Fulya,
yeni taşındıkları eve henüz alışamamıştır. Eski evini, oradaki yaşamını ve insanları
çok özlemektedir. Gecekonduların yerine kurulan bu yeni mahalledeki sitedeki
yaşam ise Fulya’ya çok sessiz ve sıkıcı gelmektedir. Öyle ki kendini bu
sessizliğin ortasında bulan Fulya, kimi zaman çığlık atar, ulur ve sirene
benzer sesler çıkarır.
Bir
gün annesi evdeki ekmeğin bitmek üzere olduğunu söylediğinde Fulya bunu etrafı
keşfetmek için bir fırsat olarak görür. Bakkala ekmek almak için kendisi
gidecektir; bu arada komşularına da bir ihtiyaçları olup olmadığını soracaktır.
Annesi tam ikna olmamıştır, sonuçta yeni taşındıkları bu yerde henüz kimseyi
tanımamaktadırlar. Ancak Fulya çoktan kapıyı aralamış, bozuk paraları almış
evden çıkmak üzeredir ki tam o esnada karşı evin kapısı aralanır. Başında
beresi ve okyanus mavisi gözleriyle kendi boylarında bir kızla karşı karşıya
kalır Fulya. Neşelenen küçük kız, karşılarında bir arkadaş olmasının keyfiyle
bakkala gider. Burada da başka çocuklarla karşılaşır, ama onun aklında, içinde
sıçrayan minik balinaların bulunduğu okyanus mavisi gözleriyle karşı dairedeki
kızdır.
Fulya’nın
odasının penceresi komşularının mutfak balkonuna bakmaktadır. İki kız buradan birbirleriyle haberleşmeye, konuşmaya, bir şeyler paylaşmaya, hatta sonraları
mektuplaşmaya başlar. Ancak her defasında bir parmak, bereli kızı pencereden
çeker.
Bir
sabah, Fulya, bereli kızı pencerede göremez. Annesinden komşularına gitmelerini
ister, ama bugünlerde gidemeyecekleri yanıtını alır. Ertesi sabah ise bereli
kızı yüzünde bir maskeyle görür. Bir terslik olduğunu hisseder, Fulya. Bereli
kız kısa bir süre sonra yine bir parmak tarafından içeriye çekilir.
Nihayet
bir gün iki kız bir araya gelir. Yüzündeki maskeden kurtulsa da beresi hâlâ
başındadır, okuyanus gözlü kızın, yani Gülce’nin. El sıkışmaları, öpüşmeleri de
yasaktır. Birbirlerine iki karıştan çok yaklaşamayacaklardır. İkisi için de tüm
bunların hiç önemi yoktur. “Aylardır tanışıyormuş kadar yakınlar zaten.”
Günler
böylece geçer, Fulya okula başlar. Gülce de gelmiştir okula. İki kız çok
mutludur. Ancak lösemi olan Gülce, bir süre sonra, nakil için hastaneye yatmak durumunda
kalır. Okulda olmasa bile Gülce, kendinde bir şeyler bırakmıştır: Bir kadın
resmi ve resmin altında bir yazı. Şöyle yazmaktadır: “Duvarlar resim olsa...”.
Öğrenciler, öğretmenlerinin de teşvikiyle bu resmi şarkılı resimlerle
doldurmaya koyulurlar. Hastanedeki arkadaşlarına da mektuplar, okul anıları ve türlü
türlü başka şeyler yollarlar. Bu arada okulun duvarları şarkılar, uçuşan
hayaller ve renklerle harika görüntüler sunmaktadır artık...
Çocukların
çok severek okuduğu kitapların yazarı Sevim
Ak’ın yazdığı Duvarlar Resim Olsa,
Doğan Egmont’tan çıktı. Kitaptaki
resimler ise Anıl Tortop’a ait.
Sevim
Ak, yine, en zor konulardan birini gerçekliğini bozmadan, olabildiğince
naiflikle ele almış ve böylelikle ortaya sevecen bir dostluk öyküsü çıkmış.
Uzun tedavi süreçleri gerektiren hastalıklar ya da engellilik gibi insanların
nasıl davranacaklarını bilemedikleri durumlar için adeta bir yol gösterici bu
kitap. Bir arkadaş arayışı sonucunda bulduğu dostunun hastalığı ne Fulya ne de
Gülce için asla bir engel olmamıştır örneğin. İki küçük kızın yapacaklarını
yapmışlar, sevinçleriyle ve kederleriyle, kimi zaman çekişmeler ve
küskünlüklerle dostluklarını büyütmüşler, birbirlerinin yaşamlarını güzelleştirmişlerdir.
Değerli yazar Sevim Ak da bu dostluk öyküsünü, tıpkı çocukların duvara çizdiği
resimler gibi şarkılı, şiirli bir dille aktarmış.
Kitap,
yayınevi tarafından 10 ve üstü yaş grubu için öneriliyor.
Tülin Sadıkoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder