Çiğdem Sezer'in, çocuk edebiyatımızda
konu çeşitliliğini zenginleştiren bir kitabı yayımlandı: Juju. İsmi, sihirli
şey anlamına gelen Juju'nun küçük yaşına rağmen başından geçenleri kendi
ağzından anlatıyor bize.
“Ben miyim savaşın çocuğu? Ben annemle
babamın çocuğuyum. Kim ister savaşın çocuğu olmayı?” diye soruyor Juju bizlere.
Suriye'deki savaştan ailesi ile kaçmayı
başaran Juju kendi şanslı sayar. Çünkü bazı arkadaşlarının ve geldiği yeni
ülkede karşılaştığı yurttaşlarının kendi kadar şanslı olamadığını gözleri ile
görür. Şansları yaver gitmiştir, başlarını sokacakları bir evleri de vardır. Tüm
kayıplarına rağmen bir aradadırlar. Babası bir apartmanın kapıcılığını yapar,
dikiş dikmeyi seven annesi ise evlere temizliğe gider. Juju'nun bir de kendi ülkesinde
travma yaşamış, bu yüzden pek konuşmayan bir kız kardeşi de vardır.
Juju bu yeni ülkenin yeni şartlarına
alışmaya çalışırken türlü türlü insanlara da denk gelir. Kimisi onlara yardımcı
olmaya çalışırken kimisi de onların varlıklarından duyduğu rahatsızlığı kaba
şekillerde dile getirir.
Savaşı, göçü, göçmenliği sade bir dil ile
anlatan Sezer, bu konuyu bir de çocuk işçiliği ile bağdaştırmış. Üzerinde uzun
uzun düşüneceğimiz ve tartışacağımız şeyler söylemiş: "Ama yine de
çocuklar dilenmek zorunda kalıyor. Babalar, anneler iş bulup çalışmıyor. Bu da
kötü. İnsan çalışamazsa nasıl para kazanır. O zaman dilenmekten başka çareleri
kalmaz." Peki, dilenciliği meslek edinenler? Suriye'den göçmek zorunda
kalan birçok insanın dilenmek zorunda olduğunu gözlerimizle sokaklarda gördük,
buna inandık ta ki Suriye'den göçmek zorunda kalan diğer insanlar bizi
"bunlar Suriye'de de dileniyordu çünkü işi buydu" diye bizleri uyarana kadar.
Juju, hikâyesini
anlatırken birkaç yerde "mülteci" kelimesini kullanıyor. Şu anda
yaşadığı ülkenin onu mülteci olarak kabul etmediğini bilmeyerek. Metinde her mülteci kelimesine rastladığımda Çiğdem Sezer
bunu bilinçli olarak mı Juju'nun ağzından söyletiyor acaba diye düşündüm. Mültecilerin yasal hakları varken Suriye göçmenlerin/sığınmacıların yasal
hakları yok çünkü onlar yasal olarak mülteci kabul edilmiyor. Dini milliyeti ve belirli bir
toplumsal cinsel aidiyeti yüzünden veya siyasi tercihleri sebebiyle zulüm
gören, bu sebeple yurdundan ayrılan ve endişeleri gittiği ülkeler tarafından
haklı bulunan kişiye mülteci deniyor. İnsan Hakları Beyannamesi 14. Maddesinde “Herkesin zulüm karşısında
başka ülkelere sığınma hakkı vardır” diyor. Bu hak 1951 Cenevre Konvansiyonuyla
teminat altına alınmış. Daha çok II. Dünya Savaşı yıllarında Avrupa’da yerinden
edilmiş kişiler için oluşturulmuş bir sözleşme bu. Bu sebeple Avrupalılarla
sınırlandırılmış. Bu sınırlandırmanın haksızlığı 1967’de imzalanan bir ek
protokolle bütün dünya vatandaşlarına sağlanmış. Ancak bu ikinci protokolü
imzalamayan tek bir ülke var: Türkiye!
İnsan
okuduğu kitabı sevince onun bütün kusurlardan münezzeh olmasını istiyor. Juju’da birkaç yerde nasıl batıdakiler Türkiye’ye oryantalist bir göz ile bakıyorsa biz de kendi
doğumuza o gözle bakmaktan kendimizi kurtaramadığımız da dikkatimi çekti. Bir
de savaşın kötülüğünü vurgulayan yerlerde yanlışlıkla başka bir şey söyleniyor
olabilir mi düşüncesinden kurtaramadım kendimi: Bir saldırı altındayken vatanı
savunmak iyi bir erdem değil midir peki?
Daha çok şiirleri, şair yönüyle tanıdığımız Çiğdem Sezer, akıcı ve samimi bir anlatımla toplumumuzdaki bir
yaraya parmak basmış. Yaralara merhem bu kitabın çocuklarımızı, göçmek, sığınmak
zorunda kalan diğer çocukların dünyasına sokmaya, onları daha iyi anlamaya
sağlayacağına hiç şüphem yok. Yazarı ve yayınevini canı gönülden tebrik ediyorum. Bilgi Yayınevi Çocuk Kitaplığı’nca yayımlanan
Juju Beni Unutma, herkese göre bir kitap.
Ebru Akkaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder