30 Ocak 2015 Cuma

Peter H. Reynolds'dan "Mış Gibi"


Ramon resim yapmaya bayılan bir çocuk. Kâğıdı ve kalemi elinden düşürmeyen Ramon yatakta olsun, tuvalette olsun her fırsatı değerlendirip her şeyin resmini yapıyor. Yine böyle bir gün vazoyu ve içindeki çiçekleri çizerken ağabeyi Leon, Ramon’un resmine bakıp alay ederr. Kahkahaları arasında çizdiğinin ne olduğunu sormayı da ihmal etmez.

Ramon neye uğradığını şaşırır ama ağabeyinin yaptığını görmezden gelemez. Hevesi kırılmıştır ve yeteneğini, çizdiği resimleri sorgulamaya başlar. Çizip atar, buruşturup atar resimlerini.

Kalemi elinden bırakıp bu işin bittiğini düşündüğünde kız kardeşi Marisol, vazodaki çiçek resmini göstererek en sevdiğim bu der. Ramon, aslında vazoyu ve çiçekleri çizmek isteyip beceremediğini söylediğinde Marisol’un verdiği “VazoyMUŞ GİBİ” yanıtı ile Ramon kendine gelir. Ayrıca bu yanıt Ramon’un farklı bir yaklaşım göstermesini sağlar. Kız kardeşi Marisol neredeyse Ramon’un ilham perisi oluyor.


Peter H. Reynolds, çocukları yaptıkları işlere kendi imzalarını atmalarını sağlayan metinler yazıyor. Sanata yaklaşım, sanatta kendini ifade etme ve yaptığını savunabilme ile bakış açısının işleri değiştirebildiğini gösteriyor.

Peter H. Reynolds, “mış gibi” kitabını istediği gibi çizmeyi ona öğreten öğretmeni Doug Kornfeld’e ithaf etmiş. Oya Alpar’ın çevirdiği, Altın Kitaplar Yayınevi tarafından yayımlanan kitap okul öncesi çocuklara hitap ediyor. 

Ebru Akkaş 

28 Ocak 2015 Çarşamba

Bir Pekin Ördeğinin Tam 15 Yıl 5 Ay Süren Yolculuğu

1992 yılında Çin’in doğusunda, okyanusta kopan fırtına sırasında bir yük gemisi batar. Gemideki otuz bin sarı plastik ördekçik okyanusa dökülür. Bu otuz bin plastik ördeğin arasında canlı bir anne ördek ile on yavrusu da bulunmaktadır.

Çin’in bir köyünde, bir İngiliz tarafından kurulan fabrikada üretilmiştir bu plastik ördekler. Anne ördek de köyde yaşayan Bay Hou’ya aittir. Fabrikanın sahibi İngiliz, birkaç günlüğüne Bizim Ördek’e ve yavrularına el koyması karşılığında ona ve tüm ailesine fabrikada iş vermiştir. Bay Hou da “Er ya da geç, yeniden buluşacağız canım,” diyerek ayrılmıştır ördeğinden.

Yük gemisinde okyanusa dökülen binlerce plastik ördek, okyanustaki akıntılarla birlikte sürüklenmeye başlar. Bu yolculuk tam tamına 15 yıl, 5 ay sürecek ve tüm dünyanın ilgisini üzerine toplayacaktır.

Fabrika sahibi olan Bay Pleir, tüm ördeklerin bulunup geri getirilmesini, gerekirse ördekleri bulan kişilerden satın alınmasını ister. Bu arada ördeklerin okyanustaki akıntılara göre yol almasının açık deniz akıntılarının gözlemlenmesi açısından bir fırsat olabileceği ortaya çıkar. İki okyanusbilimci Lindsey ve Pol, bu fırsatı değerlendirirler. Ancak çalıştıkları Deniz Bilimi Enstitüsü’nün bu çalışmaya sponsor bulması gerekmektedir. Enstitü müdürünün bulduğu kişi bir sürpriz olur: Fabrika sahibi İngiliz Bay Pleir. Sponsor olmayı kabul eden Bay Pleir’in bunun karşılığında tek istediği bulunan her bir ördekçiğin kendisini teslim edilmesidir. Böylelikle bu ördekleri yüksek bir fiyata satabilecek ve sigortadan aldığının üzerine ayrıca para kazanmış olacaktır. Bir de basına bu çalışmanın çevre yararına yapıldığı söylenecektir. Ancak Pleir’in amacı yalnızca para kazanmak ve reklamını yapmak değildir. Üzerini örtmeye çalıştığı, ortaya çıkmasını istemediği çok daha gizli bir sırrı vardır.

