22 Şubat 2016 Pazartesi

Başımızda Kuşlar

Atalarımın ülkesinde, insanın başına tuhaf şeyler gelebiliyordu.
Kuşlar yuvalarını, insanların başlarının üzerine yapıyordu. Seviyorlardı orada yaşamayı.
Karşılığında da insanlara yardım ediyorlardı: örneğin insanlar uçmak istediklerinde.
Buradaki insanlar için hayat, başka herhangi bir yerdekine göre çok daha rahattı.

Kuşlar, insanlara yalnızca uçmak istediklerinde değil; başka konularda da yardımcı olur... Örneğin; epeyce tembel olan postacı, başına yerleştirdiği posta güvercini sayesinde postayı kısa sürede dağıtır. Carla, baykuşu sayesinde geceleri de görebilir; böylelikle zifiri karanlıkta bile korkmaz. Konuşkan biri olmayan Manuel’in aklından geçirip de bir türlü dile getiremediklerini başındaki papağan aktarır. Hasta olan kuşlar ise veteriner İrina’ya gider. Teşekkür etmek için ona uzaktaki ülkelerden hikâyeler anlatırlar. Çekingen olan Miruna, duygularını asla söyleyemez; ama başının üzerinde yaşayan ve rengini kızın ruh hâline göre değiştirebilen kuş ona bu konuda yardımcı olur. 

Daha başka pek çok kişi farklı ihtiyaçlarını, başlarının üzerinde yaşayan kuşların yardımlarıyla giderirler. Ancak günün birinde insanlar, kuşların onları bırakıp gideceği korkusuna kapılırlar. Böylece özel kafes-şapkalar edinmeye başlarlar. Bu kafes-şapkaların içindeki kuşların uçmalarının imkânı yoktur artık. Bir yere gidemezler, gidemezler ama eski renklerini, seslerini de kaybetmeye başlarlar. Çoğunun aklına kafes-şapkalarından kurtulmak, kuşları eskisi gibi özgür bırakmak gelmez. Yalnızca, eski günleri hatırlayan birkaç kişi, kuşları için şapka edinmeyi düşünmemiştir; çünkü onlar, “sevdiğin ve seni seven şeyin seninle kalması için özgür olması gerektiğine” inanırlar.

Bizi mutlu eden, çoğaltan şeylere ve kişilere sıkı sıkı tutunmak isteriz. Öyle ki onları kimi zaman kendimize hapsederiz. Halbuki bizi mutlu eden şeyler ve kimseler de bir yerlerden beslenmektedir. Bunlardan mahrum bırakırak onları mutsuz edebiliriz ve bunun ne onlara ne de bizlere faydası vardır. Hapsetmek, bağlamak yerine; bir arada, yan yana olmak insanları hem özgürleştirecek, hem zenginleştirecektir. Genç okurlar, genç bir yazar olan Sandra Gobet’in bu özel öyküsüyle çok erken bir yaşta bunu duyumsayacaklar, farkına varacaklar.  

Kitapta yer alan bilgiye göre Sandra Gobet 1985 yılında Madrid, İspanya’da doğmuş ve grafik tasarım eğitimi almış. Hem yazdığı hem resimlediği Başımızda Kuşlar ise Sandra Gobet’in ilk çocuk kitabı. Final Kültür Sanat Yayınları’ndan çıkan ve Genç Osman Yavaş’ın Türkçeleştirdiği kitap 7 (bana kalırsa 9 da olabilir) yaş ve üstü okurlar için öneriliyor. 

Tülin Sadıkoğlu

15 Şubat 2016 Pazartesi

Bir yazar, üç kitap

İlgili yayınlar ne kadar takip edilirse edilsin mutlaka gözden kaçan, arada kaynayan bazı kitap ya da yazarlar oluyor. Neyse ki ilgi alanınızı bilen arkadaşlarınız "O kitapları nasıl buldun?" sorusu ile kaçırdıklarınızı fark etmenizi sağlayabiliyorlar. 

Bu kez İnkılâp Yayınları Genel Yayın Yönetmeni sevgili Senem Davis ile sohbet ederken "Bunları gördün mü?" diye elime tutuşturduğu kitaplar sayesinde tanıştım Tunç Atalay ile. Geçen yıl yayımlanan Siyah Beyaz Hikâye, İzini Arayan Salyangoz, Gıdıklanan Elma kitaplarını elime alıp baktığımda önce sade ve kişilikli çizimlerini çok beğendim. Sonra hikâyeleri okumaya koyuldum. 

Siyah Beyaz Hikâye, bir gece herkes uykudayken canı çok sıkılan ve gitmek isteyen siyah rengin hikâyesini anlatıyor. Siyah gidince her şey aynı kalmıyor elbet. Bundan gece avlanan canlılar kadar renginde siyahı barındıran hayvanlar da etkileniyor. Aynaya bakan bir zebra aynada "göremediklerine" inanamıyor. 

İzini Arayan Salyangoz, yağmurlu bir günde izini kaybeden bir salyangozun hikâyesi üzerine kurulu bir kitap. Herkes bilir ki salyangozlar ilerlerken bir iz bırakır arkalarında. Bu onların imzaları gibidir. İmza görünmez olunca varlığının kanıtı olan izinin peşine düşer. Son elbet mutlu biter. 

Bu iki kitap aynı sadelikte ama derinlikli, kurgusu güzel bir metin. Varlık sebebimiz, bizi biz yapan şeyler kadar bizim elimizin değdiği, hayatlarına dokunduklarımızla ilgili ve umut ile biten kitaplar.

Gıdıklanan Elma ise olgunlaşıp yere düşen bir elmanın hikâyesini anlatıyor bize. Elmanın kıkırdayıp gülmesi etraftaki diğer canlıların da ilgisini çekiyor. Her biri elmayı böyle güldüren şeyin ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyor. Netice ise herkesi şaşırtıyor.  

Tunç Atalay, 1980 Mersin doğumlu. Resim ve Çocuk Gelişimi/Okul Öncesi Öğretmenliği lisans öğrenimi gören Atalay, öğretmenlik yapıyor. Ülkenin birçok yerinde mesleğini icra ederken çocukların hayatına dokunmakla yetinmeyip çocuklar için yazıp, çizmeye başlamış. Bence çok da iyi etmiş.

Tunç Atalay'ın İnkılâp Yayınları'nın alt markası Mandolin'den çıkan kitapları okul öncesi dönemdeki çocuklar ve yeni keşif yapmak isteyen herkese hitap ediyor.

Ebru Akkaş





11 Şubat 2016 Perşembe

Usta yazar Yaşar Kemal'den genç okurlar için etkileyici, hüzünlü, düşündürücü bir öykü: Kalemler

Şehirlerin en önemli yerlerinden birisi de çöplüklerdir. Çöplüklerin şehirler için sadece gerekli değil, niçin bu kadar önemli olduğu hiç aklınıza geldi mi? Bir büyük şehir çöplüğünü görünceye kadar bunu ben de bilmiyordum. Bir çöplük, bence bir şehir demektir.

Çöpçü çavuşu Rüstem Çavuş, karısı ve biri kız, diğeri oğlan iki çocuğuyla mahallenin en temiz, en güzel, en “gıcır gıcır” evinde oturur. Evleri öyle güzeldir ki yalnızca karı-koca değil mahalleli de saatlerce, bu, bahçesinde türlü türlü çiçek açan, pencerelerinde renk renk sakız sardunyanın, fesleğenin olduğu evi seyreder. “Yerler, evler, insanlar vardır. Şöyle bir bakarsan mutlulukla dolarsın.” Bu da öyle bir ev, öyle bir ailedir.

Rüstem Çavuş ve diğerleri çöplükten ne çıkarsa çıksın aralarında paylaşırlar. Bir tek şey hariç: Kalemler. Çöplükten çıkan bütün kalemler, çocukları okula gittiği için Rüstem Çavuş’a verilir. Onun çocukları okuyacak, “büyük, iyi, bilgili adam olacak”tır.

Rüstem Çavuş’un kızı Neriman ilkokul beşinci sınıftadır. Kalemleriyle de gurur duyar. Okuldaki öğrencilerin her şeyi vardır belki, ama hiçbirinin bu kadar çeşitte kalemi yoktur. İçin için kalemleriyle övünse de kalemlerini okula götürüp arkadaşlarına gösteremez Rüstem Çavuş’un kızı Neriman; çünkü arkadaşları bu kadar kalemi nereden bulduğunu soracak olsa onlara, “Çöpçübaşı” babasının bunları çöplerin arasından topladığını söyleyemeyecektir. O yüzden başka bir yol bulur; bu kalemleri aslında varolmayan, kendisinin uydurduğu, "dayısının oğlu Erol Abi"nin getirdiğini söyleyecektir. Böylece kalemlerini istediği kadar ve gururla sergileyebilecektir.

Neriman’ın tahmin ettiği gibi çocuklar kalemlerin çeşitliliğine ve bu kadar çok oluşuna hayran kalmıştır. Başına üşüşürler kalemlerin; Erol Abi’nin dükkânına gidip onlar da bu kalemlerden alacaktır. Bunun üzerine Neriman kalemleri arkadaşlarına dağıtmaya başlar.

Neriman çok mutludur; ama bir gün, “o kısa boylu, o bakkalın şaşı oğlu Zühtü var ya, o mendebur, o sümüklü burun var ya, işte o”her şeyi bozacaktır. Öğretmenine gidip yeminler ederek Neriman’ın onun kalemini çaldığını söyleyecektir. Neriman ise babasının kalemleri çöplükten toplayıp getirdiğini söylemektense yalanını sürdürmeyi tercih edecektir. Böylece bu güzel ailenin mutluluğuna gölge düşecektir...

Büyük, usta yazar Yaşar Kemal, yazdıklarıyla çoğu zaman ülkenin, insanlığın, doğanın gerçeklerini olanca hüznüyle okurlarına gösterir. Bu öyküsünde de öyle...

Kitapta yer alan bilgiye göre “Kalemler”, Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak adlı kitabından alınmış. Ayrıca kesme işareti, inceltme işareti kullanmayan Yaşar Kemal’in, çocuklar ve gençler için hazırlanan kitaplarında da -"Kitaplar" başlıklı öyküsünde olduğu gibi- imlasına sadık kalındığı bilgisi aktarılmış.

Yaşar Kemal’in yazdığı, Sedat Girgin'in resimlediği Kalemler başlıklı öykü, Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlanıyor. Kitap, 10 yaş ve üstü okurlar için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu 





                     


8 Şubat 2016 Pazartesi

Minik Ayı Vadu - Ormandaki Dedikodu

Saklı Kayın Ormanı’nın sevimli minik ayıları Vadu ile en iyi arkadaşı Dadu’nun arası bir gün bir hiç yüzünden açıldı. Olay çok basit, incir çekirdeğini bile doldurmayacak bir nedene dayanıyordu.

Vadu, arkadaşı Dadu’yla saat üçte, ulu çınarın altında buluşmak üzere sözleşmiştir. Vadu, buluşma yerine gelir gelmesine de Dadu ortalıklarda yoktur. Önce meraklanan, ama sonra kızmaya başlayan Vadu, üstüne, bir de kendini terk edilmiş hisseder. Tam bu esnada tavşan gelir. Vadu’nun suratını neden astığını merak eder. Minik ayı da ona, “Ne olacak, Dadu sözünde durmadı. Burada, yapayalnız kaldım işte,” diyerek tavşanın merakını giderir. 

Tavşandan sincaba, sincaptan kelebeğe, kelebekten serçeye, sonunda Vadu’nun söyledikleri serçenin vasıtasıyla Dadu’ya ulaşır. Ancak aktarılan, Vadu’nun söylediğinden bambaşkadır. Dadu, Vadu’yu terk etmiştir; Dadu, bencil ve hiç sözünde durmayan biri olduğu için artık dost değillerdir. Duydukları karşısında neye uğradığını şaşıran Dadu gözyaşlarına boğulur. Üstelik Dadu sözünde durmamazlık etmemişti; gerçek bambaşkadır... Neyse ki araya bilge baykuş girecektir. Üstelik iki dostun birbirlerine olan sevgisi de dedikoduları aşacak güçtedir.

Dedikodu, ilk anda yalnızca yetişkinler arasında olur diye düşünürüz. Ancak, özellikle 8-9 yaşlarındaki çoçuklar arasında da dedikodu oldukça yaygın. Amerikalı bir psikolog bazı çocukların nadiren dedikoduyu başlatan taraf olsa da dinlemekten ve bunları aktarmaktan kendilerini alamadıklarını söylüyor. Uzmanlar ayrıca, kimi zaman da çocukların arkadaşlarından ya da sınıfta olan bitenlerden yakındıklarını duyan anne-babaların, bunları çok dikkatle dinlemeleri ve gerçekle-dedikodu arasındaki farkı çocuklara göstermelerinin gerekliliğini vurguluyor. Çocuğu duygusal olarak etkileyebilecek, hatta kimi zaman uzmanların da işaret ettiği gibi sonuçlarının fiziksel boyuta da taşınabileceği dedikodu karşısında dikkatli olunması önemli. Bu nedenle çeşitli uzmanlar çocuğun dedikodu yapmasını ya da bunun çocuğa zarar vermesini önleyici pek çok öneride bulunuyorlar. 

Ayfer Gürdal Ünal’ın kitabı tam da bu noktada ayrıca çok önemli. İki iyi arkadaş Vadu ile Dadu’nun arası, tamamen kendilerinin dışında gelişen olaylar sonucu açılıyor. Neyse ki; ne duymuş ya da ne olduğunu düşünmüş olurlarsa olsunlar, birbirlerini çok seven ve önemseyen bu iki arkadaş için dostlukları daha önemlidir.    

Ayfer Gürdal Ünal’ın yazdığı, Gözde Bitir’in resimlediği Minik Ayı Vadu – Ormandaki Dedikodu, Can Çocuk Yayınları tarafından yayımlanıyor. Ünal, web sitesinde bu kitabın 6-9 yaş grubu için yararlı olduğunu belirtiyor.

Minik Ayı Vadu dizisinin diğer kitaplarını da yine Can Çocuk Yayınları arasında bulabilirsiniz.


Tülin Sadıkoğlu

1 Şubat 2016 Pazartesi

Ben Bir Fareydim

Ben Bir Fareydim, çocuk edebiyatının en prestijli ödülleri sayılan Astrid Lindgren Anma Ödülü (ALMA) ve Carnegie Madalyası gibi ödüllerin sahibi Philip Pullman'ın 1996 yılında yayımlanan kitabı.

Ayakkabıcılık yapan Bob ve çamaşırcılık yapan Joan yıllardır evlidir. Çocukları olmayan bu çiftin bir akşam kapıları çalar. Kapıda yırtık pırtık giysiler içinde bir çocuk vardır. Çocuğa kim olduğunu sorduklarında aldıkları yanıt onları şaşırtır. Bir isim duymayı bekleyen bu çift "Ben bir fareydim" yanıtı ile yetinmek zorunda kalır. Bu kendi halinde yaşayan insanlar çocuk ile ne yapacaklarını bilemez. Elbette böyle bir akşamda onu sokakta bırakacak değillerdir. Önce ona yiyecek bir şeyler ikram ederler; çocuk kaşık çatal tutmayı pek beceremez. Ona nasıl yemek yiyeceğini gösterirler. Çocuk her şeyi çabuk kavramaktadır. Yalnız önüne gelen her şeyi koklamak ve kemirmekten kendini alamaz. 

Bob ve Joan, bir ismi olmadığı için Roger diye seslenmeye başlarlar ona. Ertesi gün çocuğun ailesini bulmak için seferber olurlar. Polise, hastaneye, yetimhaneye uğrarlar. Roger'ın tarifine uyan herhangi bir kayıp çocuk yoktur kayıtlarda. 

Bob ve Joan onu okula göndermeye karar verir. Olaylar da bu sırada patlak verir. Bu çocuk diğerleri gibi değildir. Sorgular; sorularıyla kurulu düzeni rahatsız etmeye başlar. Macerası da böylece başlar. Kötü niyetli kişilerin ellerine düşer. Saf ve naif olduğu için çabucak kandırılabilir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi basın da çocuğun peşine düşer. Tirajları için küçük bir çocuğun hayatını tehlikeye atmaktan kaçınmazlar.

Bob ve Joan ise onun bir çocuk olduğunu asla unutmaz. "Ben bir fareydim" demekten bıkmayan bu çocuktan asla vazgeçmezler. Çocuğun ne olduğunu, kökenlerini de bu sayede öğrenirler.

Pullman, büyük bir ustalık göstererek kitabı masallara bir övgüye dönüştürüyor. Kitabın sürprizini bozmamak için bunun ne olduğunu elbette söylemeyeceğim ama bir masala övgü için ne yapılabileceğinin yanıtını verdiğini söyleyebilirim bu kitapta. 

İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Peter Bailey'in resimlediği Ben Bir Fareydim'i Niran Elçi Türkçeleştirdi. Kitabı 10 yaş üstü tüm çocuklar ve masalsever herkes okuyabilir. 

Ebru Akkaş