30 Mayıs 2016 Pazartesi

Farklı

Felix, komadan çıktığında “mutlu insan” anlamına gelen adını “Farklı” olarak değiştirecektir; çünkü kendisi ve etrafındaki her şey artık farklıdır.

On bir yaşındaki Felix, geçirdiği kaza sonucu komaya girer. Söz konusu kaza da “ancak filmlerde olabilir” diyebileceğimiz türden bir kazadır... 

O gün okuldan hasta olduğu gerekçesiyle izin alır Felix; ancak gelip onu alması için anne-babasının haberdar edilmesi yerine, açık havanın kendisine iyi geleceğini de belirterek, eve yürüyerek gideceğini söyler. Eve vardığında, önce, babasının doğum günü için sürpriz olarak hazırladığı ve evin çatısına asmaya çalıştığı 11 rakamının bir tanesi düşerek Felix’in şakağına çarpar. Ardından, o sırada garaja girmekte olan annesi, aniden ortaya çıkan Felix’e arabasıyla çarpar ve çocuk evin duvarına doğru fırlar. Bu kazanın ardından Felix 263 gün, yani neredeyse dokuz ay, komada kalır ve uyandığında bambaşka biridir artık.

Koma öncesi hayatına dair hiçbir şey anımsamayan Farklı’daki değişimler bununla kalmaz. Hafızasını yitirse de Farklı’da yeni başka şeyler vardır. Örneğin; insanların aurasını görmeye başlar; eskiden ortalama bir öğrenci olduğu matematik dersinde artık çok başarılıdır ve insanların içini, kalbini görmesini sağlayan mistik diyebileceğimiz bazı güçler edinmiştir. Bir arkadaşını koklayarak ona hasta olduğunu söyler, mesela... Bu yeni özellikleri, insanların ondan uzaklaşmasına yol açar. Eski uysal, herkesle anlaşan çocuk gitmiş, yerine ne istiyorsa onu yapan, soğukkanlı ve sakin biri gelmiştir.

Farklı’nın bu yeni haline alışmak ne ailesi, ne arkadaşları ne de arkadaşları için kolaydır. Herkes kendince anlayış göstermeye çalışır, ancak Farklı’nın davranışları, tepkileri onları huzursuz eder. Ancak bu, yalnızca, Farklı’nın tuhaf davranması ya da alışık oldukları kişi olmamasından kaynaklanmaz. Annesinin baskıcı ve pek de esnek olmayan tutumu; hem annenin hem de babanın kazadaki rollerinden dolayı kendilerini suçlu hissetmeleri, bundan dolayı ne yapacaklarını bilememeleri ve tüm bu olayların ilişkilerine yansıması; Farklı’nın eve tek başına gitmesine izin veren sınıf öğretmeninin kendini sorumlu hissetmesi; kazadan önce özel matematik dersi aldığı Eckhard Stack'ın başına gelenler; kazadan önceki arkadaşları siyah aura’lı Nisse ile Ben’in Farklı ile olan gergin ilişkileri ve saklanan bir sır... Tam kazadan önce, düşünceli bir halde, okuldan eve dönmekte olan Felix’in kafasında acaba neler vardı, ne yapmayı planlıyordu?
 
"Farklı", gerçekten de alışılmadık bir gençlik romanı. Öncelikle içerdiği, gönderme yaptığı edebi türlerle sizi sürekli şaşırtıyor. Şöyle ki: Felix kaza sonucu hafızasını kaybederek Farklı’ya dönüştüğünde, etrafındaki insanların da kendi düşüncelerini, davranışlarını nasıl sorguladığını gördüğünüzde elinizdeki kitabın bir çocuğun ailesiyle, arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle ve bizatihi kendisiyle olan ilişkisini -ağırlıklı olarak- psikolojik açıdan irdeleyen bir kitap olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak Farklı’nın birtakım özel güçlere sahip olduğunu fark ettiğinizde, hele bir de Erler Çukuru’ndaki Denizkızı olay örgüsüne dahil olunca romanın fantastik bir hale bürüneceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Ancak ortada çözülmesi gereken bir sır, işlenmiş bir suç vardır ve roman ilerledikçe aslında her şeyin bununla bağlantılı olduğunu da anlıyorsunuz. Böylelikle romanın gidişatı bir kez daha değişiyor. Doğrusu, ben romanın bu şaşırtıcılığından çok keyif aldım. Yazarın, romanı ustalıkla kurgulamasında bunun büyük payı var elbette. Ancak "Farklı"yı özel kılan yalnızca bunlar değil. Hatırlamak, unutmak, büyüme sürecinin hem çocuk hem anne-baba açısından zorlukları, suçluluk duygusunun getirdikleri, insanlar arası ilişkilerin karmaşıklığı, zayıflıklarımızla nasıl başa çıktığımız  ve insan olmanın getirdiği daha pek çok duyguyu, yaşantıyı aktarması, bunu yaparken de pedagojiden ziyade edebiyatı ön planda tutmasıyla, “Farklı”, gençlik romanları arasında öne çıkarak, özel kitaplar arasında yerini alıyor bana kalırsa. 

Rico ve Oskar’ın da yazarı olan Andreas Steinhöfel’in yazdığı, Suzan Geridönmez’in çevirdiği Farklı, TUDEM tarafından yayımlanıyor. Kitap, yayınevince 13-14-15 yaş grubu için öneriliyor.

Tülin Sadıkoğlu

24 Mayıs 2016 Salı

Gece ile Gündüz

Farklı türlerin birbirlerine düşmanlığı hikâyelerin olduğu gibi bazı klişelerin de kaynağı olabiliyor. Bu farklı türlerin doğası gereği ortada olan çekişmeyi ortadan kaldırmak da bu bağlamda hikâyelerde ele alınabiliyor. Gece ile Gündüz, Zamansız Pişen Kurabiye adları gibi birbirinden çok farklı ama birbirini tamamlayan bir ikilinin öyküsünü aktarıyor bize.

Gece ile Gündüz, Burgazada'da yaşayan iki arkadaş. Arada bir günlerini postacının peşine takılıp ada sokaklarında geçiriyorlar. Her gün yaptıkları şeyler de var elbet. Mesela Gündüz her sabah kurabiye yapıyor ve evi mis gibi kurabiye kokusu sarıyor. Eve yorgun argın döndüklerinde de bu kurabiyeleri afiyetle yiyorlar.

Fakat bir sabah farklı bir şey oluyor. Gece, yanık kokusuyla uyanıyor. Sadece bununla kalsa iyi en iyi arkadaşını da evde bulamıyor. Neyse ki arkadaşı onu merakta bırakmayacak bir incelik gösterip bir not bırakıyor. Gece, Gündüz'ün peşine düşüp sorunu ortadan kaldırmak için canla başla arkadaşına yardıma koşuyor.

Kara bir köpek olan Gece ile sarman bir kedi olan Gündüz'ün hikâyesinin çıkış noktası da farklı türlerin birlikteliği... "Her zaman iyi yaptığımız şeyleri birden yapamaz olursak bunun sebebi ne olabilir acaba?" sorusunu da bize hatırlatan bu kitap kendine güven teması üzerine güzel bir öykü. 

Sima Özkan Yıldırım'ın yazdığı, Mert Tugen'in resimlediği Gece ile Gündüz, Zamansız Pişen Kurabiye okul öncesi dönem ile okuma yazmayı yeni öğrenen çocuklara hitap ediyor. Final Kültür Sanat Yayınları tarafından yayımlanan Gece ile Gündüz'ün Kuşlara Uzanan Dallar, Pudra Şekeri Yağmuru ve Kaç Saat Kaç maceraları da mevcut.