Bizim Ördek, bir şekilde on yavrusundan ayrı kalmıştır ama beraberinde binlerce plastik ördek vardır ve hepsi onu izlemektedir. Birlikte yapacakları yolculukta bir süre şeye tanık olacaklar ve pek çok serüven yaşayacaklardır. Çaresiz kaldığında diğer hayvanlardan destek görecek ve zor durumda olduğunu gördüğü hayvanlara ve insanlara da o yardım edecektir.

Bizim Ördek’in yolu Endonezya, Basra Körfezi, Somali, Madagaskar, Güney Kutbu ve daha başka yerlere düşecek ve burada savaşa, yoksulluğa, çevre sorunlarına, insanların açgözlülüğünün ve kimi zaman da acımasızlığının yol açtığı yıkımlara tanıklık edecektir.

Vassilis Papatheodorou’nun gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı, Petros Bouloumpasis’in resimlediği ve Fulya Koçak’ın Türkçeleştirdiği Bir Pekin Ördeğinin Tam 15 Yıl 5 Ay Süren Yolculuğu, Kelime Yayınları tarafından yayımlanıyor. Yazar, anne ördek aracılığıyla dünyadaki pek çok soruna değiniyor, böylelikle okurların dikkatini bu sorunlara çekmiş oluyor.
Kitabı dokuz yaş ve üstü okurlar için önerebiliriz.

Tülin Sadıkoğlu

26 Ocak 2015 Pazartesi

Rudyard Kipling'den Kim

İlk kez bir dergide tefrika edilen, 1901 yılında kitaplaşan Kim, Nobel Edebiyat Ödüllü Rudyard Kipling'in sevilen romanlarından biri.

Hindistan'da doğan, beş yaşındayken İngiltere'ye giden Kipling bu romanında Hindistan'da görev yapan İrlandalı bir subay oğlu olan Kimball O'Hara'yı konu eder.
Annesi ve babası ölünce sokaklarda yaşayan, arada Mahbub Ali'ye iş yaparak geçinmeye çalışan Kim'in hayatı Tibetli lama -Teshoo Lama- ile kesişince değişir.

Teshoo Lama, bir amaç uğruna yola düşmüştür, Kim onun çömezi olarak bu yolculukta lamaya eşlik eder. Bu yolculuk sırasında Kim'in babasının görev yaptığı askeri birlikle rastlamaları, onların Kim'in gerçek kimliğini fark etmeleri sonucu lama ile çömezinin yolculukları kesintiye uğrar.
Kim sokaklarda tam bir Hintli gibi yaşam sürerken sahip denilen İngilizlerin hayatına uyum sağlamaya zorlanmasından hiç hoşlanmaz. Bu durumdan kurtulmak için kaçmayı bile dener. Teshoo Lama, Kim'in eğitimi için gerekli maddi desteği vereceğini ve iyi bir eğitim alması gerektiğine ikna olur. En sonunda iki tarafı da memnun edecek bir anlaşma yaparlar. Okul zamanı derslerini yapacak, tatillerinde ise ona kimse karışmayacaktır.

Nesin Yayınevi'nce yayımlanan Kim'i Egemen Berköz kısaltarak çevirmiş ve Nesrin Sağlam resimlemiş. Kitap, 10 yaş üstü çocuklara öneriliyor.

Ebru Akkaş

23 Ocak 2015 Cuma

Muhteşem Ay Tavşanı

Eğlence, oyun, fıkra, şaka ve çok çok FANTASTİK ıvır istiyorum!”

Şımarık, huysuz ve buyurgan Prenses P.J. Petulant her istediğini elde eder. Kendisine karşı gelindiğinde ağlayıp sızlar, ciyak ciyat bağırır, çimdikleyip tekme atar ya da nefesini sersemleyip başı dönene kadar tutar. Eninde sonunda da Gariplikler Diyarı’nın kral ve kraliçesi olan anne-babasını istediğini yapmaya ikna eder. P.J.’in son isteği, “cici, fazla kıkırdak olmayan, yeşil ve mor, pullu ve kahverengi” bir ejderhadır. Adını da Sandra koyacaktır. Annesiyle babası onu vazgeçirmeye çalışırlar, ama bu işe yaramaz.Böylece P.J.’ye bir ejderha alınır. Aynı gün, şatoya, tam da prensesin istediği gibi bir ejderha getirilir. Ancak biraz asabidir; bunun en büyük nedeni de erkek bir ejderha olmasına rağmen adının Sandra olmasıdır. Prenses, ejderhanın gelişini ellerini çırparak karşılar ancak hemen sonra tüm ilgisini yitirir. Şimdi, Ay’daki tavşanı yani Ay Tavşanı’nı istemektedir.

Çoğu insan dolunaya baktığında Ay’daki güler yüzlü adamı görür. Ama bazı insanlar yukarıya baktıklarında Ay Tavşanı’nı görebilirler. Siz de dikkatle bakarsanız onu, yani Ay Tavşanı’nı görebilirsiniz. Uzun kulakları arkasına doğru uzar, gözleri yukarı bakıyor gibi görünür. İşte, P.J. başını kaldırıp gökyüzüne baktığında gördüğü şey tam olarak buydu.
Kraliçe Elsie ve Kral Winston bakıştılar.
“İşte şimdi yandık!” dedi Kral.

P.J. Petulant her yolu dener, ama ne yaparsa yapsın fayda etmez. Kral ve kraliçenin yapabileceği hiçbir şey yoktur.

Bir akşam yatağından kocaman dolunaya bakan P.J. gözlerini Ay’a diker ve, “Ay Tavşanı’nı istiyorum... Ay Tavşanı’nı istiyorum... Ay Tavşanı’nı istiyorum...” diyerek uyumak üzeredir ki birinin, “Ama istediğin HER ŞEYE sahip olamazsın,” dediğini ve ardından da, “Gerçi haksız da sayılmazsın, ben İNANILMAZ özel bir şeyim,” diye eklediğini duyar. Bu Ay Tavşanı’nın ta kendisidir. P.J. Petulant kendisinden daha “şımarık, huysuz ve buyurgan” biriyle karşı karşıyadır ve kendisini, bir anda, hiç beklemediği kadar heyecanlı bir maceranın içinde bulacaktır.  

Sue Monroe’nun yazdığı, Birgitta Sif’in resimlediği, Zeynep Alpaslan’ın Türkçeleştirdiği Muhteşem Ay Tavşanı, Redhouse Kidz tarafından yayımlanıyor. Ay Tavşanı ve Prenses P.J.’in maceraları ikinci kitapta da devam edecek.

Kitap, 7 yaş ve üstü çocuklar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

21 Ocak 2015 Çarşamba

Çocuklara Bayılan Canavar: Yark

Yeryüzünde bol miktarda bulunan Canavar türleri arasında en yaygın olan insandır. Ancak bir tür daha var ki o bayağı seyrek görülür ve pek de tanınmaz. Bu türün adı Yark'tır. 

Yark, dünyada kalmış az sayıda canavardan bir tanesi. Çocukları yemeğe bayılıyor ama yemek seçmek gibi bir huyu var. Mesela her önüne gelen çocuğu yiyemiyor. Öncelikle çocukların uslu olduğundan emin olmak için onları kokluyor. Eğer çocuklar usluysa onları bir lokmada yutuveriyor, çocuklar yaramazsa onları bırakıyor çünkü sindirim sorunları yaşamak istemiyor. Yanlışlıkla yediğinde ise ıstırap dolu saatler geçiriyor.

Ah ah, Canavar nasıl da özlüyor geçmiş günleri! Bir zamanlar, çocuklar sevecen ve saftı. Büyükanne kılığına girmek yetiyordu onları pençelerine düşürmek için. ... Heyhat, yaşadığımız çağ Yark'ın rejim yapmak zorunda bırakıyor. Modern zamanlarda yenebilir gibi çocuk neredeyse hiç bulunmuyor. 

Yark dünyada pek uslu çocuk kalmadığı için yemek bulmakta zorlanıyor. Aklına Noel Baba’nın listesini eline geçirebilirse bu dertten kurtulacağı geliyor ve kendini Noel Baba’nın kapısının önünde buluveriyor. Noel Baba niyetini anladığı için Yark eli boş döneceğini fark ediyor ama yine de şans ona gülüyor. 

Elindeki ufacık listeden planını işletmeye başlıyor. Adresteki çocuğu yiyip onun yanlış çocuk olduğunu ona sindirim sistemi haber veriyor. Acıyla kendinden geçip sağa sola koştururken kendini bir deniz fenerinde buluyor. Ona şefkat ile bakan ve kendine benzemeyenleri de seven Madeleine’i ölçütlerine uygun olsa da yiyemiyor. 

Bertrand Santini'nin yazdığı, Laurent Gapaillard'ın resimlediği Yark alışılagelmişin dışında bir kitap. Siren İdemen'in çevirdiği kitap Büyülü Fener Yayınları tarafından yayımlandı.  

Ebru Akkaş

19 Ocak 2015 Pazartesi

Kaplumbağamın Adı Meraklı

Hikâyenin baş kahramanlarından Deniz sekiz yaşında, Almanca ve Türkçeyi çok iyi konuşan, iyi bir kitap okuru olan, geveze, çok soru soran dünya tatlısı bir çocuk. Diğer kahramanımız Meraklı ise küçücük bir su kaplumbağası. İkisinin yanı sıra kedi Bay Cimbil, Deniz’in ailesi, yakınları, yani Ayşe ile Kaptan, Beter Amca ile karısı, onların çocukları Lâl ve arkadaşları da var.

Deniz’i çok seven ve onun da çok sevdiği pek çok kişi vardır ama annesi yoktur ne yazık ki... Artık yanında değilse de annesinin söylediklerinin çoğu, onun duru sesiyle birlikte, hatırındadır Deniz’in:

“Unutma,” demişti sevgili oğluna,
“En büyük mutluluk bu dünyada,
Yaşamak sevgi ve barışla.”

Küçük su kaplumbağası ise babasından Deniz’e karne armağıdır. Babası ona kaplumbağayı verirken bir uyarıda bulunmuştur:

“Bu kaplumbağa senin.
Beslenmesi de temizliği de
Tümüyle senin işin.
Unutma ki o bir canlı, yok bizden pek farkı,
İhmal edersek bakımın
Ve yanarsa canı
Yazık olur sonra.”

Deniz, kaplumbağanın bakımı için gerekli bilgiyi nerede edineceğini düşünmeye koyulur, ama babası çoktan hazırlamıştır gereken her şeyi. Üstelik bir sürpriz daha yapar babası ve dişi bir kaplumbağa alır. Onun adını da Sevgi koyar, Deniz.

Okullar kapanınca hep birlikte Ada’ya giderler. Böylelikle Deniz’in ada günleri başlar. Ancak tatil Ada’yla sınırlı kalmayacaktır. Önce Kars’a, sonra da başka ülkelere doğru seyahatler yapacaktır, Deniz. Kimi zaman güzel şeyler görecek, mutlu olacak; kimi zaman da gördükleri ona üzüntü verecektir.

Hikâyenin sonunda üzücü bir olay daha yaşanacaktır, ama yazarın dediği gibi:

Karşılamak gerekiyor hepsini, cesaretle
Sevinçle keder yaşanıyor iç içe.

Ayşe Sarısayın’ın çocuklar için yazdığı Kedimin Adı Çamur ve Köpeğimin Adı Erik’in ardından Kaplumbağamın Adı Meraklı da Can Çocuk Yayınları’ndan çıktı. Yasemin Ezberci’nin resimlediği ,şiir biçiminde yazılmış bu kitap, sekiz yaş ve üstü çocuklar için öneriliyor.

Sevgili Ayşe Sarısayın, şiirin içine doğup şiirle, edebiyatla büyümüş. Öykülerindeki duyarlılıkta, anlatımındaki durulukta, bir öyküye kocaman bir dünya sığdırabilmesinde, az şey söyleyerek çok şey anlatmasında bunun bir etkisi olduğunu söylersek yanılmış olmayız sanırım.

Ayşe Sarısayın, yaşama dair her şeyi, iyiyi ve güzeli, neşeyi ve hüznü hakkını vererek yaşamayı; içinde yaşadığımız dünyayı tüm canlılarıyla birlikte sevmeyi anlatıyor okurlarına. Bu çok özel yazarın çocuklar için yazması büyük bir şans.  

Tülin Sadıkoğlu


Kitaptan bir alıntı:

Herkes benzemez birbirine,
Çeşit çeşittir insanlar,
Yakın ya da uzak hissettiklerimiz var.
Hor görmemek gerekir bize benzemeyenleri,
Hoşgörü ve anlayış hayatın erdemleri.


Hem düşün bir kere,
Ne sıkıcı olurdu kim bilir,
Tamamen aynı olsaydı tüm canlılar.
İkizlere bile bakarsan dikkatlice,
Görürsün hemen,
Tıpatıp benzemediklerini birbirlerine.
 
Hayatın anlamıdır bu farklılıklar,
Beyazlar, karaderililer, sarı ırktan olanlar.
Hem görünüşleriyle hem de karakterleriyle
Gökkuşağının yedi rengi gibi
Bir mozaik oluşturuyorlar.
 

16 Ocak 2015 Cuma

Sesini Arayan Papağan Oscar

Duyduğunu bir seferde anlayan ve hemen taklit edebilen bir papağan Oscar. Eyfel Kulesi’ni gören bir apartmanda yaşıyor. Manzarası güzel. Yaşadığı daire sesler konusunda pek zengin; televizyon, küçük ev aletleri, çalar saat derken dışarıdan gelen sesler de  ona malzeme sunuyor. Her birini ustalıkla taklit edip seslendirirken aynı şeyleri tekrarlamaktan sıkılmaya başlıyor.

Pencerenin ardından duyduğu seslerden başka hangi sesler olduğunu merak ediyor. Dışarıya çıkıp keşif yapmak için pencerenin açık kalmasından faydalanan Oscar kendini binbir sesle dolu dünyanın en büyük kentlerinden birinde kanat çırparken buluyor. 


Tüm bu sesler içinde her şeyin kendine özgü bir sesi olduğunun ayırdına varıyor Oscar: Bazılarının daha güçlü sesler çıkardığı bazılarının sesini duymak için dikkat vermek gerektiği gibi. Oscar’ın asıl yolculuğu ise kendi sesini aramaya duymak istediğinde başlamış.


Sesini Arayan Papağan Oscar, Courtney Dicmas tarafından yazılıp resimlenmiş. Kitap kendine konu ettiği papağanların renkliliğini, canlılığını ve de sevimliliğini taşıyor. Sesini Arayan Papağan Oscar, insanın kendine dönmesi, kendi fark etmesi ve belki de kendini farklı değerlendirmesi üzerine güzel bir kitap.

Tanal Burcu Ural Kopan tarafından Türkçeleştirilen kitap Marsık Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitap okul öncesi dönemdeki çocuklara hitap ettiği kadar okuma yazmayı yeni öğrenenler için de güzel bir başlangıç kitabı.

Ebru Akkaş

14 Ocak 2015 Çarşamba

Yarından Sonra

"Hep böyle mi olacak?" dedi, kısık ve endişeli bir sesle. "İşler bir daha yoluna girmeyecek mi?"

İngiltere’de beş bankanın aynı anda çöktüğü gün “Kıyamet” olara adlandırılır. O günden sonra ülkeye kaos hakim olur. Paranın hiçbir değeri yoktur. Değeri olan tek şey yiyecektir ve o da çok az bulunmaktadır.

Matt’in ailesi, bu zor şartlar altında hayatta kalmaya çalışan ailelerden yalnızca bir tanesidir. Kamyon şoförü olan babası, taşıdığı patatesler için öldürülmüştür. Matt’in annesi Ally, ikinci evliliğini Justin adında biriyle yapar.
Ally, babasının ölümünden sonra onun tarlasını ekmeye başlar. Yetiştirdiği sebzeleri ölen kocasının patronu Bob vasıtasıyla başka şeylerle takas etmeye başlar. Böylelikle, en azından yiyecek konusunda sıkıntı yaşamazlar. Ancak evinde fazladan yiyecek bulunduranlar “Stokçu” olarak ilan edilmekte ve silahlı baskıncılar tarafından bu kişilerin evleri yağmalanmaktadır. Matt’in evi de iki kez baskına uğrar. İkincisinde tam olarak ne olduğunu ne Matt ne de altı yaşındaki küçük kardeşi Taco görebilir; çünkü anneleri onlardan gözlerini kapatmalarını ve bakmamalarını istemiştir...

İkinci baskında fotoğrafları çekildikten ve internet sitesinde “Stokçular” olarak ilan edildikten sonra Ally, Bob’un yardımıyla Fransa’ya gitmeye karar verir. Ancak, tam yola çıkacakken annesi, yani Matt'in büyükannesi kalçasını kırınca İngiltere’de kalır. Matt ve Taco’yu Justin’le birlikte yollar.

Oldukça zorlu geçen yolculuk Fransız askerlerinin onları tünelde durdurmasıyla yarıda kesilir. Yalnızca çocuklu olan aileler Fransa’daki sığınma kampına yollanacaklardır. Matt, Taco ve Justin ile yanındaki genç kızı kendi çocuğu olarak tanıtan Bob bu haktan yararlanırlar. Yiyecek azdır, Fransızlar onlardan pek hoşlanmaz ve Justin’in de yaşadıklarından sonra morali çökmüştür. Matt ve Taco nasıl idare edeceklerini bilemezken Fransızca bilen Paige, çocuklar için neredeyse bir kurtarıcı olur. Kampta aynı durumda olanlar arasında da bir yakınlaşma, yardımlaşma başlar.

Matt, kamptakilerin durumunu aktarmaya çalışan televizyoncu Salman’ın da teşvik etmesiyle evden getirdiği bisikletini tamir ederek bu durumu en iyi şekilde atlatmaya karar verir. Bisikletini nasıl tamir edeceğine kafa yorarken Fransız bir kadının eski, kırılmış bisikletleri olduğunu keşfeder. Gerekli olan şeyleri ondan çalmaya çalışırken yakalanır, ancak Paige’in yardımıyla kadına bisikletlerini tamir etmeyi önerir. Böylece bisiklet tamircisi olarak adı yayılır. Bob’un yardımıyla bisiklet tamir ederek para kazanmaya başlar. Bu arada Taco da Fransız kadının oğlu Pierre ile arkadaş olmuş, Paige’in yardımı ve Pierre’in arkaşlığıyla Matt’in pek de sevmediği Fransızcasını ilerletmeye başlamıştır. Justin ve Matt arasında da bir sürtüşme olur. Justin elinden geleni yapmaya çalışırken Matt de bisiklet tamir ederek İngiltere’ye geri dönebilmek için para biriktirmeye çabalamaktadır. Yiyeceklerine dadanmış olan bir farenin Taco’yu ısırmasıyla aralarındaki gerilim de artar.

Daha sonra durum iyice kötüleşir. Öyle ki Matt koyu bir yılgınlığa düşer.  Her şey son derece umutsuz görünürken... Ne mi oluyor? Kitabı okuyun, göreceksiniz.

Çeşitli felaketlerle ilgili çok sayıda çocuk kitabı var; ancak “Yarından Sonra” bunlar arasında farklı bir yere sahip. Bu kez felaketin nedeni ekonomik. Günümüz için muhtemel bir felaket senaryosu olabilecek bu kitap, genç okurlarını güncel sosyal sorunlar, ekonomik sistemin yol açabileceği felaketler ve dünyanın herhangi bir yerindeki mültecilerin durumu üzerine epeyce düşündürecek kanımca. İyi yazılmış, iyi kurgulanmış, tansiyonu hiç düşmeyen bir kitap. Her ne kadar Matt'in ve Taco'nun ve elbette diğerlerinin yaşadıkları, başlarına gelenler iç açıcı olmasa da insanı umutsuzluğa düşürmüyor. Aksine, okurları düşünmeye, empati kurmaya iterek ve mücadeleci ruhun, dayanışmanın önemini göstererek içlerindeki gücün farkına varmalarını sağlıyor.    

Gillian Cross’un yazdığı, Hilmi Çeltikoğlu’nun Türkçeleştirdiği Yarından Sonra, Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanıyor. Kitap 12, 13, 14 yaş grubu ve gençler için öneriliyor.
Tülin Sadıkoğlu

12 Ocak 2015 Pazartesi

Yeşil Kuyruklu Fare

Leo Lionni, resimli kitaplarını sevdiğim yazar çizerlerden biri. Hollanda'da doğan, İtalya'da büyüyen ve çalışmalarına Birleşik Amerika'da devam ettiren Lionni'nin duru anlatımı ve çizimlerinden oluşan kitapları birçok ödüle layık görüldü.

Yeşil Kuyruklu Fare, Lionni'nin Türkçeye çevrilen az sayıdaki kitaplarından biri. Whillshire ormanında huzurlu bir yaşam süren tarla farelerinin yolu oradan geçen bir şehirli fare ile kesişir. Yuvalarını tilki ya da yılanların keşfetmediği için tehlikeden uzak yaşan bu fareler, şehirli fareden kentin sıkıcı ve tehlikeli olduğunu öğrenir.

Kentli fare şehirdeki en harika günün Marti Gras günü olduğunu söyler. Fransızca Şişman Salı anlamına gelen günde neler yapıldığından bir bir bahseder. Tüm bu anlatılanlar içinde en çok maskeler, tarla farelerinin dikkatini çeker.

Onlar da Şişman Salı gününü kutlamak için hazırlıklara başlarlar. Alev gözlü, ışıltılı dişli birbirinden ürkütücü  hayvan maskeleri yaparlar. Farelerin bir tanesi de kuyruğunu yeşile boyar. Kutlamalar sırasında maskelerini takan tarla fareleri, sevimli ve huzur içinde yaşayan fareler olduklarını unutur...

İlk baskısını 1973 yılında yapan Yeşil Kuyruklu Fare'yi Kemal Atakay Türkçeleştirmiş. Elma Çocuk tarafından yayımlanan kitap, okul öncesi dönemdeki çocuklara hitap ediyor.

Leo Lionni'nin diğer kitaplarının da çevrilmesini heyecanla bekliyoruz.

Ebru Akkaş

9 Ocak 2015 Cuma

Ben, Malala

Sesimizin değerini ancak susturulduğumuzda anlarız.

Çocuklar, okuldan eve dönmektedirler. Küçük minibüs perdelerle örtülüdür. Dışarısı zar zor görülmektedir. Kız öğrenciler araca arka taraftan binerler. Şoförle onları ayıran bir paravan vardır.

On üç, on dört yaşlarında olan Malala ve Laila yakın arkadaştırlar. Yaşları küçük olsa da ileride ne yapmak istediklerini bilirler: Doktor olacaklardır.

Çocuklar kendi aralarında derslerle ilgili konuşurlarken perde bir anda açılır ve sakallı bir kafa görünür. Malala’yı sormaktadır. Malala, Allah’ın askerlerine, Taliban’a hakaret etmiştir ve o yüzden cezalandırılacaktır. Genç adam, hemen yanıt vermezlerse hepsini öldüreceğini söyler. Kimse bir şey söylemez, ama birkaç kişinin bakışı Malala’ya yönelir. Sakallı genç de bu bakışları takip eder ve Malala’nın kim olduğunu anlar. Ateş eder.

Ambulans Malala’ya hastaneye yetiştirirken insanlar da bunu yapanların hükümet tarafından cezalandırılmaları gerektiğini söylemektedir. Malala ne ambulans ne de helikopterin farkındadır. Onun zihni başka bir yerdedir.

Malala gözlerini açtığında kendisini bir hastane yatağında bulur. Boğazında bir tüp vardır. Urduca konuşan bir doktor ona açıklamalarda bulunur; İngiltere’de bir hastanede olduğunu söyler. Ailesi ise Pakistan’dadır, ama çok yakında geleceklerdir. Saldırının üzerinden on gün geçmiştir. Malala saldırı anını hatırlar. Adam ona ateş etmiş, ama o hayatta kalmıştır.

Yavaş yavaş iyileşmeye başlar, Malala. Bu arada ona yüzlerce mesaj gelmiştir.

Bir süre sonra boğazındaki tüp çıkarılır, enfeksiyon tehlikesi geçer; yeniden konuşmaya ve yemek yemeye başlar. Hemşireye yaslanarak biraz biraz yürüyebilmektedir ve nihayet ailesi de yanına gelir.

Birkaç gün sonra hükümet Malala’nın adını bir okula vereceklerini açıklar, ama öğrenciler bir sonraki hedef olmak istemedikleri için buna itiraz ederler. Malala, öğrencilerin kendisi yüzünden tehlikede olmalarını istemediğini söyleyerek adının okula verilmemesini ister.

Üç ay sonra Malala hastaneden tekerlekli sandalye yerine ayakları üzerinde, yürüyerek çıkar. Kapıya vardığında bir an durur ve kamerayı selamlamak üzere arkasını döner. Dünyadaki tüm insanlar görecek, anlayacaklardı; Taliban onun hayatını almak istemiş, ancak bunu başaramamış; böylece onu daha da güçlü kılmışlardı.

2012'de kız çocuklarının okula gitmesi için kampanya yürütürken Taliban tarafından vurulan ve 2014 yılında Nobel Barış Ödülü’nü alan Malala Yusufzay anılarını gazeteci Christina Lamb ile birlikte kaleme aldı. Epsilon Yayınları tarafından yayımlanan Ben, Malala teröre, şiddete, korkuya boyun eğmeyen cesur bir kızın öyküsü.

Malala, başına gelenleri anlattığı kitabının, küçük yaştaki okurların anlamakta zorluk çekeceğini düşünerek, çocuk versiyonunu da yazdı. Ancak ülkemizde henüz yayımlanmadı. Her ne kadar yetişkinler için düşünülerek yazıldıysa da iyi bir kitap okuru olan 15 yaş üstü genç okurlar da rahatlıkla okuyabilirler.
 
Tülin Sadıkoğlu

7 Ocak 2015 Çarşamba

Deniz Hikâyeleri

Deniz Hikâyeleri, Ronda ve David Armitage’ın iki öyküsünden oluşan bir kitap. Okumayı yeni öğrenen çocuklar için hazırlanmış bu kitapta Deniz Fenerinde Öğle Yemeği ve Deniz Kıyısında Piknik adlı öyküler yer alıyor.

Deniz Fenerinde Öğle Yemeği'nde, deniz feneri bekçiliği yapan ve evi fenerin karşı yamacında yer alan İrfan Amca’nın yemek sepetinde dadanan martılardan kurtulma hikâyesi anlatılıyor.

İrfan Amca için birbirinden güzel yemekler yapıp bunu sepetin içinde karşıda yer alan deniz fenerine ulaştırmaya çalışan Canan Teyze yemeklerine başka bir ortağın çıkmasından rahatsız olur.  Martılarsa yeni keşfettikleri bu kaynaktan vazgeçecek gibi görünmez. Canan Teyze ise yemeklerini martılara kaptırmamak konusunda azimlidir. Denemeleri ve çabaları boşa gitmeyecektir.

Deniz Kıyısında Piknik’te ise İrfan Amca ve Canan Teyze piknik yaptıktan sonra kayıklarını bağlamayı unuttukları için piknik alanında gecelemek zorunda kalırlar. Aslında evlerine yürüyerek dönmeleri mümkünken İrfan Amca’nın fazla kiloları buna engel olur. Durumdan hiç hoşlanmayan Canan Teyze, kocasını uyarır ve bu konuda harekete geçmesini sağlar.

İş Bankası Kültür Yayınları’nca yayımlanan Deniz Hikâyeleri, Sevgi Atlıhan tarafından Türkçeye çevrilmiş. Kitapta yer alan isimler çocuklara kolay bir okuma sağlaması amacıyla Türkçeye uyarlanmış. Yazı karakteri ve resimlemeleri ile okumaya yeni başlayanlar için güzel bir okuma sunuyor.

Ebru Akkaş



5 Ocak 2015 Pazartesi

Eve Yolculuk

Buzların eridiğini gören, artık yiyecek bulamayan Kutup Ayısı, "Burada kalamam," diyerek gitmeye karar verir. Yüzerken bir kayığa rastlayan Kutup Ayısı, kayıkla yol almanın daha kolay olacağını düşünür ve kayığa biner. "Çok geçmeden, makinaların homurdandığı ve yüksek binaların gökyüzünü sakladığı bir şehre" gelir. Burada bir pandaya karşılaşır. Şehirde yaşayamayacağını söyleyen Panda, Kutup Ayısı ile birlikte gitmeye karar verir. Bir süre sonra bir Orangutan görürler. Eskiden bir orman olan, ama artık tek bir ağacın bile kalmadığı bu yerden ayrılmak durumundadır Orangutan da...

Yol boyunca martıların şarkılarını dinlerler, balıklarla selamlaşırlar, gökyüzünde bulutların oluşturduğu güzel şekilleri seyrederler.

Bir kaya görürler. Arkasında bir fil vardır. Dişlerini çalmak isteyenlerden saklandığını söyler onlara, Fil. Panda, ona kendileriyle gelmesini teklif eder. Böylece Kutup Ayısı, Panda, Orangutan ve Fil birlikte neşe içinde, şarkılar söyleyerek yol almaya devam ederler. Ancak hava birdenbire kararır, deniz kabarır. Bir fırtına çıkar. Fırtına diner dinmesine ama kocaman dalgalar onları çok uzaklara sürüklemiştir. Hepsi kendi evini özler. Sonra... Sonrasını merak ediyorsanız kitabı okuyun!

Kitabı okuyun dedim, ama sizi bir konuda uyarmalıyım. Kahramanlarımızdan hiçbirine bir şey olmuyor, ama yuvalarına dönmeleri de biraz zor görünüyor. Neden mi? Kutup Ayısı'nın ve Panda'nın yuvasına dönebilmesi için kutuplardaki buzulların erimemesi, Orangutan'ın evine dönebilmesi için tırmanabileceği, yiyecek bulabileceği ağaçların bulunduğu ormanların oluşması, Fil'in dönebilmesi için de artık kimsenin onu avlayamaması gerekmektedir. İşte, bunlar olursa hepsi evlerine dönebilecekler.

Bu dört kahramanı evlerinden eden nedir, kimlerdir? Peki, onların evlerine dönebilmelerini sağlamak için neler yapabiliriz? Buna benzer pek çok soru aklımıza geliyor bu kitabı okuyunca. Sonunda  hiçbiri evine dönemese de en azından onların eve dönmesini sağlamak için neler yapabileceğimizi düşündürtüyor kitap...

Frann Preston-Gannon’ın yazıp resimlediği, Eda Serdaroğlu Daş’ın Türkçeleştirdiği Eve Yolculuk, Pötikare Yayıncılık tarafından yayımlanıyor.

Tülin Sadıkoğlu