. Yanı sıra peyzajlarıyla da ünlüdür. Bruegel’in resimleri sosyal içeriklidir; alegoriler ve sembollerle doludur. Her bir resmi saatlerce incelenebilir...

En ünlü tabloları arasında Babil Kulesi, İkarus’un Düşüşü Sırasında Bir Manzara, Ölümün Zaferi, Karda Avcılar, Hasat Zamanı, Çocukların Oyunları, Köy Düğünü, Karnaval ve Perhiz Arasındaki Savaş ve kişisel olarak benim en çok beğendiğim, bakmaktan ve incelemekten keyif aldığım Felemenk Atasözleri sayılabilir.

Bu önemli ressamın yaşamöyküsünü Dilek Maktal Canko yazmış, Eray Özbek resimlemiş. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Pieter Bruegel’in Gizemli Dünyası, 10-15 yaş grubu için öneriliyor.

Kitapta Bruegel’in yaşamöyküsünün yanı sıra Babil Kulesi’nin hikâyesi, ressamın Çocuk Oyunları isimli tablosunda ayrıntılar yer alıyor. Hatta oynayan çocukların aklından neler geçebileceği yine tabodan alınan ayrıntılarla veriliyor ve çocuklardan da tahminde bulunmaları isteniyor. Kitabın en arkasında ise kısa bir sözlükçe bulunuyor. Bu kitabı okuyanlar bir ressamın hayatını öğrenmekle kalmayacak; bir tabloya bakmanın nasıl bir şey olduğuna dair de bir fikir edinebilecekler.
Tülin Sadıkoğlu

7 Kasım 2014 Cuma

Havai Fişek Adası'ndan Öyküler

Tulum Çalan Boğa, Diş Doktoruna Giden Timsah ve Kralın Fotoğrafçısı kitaplarından oluşan Havai Fişek Adası'ndan Öyküler Yunanlı yazar Evgene Trivizas'ın kaleminden çıkma.

Tulum Çalan Boğa, bir boğa güreşçisi ile inek arasında geçiyor. Ünlü bir matador olan El Pepoldo, o günkü müsabakasına hazırlanmak için kahvaltı yapmakla meşguldür. Tam bu esnada bir ziyaretçi gelir. Amalasunda adındaki bu inek kocasını öldürdüğü için matadora isyan ve sitem etmek için gelmiştir. Bundan sonra hayatının ne olacağını, bu işten vazgeçmesini söyler. Matador hayatını bu yolla kazandığını, yaşamak için bu işi yapmak mecburiyetinde olduğunu söyler. Konuşmaları esnasında matador Amalasunda'nın kocası olan boğa ile aslında bugün karşılaşacağını fark eder. Amalasunda ailesini kurtarmak için matadora harika bir öneride bulunur.

Diş Doktoruna Giden Timsah'da ise timsahların en kurnazı, en sinsisi olan Kornelyus'un hikâyesi anlatılıyor.  Bir gün timsahlar ne yapmaktan hoşlandıklarını söyledikleri bir toplantı yaparlar. Kornelyus, en çok el yemekten hoşlandığını söyler. Bu diğer timsahları içine alan bir tartışmaya döner. Herkes Kornelyus'a yediği elleri sorar. Acaba bir polisin, piyanistin, garsonun elini yemiş midir Kornelyus. Hepsine olumlu yanıt verir sinsi ve kurnaz timsah taa ki biri bir diş doktorunun elini yiyip yemediğini sorana kadar. Kornelyus yemediğini ama gün bitmeden yiyeceğini söyleyerek bir diş doktoru aramaya başlar. Aradığı dişçiyi de bulur.

Evgene Trivizas'ın konuları farklı ve eğlenceli bir şekilde ele aldığı kitaplar Altın Kitaplar tarafından Ari Çokana çevirisi ile yayımlandı. 6 yaş üstü çocuklar için uygun olan bu kitaplar sert kapakları ve çizimleri ile de dikkat çekici.

Ebru Akkaş

6 Kasım 2014 Perşembe

2013 Yılının Çocuk Kitapları Seçildi

Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu’nun (IBBY) üyesi olan Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği’nin (ÇGYD) Yılın Çocuk Kitapları seçiminin 2013 yılı ödülleri sahiplerini buldu. Seçici kurullarını, ülkemizin değerli akademisyen, yazar, illüstratör, grafiker ve editörlerinin oluşturduğu seçime yayınevleri, ilk baskısını 2013 yılında yaptıkları kitaplarla katıldı.

ÇGYD’nin çocuk ve ilkgençlik kitapları yayımlayan iki yüzden fazla yayınevine yaptığı çağrı sonucunda, 31 yayınevi bu yıl için belirlenen dallara ve ölçütlere uygun 149 kitapla seçime katıldı. Bu yıl için belirlenen altı dalda 4 kitaba ödül verildi, 2 kitap jüri özel ödülüne değer bulundu:


Yılın Resimli Öykü Kitabı
dalında Arslan Sayman’ın yazdığı ve Deniz Üçbaşaran’ın resimlediği, Yapı Kredi Yayınları’nın yayımladığı PİRAYE’NİN BİR GÜNÜ adlı resimli öykü kitabı,

Yılın Çocuk Romanı Kitabı dalında Behiç Ak’ın yazdığı ve Günışığı Kitaplığı’nın yayımladığı YAŞASIN Ç HARFİ KARDEŞLİĞİ adlı romanı,

Yılın Gençlik Romanı dalında Ahmet Büke’nin yazdığı ve On8 Yayınları’nın yayımladığı MEVZUMUZ DERİN adlı gençlik romanı,

Yılın Çocuk Kitabı Tasarımı dalında Saeed Ensafi’nin tasarımını yaptığı Evrensel Çocuk Kitaplığı’nın yayımladığı TABLODAKİ PRENSES adlı kitap seçilmiştir.

Yılın Çocuk Kitabı Tasarımı dalında, tasarımını Nahide Dikel’in yaptığı, Yapı Kredi Yayınları’nın yayımladığı KEDİNİN KANADI OLSA (yazan: Filiz Özdem, resimleyen: Emine Bora) kitabı; Yılın Çocuk Romanı Kitabı dalında Feyza Hepçilingirler’in yazdığı, Kırmızı Kedi Yayınları’nın yayımladığı TÜRKÜ ÇOCUK adlı kitabı Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü.

Yılın Çocuk Öyküleri ve Yılın Gençlik Öyküleri dallarında ödüle değer görülen eser bulunamamıştır.

Yılın Çocuk Kitapları 2013 ödülleri, 33. İstanbul Kitap Fuarı’nda düzenlenecek ödül töreninde sahiplerine verilecek. Ödül töreni  8 KASIM 2014 CUMARTESİ saat 15.15-16.15 saatleri arasında HEYBELİADA SALONU’nda gerçekleştirilecektir.

5 Kasım 2014 Çarşamba

İhtiyar Çınar ve Kiracıları

Büyük ormanın ortasında, geniş gövdesi, gökyüzüne uzanan kalabalık dalları, koyu yeşil yapraklarıyla yaşlı bir çınar yaşarmış. İyi kalpli bu çınarın güvenli kovuklarında pek çok hayvan kiracısı varmış. Kiracıları guguk kuşları, kalabalık bir serçe ailesi, dişlek sincap kardeşler ve iki sevimli kokarca imiş. İhtiyar Çınar, üzerinde yaşayan bütün hayvanları sever, sıkıntılarını dinler ve elinden geldiğince onlara yardım etmeye çalışırmış. Birlikte mutlu mesut yaşamakta imişler.

Ancak bir ağustos akşamı, dişlek sincaplar İhtiyar Çınar’ın kapısını çalar ve artık birlikte yaşayamayacaklarını söylerler. Bunun nedeni alt kovuktaki kokarca ailesinin çok kötü kokular yaymaya başlamış olmasıdır. Ya İhtiyar Çınar onlara yeni bir kovuk verecektir ya da gideceklerdir. Uzun uzun düşünen çınarın aklına arka taraftaki kovuk gelir, ama onu da sonbaharda kış uykusu için dönecek olan tilki için saklamaktadır. Bütün geceyi uykusuz geçirir İhtiyar Çınar.

Ertesi sabah kapısı çalındığında gelenlerin sincaplar olduğunu düşünen çınar karşısında baba kokarcayı görünce şaşırır. Baba kokarca üst kovuklarında yaşayan sincapların bir önceki ay yapılan meşe palamudu şenliklerinden getirdiklerini her gece kırıp yemelerinden uykusuz kaldıklarını ve bu duruma artık daha fazla dayanamayacaklarını söyler. Çınardan yeni bir kovuk talep eder... O da baba kokarcadan düşünmek için biraz zaman ister.

Çınar umutsuzdur. Yıllardır huzurla yaşayan kiracıları arasında ilk kez böyle bir şey yaşanmaktadır.

Günler hızla geçer; kış yaklaşmaktadır.

Bir kış sabahı İhtiyar Çınar gövdesindeki iki kovuğun boş olduğunu fark eder. Kiracılarının kendisini bırakıp gitmelerinden daha çok, kış ortasında ne yapacaklarını düşünüp üzülür. Boş olan iki kovuğu da bir gün gelirler diye kimselere vermez. Ta ki kapısını kirpiler çalana dek... Kışın uyumak zorunda olan kirpileri dışarıda bırakamaz İhtiyar Çınar ve onlara kokarcaların yaşadığı alt kovuğu verir.

Bir ay sonra, soğuk bir kış gecesi İhtiyar Çınar’ın kapısı çalınır. Çınar kapısının önünde, soğuktan donmak üzere olan dişlek sincapları ve kokarca ailesini bulur. Ancak onlara verecek yalnızca bir kovuğu vardır, İhtiyar Çınar’ın. Birlikte yaşamak istemedikleri için kovuklarını terk eden dişlek sincaplar ve kokarca ailesi şimdi ne yapacaktır?

Oğuz Çağlar’ın yazdığı, Kalender’in resimlediği İhtiyar Çınar ve Kiracıları, Dörtrenk Yayınlar tarafından yayımlanıyor. Kitap 4-7 yaş grubu için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

3 Kasım 2014 Pazartesi

Numaranı Ortaya Çıkardık

Rakamlar, sayılar, işlemler içinde matematik bir kâbusa dönüşebiliyor. Toplama, çarpma, bölüme, çıkarma; havuzun bir musluk açıkken kaç saatte dolacağı, araçların karşı yönlerden hareket ettiklerinde birbirlerini nerede yakalayacağı ve aslında bunların gündelik hayatta insanların işine yarayıp yaramayacağı düşüncesi insanları matematikten uzaklaştırabiliyor.

Numaranı Ortaya Çıkardık, Evrendeki Her Şey Sayılardan Oluşuyor kitabı matematiğe farklı bir bakış açısı sunuyor. Matematiği şöyle tanımlıyor: "Her ne kadar bütün bilim ona dayansa da matematik bilim de değildir. Matematik, daha çok sanata benzer. Sürekli yeni keşiflerin ve icatların, düşünce ve uygulamaların akıp durduğu bir nesnedir."

Çentik atmaktan başlayarak sayıların ortaya çıkışı, farklı sayı sistemlerinin varlığı, bunlarla sayılabileceği, bilgisayardaki sayı mantığı gibi konuları ele alış ve aktarışı ile matematiğe bakış açısını değiştiren bir kitap. İçinde eğlenceli teoremler de yer alıyor. 2=1'i kanıtla bunlardan biri. Nasıl mı? İşte böyle:

1x0= 0 ve 2x0=0
Dolayısıyla 1x0 = 2x0 
Sonra her iki tarafı da sıfıra bölün. Böylece sıfırlar birbirini götürür.
1=2 ile kalırsınız.

Matematik söz konusu olduğu için kitapta elbette mantık, teorem ve ispattan da bahsediliyor. Canlıların dünyasının da matematiksel yanı olduğu kolay akıcı bir anlatımla aktarılıyor hem de neşeli çizimler eşliğinde.

Mukul Patel'in yazdığı, illüstrasyonlarının Suphira Sahai'ye ait olduğu Numaranı Ortaya Çıkardık, İş Bankası Kültür Yayınları'nca Çağlar Sunay çevirisi ile yayımlandı. 

Ebru Akkaş