Ebru Akkaş

20 Mayıs 2016 Cuma

Üç Şiir

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
                             bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
                             yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yapı Kredi Yayınları, kısa bir süre önce Nâzım Hikmet’in “Yaşamaya Dair”, “Ceviz Ağacı” ve “Masalların Masalı” başlıklı şiirlerinin bulunduğu bir kitap yayımladı: Üç Şiir

Farklı ve yenilikçi üslubuyla son yıllardaki en dikkat çekici illüstratörlerden biri olan  Sedat Girgin’in resimlediği kitap, yayınevi tarafından 10-15 yaş grubu için öneriliyor. 

Çocuklar ve gençler için daha çok romanların, öykülerin yayımlanması; şiir kitaplarının ise neredeyse yok denecek kadar az olması kitabın önemini artırıyor bana kalırsa. Bu büyük şairin şiirlerinin çocuklarla-gençlerle buluşuyor olması da ayrıca önemli tabii.

Edebiyat türleri arasında şiir, yapısı gereği insana, topluma en kolay ulaşan; duygu ve düşüncelere doğrudan hitap eden, toplumsal durumları ve gerçekliği yansıtan bir tür. Divan edebiyatı şairi Latifi şiiri, “Sözün ruhu,” olarak tanımlıyor. Homeros’a göre ise, “Şiir kanatlı sözdür.” Gerçekten de edebiyatın en süzülmüş halidir şiir; şairler de bu dünyanın en naif, en ince ruhlarına sahip insanlarıdır. Elbette -bana göre- duyarlı bir insan olmak için gerekli olan incelik, naiflik gibi nitelikler yalnızca şairlere değil, şiir okuyanlara da atfedilebilir. Ne de olsa şiirin inceliğini, saflığını anlayabilen kişi yaşamın, insanın ve insanlığın, dünyanın değerini, anlamını daha kolay idrak edecektir. Yıllar önce televizyonda yapılan bir söyleşide Necati Cumalı’nın söylediği şu sözlerde haklılık payı yok mudur: “Şiir okuyan, adam öldürmez”. Bir başka şairin şu tespiti de şiirin önemine ve değerine kanıttır bence: “Yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığı korunmaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman şiir serpilir ve çiçek açar”.

Şiiri çok seven, çok da güzel şiir okuyan değerli, sevgili Erdal Öz ise şiiri sevmek için “şiirin sesini duymak” gerektiğini söylemişti bir defasında. Büyürken kulağı pek çok çirkin sesle neredeyse tıkanan yetişkinlerin aksine, çocuklar ve gençlerinki, şiirin sesini duyabilecek kadar temiz belki de. O yüzden, bu hafta sonu, çocuğunuza Nâzım Hikmet’in “Üç Şiir” başlıklı bu kitabını alın ve birlikte okuyun. Çocukların yardımıyla, yol göstermesiyle belki bizler de şiirin sesini daha kolay duyabiliriz. Hele şiirler bu büyük şairinse eğer; kulaklarımız, beynimiz, ruhumuz bambaşka diyarların, dünyaların sesini bizlere taşıyabilir. 

Şiir dolu, kitap dolu bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle.

Tülin Sadıkoğlu

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Frederick

İneklerin otlayıp atların koşturduğu çayırda eski bir taş duvar vardır. Ahırla tahıl ambarına yakın bu duvarın taşları arasında neşeli bir fare ailesi yaşamaktadır. Ancak çiftçiler, çiftliği terk edince ambar boş, fareler de yiyeceksiz kalır. Kış da gelmek üzeredir; böylece fareler mısır, fındık, buğday ve saman toplamaya koyulurlar. Gece gündüz, hepsi çalışır. Biri hariç: Frederick …

“Frederick, niçin çalışmıyorsun?” diye sorarlar. “Hiç çalışmaz olur muyum,” diye yanıt verir biraz alınmış olan Frederick: “Soğuk, karanlık kış günleri için güneş ışını topluyorum,” diye de ekler. Frederick’in büyük bir taş üzerinde oturduğunu gördüklerinde ise, “Şimdi ne yapıyorsun, Frederick?” diye sorarlar. “Renk topluyorum, çünkü kış külrengi olur,” diye yanıt verir. Bir başka sefer de bir bitkinin altına çömelmiş Frederick’i görünce, “Hayallere mi daldın, Frederick?” derler. “Yoo, hayır, sözcük topluyorum. Kış günleri uzun olur, bitmek bilmez, o yüzden söyleyeceklerimiz tükenecektir,” diye karşılık verir.

Kış gelir; fareler taşların arasındaki yuvalarına sığınırlar. Başlangıçta yemek yiyip gülüşürler, birbirlerine hikâyeler anlatırlar. Ama bir süre sonra yiyecekler azalmaya başlar. Yuvaları buz gibidir ve kimsede konuşma isteği yoktur. İşte o zaman akıllarına Frederick’in topladığı güneş ışınları, renkler ve sözcükler gelir. 

Frederick konuşmaya başlayınca soğuk ve gri kış günleri ısınır, renklenir. Sözünü bitirdiğinde ise herkes alkışlar ve “Frederick, meğer şairmişsin sen!” der. Kızaran Frederick ise utana sıkıla, “Biliyorum,” diye karşılık verir.

Frederick, diğerlerinden farklıdır. Dünyaya başka türlü bakar, başka türlü algılar. Diğerleri ilk başta ne yaptığını kavrayamazlar, ama onun da sırası gelir. Frederick’in içinde yaşadığı dünyaya katkısı başkalarınınkine benzemez, ama en az onlarınki kadar önemlidir. Hatta bana kalırsa biraz daha fazla… 

Hollanda’da doğan, Amerika ve İtalya’da yaşayan yazar-illüstratör Leo Lionni’nin daha önce de Bir Kitap Lütfen’de bahsettiğimiz kitabı Frederick kısa bir süre önce Elma Çocuk tarafından Kemal Atakay çevirisiyle yayımlandı. 1967 yılında yayımlanan Frederick, Amerika’da verilen ve çocuk kitapları alanında en saygın ödüllerden biri olan Caldecott Onur Kitapları listesine girdi. 

Başka ödüllere de değer görülen Frederick’in dilimize çevrilmesine en çok sevinenlerden biriyim herhalde. Bu duyarlı, dikkatli, sürprizli karakteri eminim ki çocuklar çok sevecekler.  

Kitap, yayınevi tarafından 5-7 yaş grubu çocuklar için öneriliyor.


Tülin Sadıkoğlu

9 Mayıs 2016 Pazartesi

En Sevdiğim Oyuncak

"En sevdiğim oyuncağı arıyorum dedim ağlamaklı. Hani kanat takıyordun, sonra şöyle vuvvv diye havalanıyordu ya onu arıyorum."




Adını bilmediğimiz anlatıcı aynı zamanda kitabın da kahramanı, tam yemek vakti en sevdiği oyuncağı kaydeder. Anne ve babası ısrarla ondan sofraya gelmesini ister. Hatta oyun oynamayı bırakmasını bile söylerler. Kahramanımızsa oyun oynamıyorum, oyuncağımı arıyorum diye sofraya gelmeyi reddedince annesi de onunla aramaya başlar en sevdiği oyuncağı.

Kahramanımız bir türlü oyuncağın adını hatırlayamaz. Ama onunla nasıl oyunlar oynadığını söyleyerek tarif etmekle çalışır oyuncağı. Her defasında da annesi oyuncağını bulduğunu düşünür ama hayır, bulamamıştır. 

Derken aramaya babası da katılır, üçü kahramanımızın oyuncağını bulamaz. Artık yavaş yavaş bulacaklarına dair ümidi keserler. Hem sofrada yemekler de soğumaya başlamıştır. Tam masaya oturduklarında kahramanımız oyuncağı ile göz göze gelir. Peki, sizce oyuncağı nedir?

Doğan Gündüz'ün yazdığı, Elif Yemenici'nin resimlediği En Sevdiğim Oyuncak evde geçen bir hikâye. Evdeki geleneksel ve kalıplaşmış rollerin yer değiştirdiği, annenin değil de babanın yemek yaptığı bu kısa öyküde yazar anlatılan ve tarif edilen şeylerin dinleyenin algısıyla nasıl şekillendiğini usul usul gösteriyor bizlere. Aynı zamanda insan beyninin ve hayal gücünün farklı işlediğini de fark ediyoruz söylediklerinden.

Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan En Sevdiğim Oyuncak, okul öncesi ve okuma yazmayı yeni öğrenen çoçuklar için uygun olabilecek bir kitap.

Ebru Akkaş

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Ağaca Tırmanan İnek

Dünyanın en meraklı ineği Mötilda’nın en büyük tutkusu yeni şeyler öğrenmektir. Kardeşleri ise yalnızca taze, leziz otlarla ilgilenir. Ne zaman Mötilda aklına gelen ilginç şeyleri ya da hayallerini onlarla paylaşsa, “İmkânsız, çok saçma, daha neler” gibi şeyler söylerler. Ancak bu itirazlar Mötilda’yı asla durdurmaz.

Ormanda dolaşmaya çıktığı bir gün, Mötilda, ağaca tırmanmanın nasıl bir şey olabileceğini merak eder. Denemeye karar verir ve tırmanmaya başlar; ta ki ağacın en tepesine ulaşana dek. Orada Mötilda’yı müthiş bir sürpriz beklemektedir. Ağacın tepesinde, bir dalda kırmızı çizmeli bir ejderha oturmaktadır! Üstelik arkadaş canlısı ve vejetaryen olan bu ejderha da tıpkı Mötilda gibi hayal kurmayı çok sever. Mötilda sonunda hayallerini ilgiyle dinleyen bir arkadaş bulmuştur.

Eve gider gitmez olan biteni kardeşlerine anlatır Mötilda; ama hiçbiri ona inanmaz: “Ejderha diye bir şey yoktur,” der Bella; “Ayrıca inekler de ağaca tırmanamaz,”  der Berta ve Bonita da, “İmkânsız! Saçma! Daha neler!” diye ekler.

Ertesi sabah kardeşleri Mötilda’nın bıraktığı notu bulurlar. Üzerindeki notta Mötilda’nın ormanda ejderhayla birlikte uçuş dersine gittiği yazmaktadır. Kardeşlerinin hayallerine 
kendini fazlasıyla kaptırdığını düşünürler ve hemen ormana gidip onu bulmaya karar verirler. İlk defa çiftlikten çıkıp ormana gelen kardeşler, burasının Mötilda’nın söylediği kadar güzel olduğunun farkına varırlar. Tam o sırada sırtında, muhtemelen paraşütüyle, bir domuzcuğun koştuğunu ve sonra da ağaca tırmandığını görürler. Ağacın gövdesine asılı bir kâğıtta da şöyle yazmaktadır: “Ejderhadan uçuş dersleri”. Önce “İmkânsız!” diye düşünürler, ama sonra “Acaba?” derler ve cesaretlerini toplayarak onlar da tırmanmaya başlarlar. Ağacın tepesine ulaştıklarında neyle karşılacaklar dersiniz? Mötilda gerçekten de bir ejderhayla karşılaşmış ve notta yazdığı gibi ondan uçuş dersleri mi almaktadır? Neden olmasın, diyor musunuz? Okuyunca göreceksiniz.

Kimi zaman “imkânsız” diyerek hayalini kurduğumuz herhangi bir şeyi gerçekleştirmek üzere bir adım atmaktan bile çekiniriz. Halbuki hayal gücümüzün bizi nerelere götürebileceğini görmek için en azından bir kez denememiz gerekir. Sonuçlar bazen hayallerimizin bile ötesine geçebilir. Tıpkı Mötilda’nın ve kardeşlerinin öyküsünde olduğu gibi. Kim bilir, başka neler neler olabilir; yeter ki ilk adımı atabilelim...

Gemma Merino’nun yazıp resimlediği, Melike Hendek’in Türkçeleştirdiği Ağaca Tırmanan İnek, Pearson tarafından yayımlanıyor. Kitap 4 yaş ve üstü çocuklar için önerebiliriz.

Tülin Sadıkoğlu